Bir bilimkurgu film setinde yaşadığımızı hissettiğimiz zamanlar çoğalıyor. ABD ise tam bir film setine dönüşmüş vaziyette…
Emperyalist dünya egemenliğinin en tepesi, dünyanın en büyük askeri gücü, en büyük ekonomisi ABD kitlesel eylemlerle sarsılıyor. Çok çarpıcı görüntüler ortaya çıkıyor.
ABD Başkanı Donald Trump en başta yaşananları ‘çapulcu’ edebiyatına sığdırıp geçiştirmek istese de eylemler tüm ülkeye yayılmaya devam etti.
Trump bu sefer el büyüttü, “çapulcuların vurulacağı” tehdidini yükseltip, anti-faşist grupları ifade eden ‘Antifa’yı ‘terörist’ ilan etti.
Görülen o ki, bu tehditler de kitlesel eylemlerin önünü alamıyor.
Emperyalist kapitalizmin kalesi, bir siyahi genç adamın polis tarafından öldürülmesiyle böyle ciddi bir sarsıntıyı nasıl yaşıyor?
Koskoca ABD bir anda isyan dalgasıyla nasıl kaplanıyor?
Amerikan siyasetinde sosyal eşitsizliğe karşı popüler bir ses haline gelen Bernie Sanders’ın sosyal medya üzerinden yazdıklarında belli ipuçlarını bulabiliriz.
Sanders, ‘çapulcu’ (yağmacı) edebiyatına gönderme yaparak, şöyle yazdı:
En zengin 400 Amerikalı üç trilyon dolarlık bir servetin üzerinde oturuyor; bu tüm bir Birleşik Krallık ekonomisine eşit. Milyarder sınıf maaşıyla yaşayan halktan daha düşük vergi oranları ödüyor. Amerika’nın yağmalanması 40 yıldan uzun bir süredir devam ediyor ve esas suçlular ultra-zenginlerdir.
Zaman zaman hatırlattığımız bir olgu var: Dünya ölçeğinde zenginler ile yoksullar arasındaki makas açılıyor.
Gerek ülkeler arasında, gerekse de tek tek ülkelerin kendi içinde zenginler daha zengin, yoksullar ise daha yoksul hale geliyor.
ABD’de giderek artan gelir dağılımı eşitsizliği, kimilerinin “ayrım yapmadan her kesimden insanı öldürüyor” diye tanımladığı koronavirüs salgınında iyice ayyuka çıktı.
Salgın ABD’de en çok siyahları ve hispanikleri öldürdü.
Başlı başına koronavirüs bilançosu, toplumsal eşitsizliği çarpıcı biçimde gözler önüne serdi.
Aslına bakarsanız, Amerikan toplumunun derinliklerine nüfuz etmiş ırkçılığın kökeninde de bu toplumsal eşitsizlik yatıyor; tersi de geçerlidir, Amerikan kapitalizmi ırkçılık ve ayrımcılık üzerinde yükselmiştir, ırkçılık ve eşitsizlik Amerikan kapitalizmi tarafından yeniden ve yeniden üretilmektedir.
Dolayısıyla, ABD’de tüm kentleri saran isyan dalgasını münferit bir vakada polisin siyah bir adamı öldürmesine bağlamak belki doğrudur ama yeterli değildir.
George Floyd’un ırkçı bir polis tarafından katledilmesi samanlığı tutuşturan kıvılcım oldu; ama hiçbir isyan tek bir vakadan dolayı çıkmaz, kendi objektif koşulları vardır.
Şimdi Trump, siyasi rakiplerinin isyanı büyütmek için para dağıttığı iddialarını yayıyor.
Teröristlerin halkı kışkırttığını söylüyor. “Çapulcular!..” diye bağırıyor. Tehditler savuruyor… Dünyanın her tarafındaki benzerleri gibi…
Parayla isyan çıkarılabilseydi, dünyanın şu ya da bu coğrafyasında zenginler tarafından ‘istenmeyen’ iktidarlar olmazdı.
ABD dahil kitlesel isyanların sebebi kapitalist işleyiş yasalarının katlanılamaz boyutlara gelmesi, geniş kitleleri yoksulluğa ve ayrımcılığa mahkum etmesi, buna karşılık az sayıda elde muazzam bir servetin birikmesidir.
Çürüyen kapitalizmin çürümüş siyasetçileri, yolsuzluğa bulaşmış bürokrasi, hırsız ‘işadamları’, mafyalaşmış devlet, devletleşmiş mafya… Üzerine kolluk kuvvetlerinin hesapsızca şiddeti, baskı, sansür… Bunlar toplumların nefes almasını engellemeye başladı.
George Floyd’un boynuna bastıra bastıra öldüren o diz, hepimizin boynuna çöreklenmiş gibi.
ABD’de sokakları dolduran kalabalıklar, Floyd’un son sözleri olan, “Nefes alamıyorum”u slogan yaptıysa, bu bir tesadüf değil.
Şimdi gösteriler Avrupa’ya da yayılıyor ve sokağa çıkanlar “Nefes alamıyorum” diye bağırıyor.
Tüm insanların nefes almaya, daha eşit koşullarda yaşamaya, özgürlüğe, demokrasiye ihtiyacı var.
Şimdi Türkiye’de Meclis açılacak ve ilk önce bekçilerin yetkilerini artırma konusu konuşulacak. Öyle diyorlar.
Vizyon bu…
Sizce böyle nefes almak mümkün mü?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish