Merkez sağ CDU'nun lideri Friedrich Merz, Almanya seçimlerinde zafer kazandığını ilan ederken mutlak önceliğini "ABD'den bağımsız olabilmemiz için Avrupa'yı güçlendirmek" diye açıkladı.
Şimdiye kadar ateşli bir Atlantikçi ve ABD'nin dostu olarak bilinen ve sıradaki Almanya Başbakanı olmaya hazırlanan adam, NATO'nun Amerikan desteksiz geleceği hakkında da şüphe uyandırdı.
Ertesi gün düzenlediği basın toplantısında, transatlantik ilişkilerine dair umudunu dile getirse de "kendi savunmamızı organize etme [...] konusunda çok hızlı bir şekilde hareket ihtiyacını" yinelediği için şüpheden yalnızca biraz daha az uzaktı.
Bunların ilk günler olduğu aşikar. Merz henüz bir koalisyon kurmadı ancak aritmetiğe bakıldığında, ikinci sıradaki radikal sağcı AfD'yle herhangi bir birlikteliğin reddedildiği göz önüne alınınca, merkez sol SPD'yle "büyük koalisyon" diye adlandırılan birlikteliğin sağlanması en olası seçenek. Vergi politikası ve göç gibi temel konulardaki farklılıklar düşünüldüğünde, liderlerin detayları tartışıp uzlaşması biraz zaman alabilir.
Öte yandan savunma ve güvenlik politikalarında diğerlerinden ayrışan tarafın, yakın transatlantik ilişkilere ve NATO'yla ABD'nin güvenlik şemsiyesine gönülden bağlılık gösteren merkez sağ olduğu düşünülebilirdi. NATO karşıtı AfD hariç hemen hemen tüm diğer partiler, Atlantikçiliği destekler gibi görünürken çeşitli çekinceler taşıyordu. Seçim gecesi Merz, sadece birkaç cümleyle tüm bu ayrımları paramparça ederek CDU'nun (ve tüm Almanların) güvenlik politikasını tamamen değiştirdi.
Merz, basın toplantısında Washington'ın "son sözü" henüz söylememiş olabileceğini belirtti. Bu durumu, Alman politikasının tamamen değiştirilmesinden çok, gelecekte bu yönde bir ayarlama yapılabileceğinin sinyali diye yorumlamak da mümkün.
Ancak şu anda ABD'de görülen ve kendine öncelik olarak Avrupa'yı değil Çin'i belirleyen genel değişim kesinlikle gerçek. Bu da Rusya'yla uzlaşmanın Ukrayna'ya desteği sürdürmekten daha önemli olduğu düşüncesini dayatıyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İki hafta önce ABD politikasındaki ani dönüşle gafil avlanan Avrupalı liderler, Ukrayna'ya askeri, ekonomik ve özellikle retorik destek sunmak için birbirleriyle rekabet etse bile, Ukrayna savaşını sona erdirmeye yönelik görüşmelerin muhtemelen eli kulağında olduğunu kabul eden bir görüşte peyderpey birleşiyor gibi görünüyor. Rus istilasının üçüncü yıldönümü münasebetiyle Kiev'de düzenlenen Ukrayna'ya Destek zirvesi adlı bir etkinlikte bu durum görüldü.
Bununla birlikte, Kanada ve diğer bir düzine ülkenin liderleri bizzat katılırken, Birleşik Krallık (BK) ve NATO Genel Sekreteri'nin de aralarında bulunduğu başkalarının uzaktan katkı sağlaması dikkat çekiciydi. Washington'un keskin U dönüşü politikasıyla bir "dönüm noktasına" ulaşıldığını doğrudan söyleyen az sayıdaki bakandan birinin son konuşanlar arasındaki Fransa Dışişleri Bakanı olması da ayrıca dikkate değerdi.
Bunun nedeni, böyle bir dönüşün diğer birçok Avrupa ülkesine kıyasla Fransa'yı daha az rahatsız etmesi olabilir. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Avrupa'nın savunmada daha fazla kendi kendisine yetebilmesini ve ABD'den en azından kısmen ayrılmasını öngören "stratejik özerklik" kavramını uzun zamandır destekliyor.
Macron'un fikirlerini sunması iki gelişmeyle engellendi: ABD'nin Avrupa'nın güvenliğine katılımının gerekliliğinin altını çizen Ukrayna savaşı ve geçen yaz yapılan parlamento seçimlerinin ardından radikal sağcı Marine Le Pen'in Ulusal Birlik partisini ana muhalefete getiren ve karar alma kabiliyetini büyük ölçüde felce uğratan siyasi zayıflığı. "Stratejik özerklik" fikri artık Almanya'nın desteğiyle geri dönebilir. Bu, bazılarının Gaullizm'in geri dönüşü diye adlandırdığı bir olasılık.
Bu aynı zamanda, radikal sağ muhalefetin yükselişte olduğu her iki ülkedeki hükümetlerin konumunu güçlendirmek gibi bir ikincil etkiye de yol açabilir. Ulusal Birlik ve AfD, ülkelerinin AB üyeliklerinin devamı konusunda uzlaşı halinde (Brexit'i kenardan izleyerek de bu pozisyonun altını çizmiş olabilirler) ancak NATO'ya karşı çok daha şüpheciler. Bu, Almanya'da kırılgan bir merkez sağ/merkez sol koalisyonun hayatta kalma olasılığının daha yüksek olacağı veya Fransa'nın daha yönetilebilir hale geleceği anlamlarına gelmiyor. Lakin parlamentodaki radikal sağ muhalefeti yumuşatabilir ve belki de Fransız-Alman dinamosunun yeniden canlanmasının önünü açarak AB'ye yeni bir ivme kazandırabilir.
Böyle bir gelişme, NATO'ya en bağlı ülkeler arasında yer alan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin yanı sıra BK'yi da oldukça zor bir konuma, daha doğrusu Rusya'ya düşmanlıklarını ve Ukrayna'ya desteklerini en çok dile getiren ülkeler oldukları göz önüne alındığında, şu ankinden daha da zor bir konuma sokabilir.
Ancak İsveç ve Finlandiya tarafsızlıklarını terk etti, Avusturya ise radikal sağın liderliğinde bir hükümete sahip. Bu gelişmeler, AB ve NATO üyeliğinin eskisinden daha fazla örtüştüğünü gösteriyor. Bu da AB içinde daha fazla uyum sağlanmasını ve Avrupa'nın savunma ve güvenlik politikalarının yeniden güçlenmesini beraberinde getirebilir.
Macron'un mevcut siyasi zayıflığı ve 2027'ye kadar görevde kalması halinde yeniden seçilmesine engel oluşturan anayasal limiti göz önüne alındığında, BK'nin de AB'den ayrılmasıyla birlikte, Avrupa'nın fiili liderliği rolü; Merz'in geçmişte CDU'da birlikte siyaset yaparlarken ölümcül rekabete girdiği Angela Merkel'de olduğu gibi, Merz'e de ironik bir şekilde düşebilir.
Ancak bu, Merz'in gemiyi istikrarla yönetebilme kabiliyetine bağlı. Kendisinin de belirttiği gibi bu, merkez solcu mağlup lider Olaf Scholz'un yeni koalisyondan uzak durması ve halefinin de Savunma Bakanlığı pozisyonunu sürdürebilecek popüler Boris Pistorius olması halinde daha da muhtemel olabilecek bir şey.
Merz'in bunu başarıp BK'nin can attığı Washington'a "köprü" olma rolünü de üstlenebilmesi için hem ciddi hem de daha hafif nedenler var. Merz, Donald Trump'la ilgili hiçbir hayale kapılmadığını söylüyor. Ama aynı zamanda düşünüldüğünden daha fazla ortak noktaları var.
Zengin bir eski işadamı ve şirket avukatı olan Merz, ABD merkezli mega yatırım şirketi BlackRock için çalıştı ve New York'la ABD iş dünyasına aşina. Ciddiyetten biraz uzaklaşılırsa, Merz'in boyunun 1,98 olması, odadaki "büyük adam" olmaya alışkın Trump'a kıyasla ona 8 santimetrelik bir avantaj sağlıyor. İkisi arasındaki vücut dili ilginç olabilir.
Tüm bunlar, halihazırda kadermiş gibi görünen transatlantik ayrılığından kaçınılabileceğine dair zayıf bir umut veriyor. Aksi takdirde, AB olarak bakıldığında Avrupa, hem ABD'nin uygulamaya karar verebileceği her türlü ticari baskıya direnmek hem de (belki de yakın gelecekte) kendi savunmasını sağlamak için beklediğinden daha iyi bir konumda olabilir.
Bu, Avrupa ve ABD yollarını ayırmaya başlarsa AB'de, özellikle de NATO'da kayda değer gerginlikler yaşanmayacağı ya da kaybedenlerin olmayacağı anlamına gelmiyor. Başlangıç olarak, Avrupa'nın nükleer caydırıcılığı sorunu baş gösterebilir.
Ve BK, Atlantik'in iki tarafında kabul gören köprü pozisyonunu Almanya'ya kaybederse ve nihayet Avrupa'yla ABD arasında uzun zamandır kaçınmak için elinden geleni yaptığı seçimle yüzleşmek zorunda kalırsa mevcut ikilemlerinin keskinleştiğini görebilir.
Independent Türkçe için çeviren: Eren Umurbilir
© The Independent