I. Milliyetçi Cephe (MC) döneminde, faşistler, gelecekte daha büyük provokasyonların hazırlayıcısı olan küçük ve orta çaplı Alevi-Sünni çatışmalarını ve cinayetleri tırmandırıyorlardı.
1976 sonlarında ülke çapında cinayetler, yaralamalar, bombalamalar, çatışmalar artarak sürüyordu.
Tüm bu olup bitenler genelde "sağ-sol" çatışmalar olarak açıklanırken, dönemin adalet bakanı "vatanseverlerle vatan hainleri" arasındaki çatışmalar olarak nitelerken, dönemin içişleri bakanı, olayı "Maocu bozkurtlarla - sosyal faşistler" arasındaki çatışmalar olarak niteliyordu.
Katliamlar ve kanlı darbe tertibi
1977 yılının 1 Mayıs'ında Taksim Meydanı'nda yüzbinlerce işçi, emekçi devrimci gencin üzerine ateş açılması sonucu 42 insanımız katil muktedirlerin kahrolası "yüksek politikaları" gereğince katledildiler.
1. Ordu Komutanı Orgeneral Namık Kemal Ersun ve grup subay “toplumsal şok" etkisi yaratacak bir katliamın yarattığı şaşkınlıktan yararlanarak darbe girişiminde bulundular.
Bu vahim darbe girişimini yapanlar açığa çıktıkları halde 1 Mayıs katliamları içindeki belirleyici rolleri kamuoyundan gizlendi.
5 Haziran 1977 Haziran'ında Başbakan Süleyman Demirel, CHP'nin Taksim'de düzenleyeceği miting sırasında Ecevit'in suikasta uğrayacağını CHP liderine mektupla bildirdi.
Suikastın kimler tarafından düzenleneceğini hiçbir zaman açıklanmasa da belli bir süre sonra kamuoyuna içlerinde Kara Kuvvetleri Komutanı Namık Kemal Ersun ve generallerin bulunduğu 200 subay ve bundan dolayı re‘sen emekliye sevk edildiler.
Ordunun üst düzey komuta kademesi bundan gereken dersi çıkarmıştı.
Askerler arasında solun daha bir güçlenmesi karşısında kural dışı bir darbenin olmaması ve inisiyatifi kaybetmemek için MHP eğilimini de kapsayan emir komuta ilişkileri içerisinde bir darbenin hazırlanması yönlü görüşler ağır basmaya başladı.
2000'li yılların başlarında MC döneminin Başbakanı Süleyman Demirel'in sık sık "Bana 'Milliyetçiler cinayet işliyor' dedirtemezsiniz" cümlesi manidardı.
Kurnaz Demirel "işlemediler" demiyor, "dedirtemezsiniz" diyordu.
Katliamdan yıllar sonra tanınmış bir Türk gazetecinin provokasyon için Taksim The Marmara Oteli'nde mevzilenen Amerikalı terör uzmanlarına katliamdaki rollerini sorduğunda cevapları, "Sizinkiler yaptı, bize gerek kalmadı" oldu.
Her şey bu kadar açıktı!
I. MC döneminden kârlı çıkanlar
MC ikinci yılını tamamlarken hızlı bir örgütlenme temposu tutturan faşist hareket, siyasi ortamı belirlemeye başlamıştı.
12 Mart döneminde 71 devrimci hareketinin tasfiyesi, faşist hareketin önünü açmıştı.
Bundan yararlanan faşist hareket militan ve yan örgütlenmelerini güçlendirmişti.
MC'nin sağladığı olanakları kullanarak terör stratejisini sürdürürken, başta Emniyet, MİT olmak üzere, KİT, Milli Eğitim, Gümrük ve Tekel Bakanlıkları, DİE gibi temel devlet kurumlarında yığınak yapmıştı.
Kadrolarını devlet kurumlarına yaymış, 1977 genel seçimlerinde üç olan milletvekili sayısını on beşe çıkarmış, parlamento ve hükümet çevresinde "meşrulaşmasını" hemen hemen tamamlamıştı.
Sınırlı oy potansiyeline karşın, I. MC hükümetinden en karlı çıkan parti olmuştu.
MC ile özdeşleşen Adalet Partisinin yanı sıra diğer koalisyon partileri MC potası içinde eriyerek varlık koşullarını koalisyonun devamına bağlamışlardı.
I. MC hükümetinden faşist hareketin ardından en fazla yararlanan kişi Demirel olmuştu.
12 Mart darbesine karşı çıkmadığı için yıpranmış olan Demirel, yeniden sağın liderliğini kazanmıştı.
Gençliğin durumu
Egemen sınıfların ve MC'nin, solla ilgili her şeyi tasfiye etme, Türkiye'yi emperyalistlerin ve faşistlerin cenneti yapma temelinde dayattığı politika, bir direniş cephesi olarak devrimci gençliği ön plana çıkaracaktı.
Gençlikten başlayan direniş, ülkenin her yanına ve toplumun her kesimine yayılarak gelişecek ve süratle bir halk hareketine dönüşecekti.
Toplumsal yaşamın her alanında faşistlerle devrimci halk güçleri arasındaki çatışma eğilimi iç savaşa doğru evrim geçirecekti.
Türkiye tarihinde ilk kez devrimci fikirler ciddi olarak halka mal olma süreci bu dönemde yaşanacaktı.
Bunun ilk adımını 71 devrimcileri atmıştı: Ardını 73-74 sonrası kuşak, yani 78 kuşağı getirecekti.
Toplumun işçi, emekçi halk kesimleri ilk kez bu dönem merkezi devlet aygıtından koparak kendi bağımsız iradeleriyle hareket etme eğilimi içerisine girdi.
Tarihi önemdeki tüm bu gelişmelerin her yanında kadınlı erkekli Kürtüyle Türküyle, öğrenci, işçi, köylü devrimci gençlik vardı.
Devrimci gençlikte halkı sevme duygusu son derece güçlüydü.
Çok bilimsel miydi, soyut bir halk sevgisinden ne ölçüde izler taşıyordu, halkı ne kadar tanıyordu bu tartışılır ama halk sevgisi güçlüydü, bu tartışılmazdı.
Özveri sınırsızdı. Cesaret, ataklık, bin bir olanaksızlık içinde engel tanımazlık, bir direnişten diğerine koşturan yüksek sorumluluk duygusu gibi bugün mumla aranan olumlu özellikler henüz yirmili yaşlarını yaşayan gençlerden beklenmeyen şeylerdi, ama hepsi gerçekti!..
Emperyalist güçlerin, iş birlikçi egemen sınıfların, MC'nin, devlet olanaklarını kullanarak giriştiği genel saldırının hedefinin Türkiye'yi faşistleştirme olduğunu, bunun ilk adımının ülkeyi "istikrarsızlaştırma" olduğunu belirtmiştik.
Peki, bu denli kapsamlı suç ortaklığına ve azgın saldırganlığa karşı en aktif, en açık tavır alışı geliştiren hangi kesimdi?
70'li yıllarda Sol bir ölçüde caydırıcı karakter kazandıysa, bunun dinamiği hangi güçtü?
Elbette gençlik!..
Partisizdi...
Uzun vadeli bir stratejik harekât planı programı yoktu.
Devrimci mücadelenin dayattıklarını "deneye yanıla" öğreniyordu.
Bunun bedelini çoğu kez ağır ödüyordu.
Partileşme yönünde, iradi-örgütlü çabaları yok değildi.
Ancak bunlar, olayların genel seyrine yön verici, gelişmenin bir sonraki aşamasına hazırlayıcı özelliğe sahip olmaktan uzaktı.
Birçok alanda darlık ve sığlık yaşanıyordu.
Amatörlük genel bir eğilimdi.
Haksızlığa tepkili bir ruh hali egemendi.
Tıpkı yeni doğan çocuk gibi, saf, temiz ve her kötü şeye tepki gösterme vardı.
Çocuğu andırır saflıkla hiçbir dengeye, hiçbir iradeye gelmiyordu.
Böylesi bir gençliğin kaynağı da doğal olarak 71 direnişçileri idi.
Toprağa düşenlerdi.
Mahir'di, Deniz'di, İbrahim'di, Sinan'dı, iki Hüseyin'di, elbette Che idi.
İşte emperyalist güçleri ve egemen sınıfları en çok bu özelliklerimiz ürkütecekti.
Yoksa o günkü tarihi koşullarda devleti yıkma gücümüzün olmadığını, Türkiye'de de bunun öyle pek kolay kolay olmayacağını pekâlâ iyi biliyorlardı.
Bu denli bağımsız, temiz ve saf bir kuşak kendi doğal mecrasında gelişimini özgürce tamamladığında, önü nasıl kesilecekti?
Oligarşik egemenliğin temel sıkıntısı buydu.
1. Ordu Komutanı Orgeneral Necdet Üruğ'un 80'nin yazında daha darbe gelmeden hemen önce, ordu komuta kademesinde 78 gençliği ile ilgili bir planı olduğunu Cüneyt Arcayürek'in kitaplarından biliyoruz.
Özetle, Devrimci gençliği "fanatik, laf dinlemez, itaate gelmez" buluyorlar, çözüm olarak da "askerlik yaptırma" ön almayı planlıyorlardı.
Kısacası politize olmuş genç bir kuşak yetişiyordu.
Türk egemenlerinin devlet geleneğinde ise bağımsız iradeye yer yoktu.
Bu yönü her eğilim Kesinlikle tasfiye edilirdi.
Topluma ve gençliğe, tarihinin hiçbir döneminde söz ve karar hakkı tanınmamış devlet egemenleri ile karşı karşıyaydı 78 gençliği.
Hele bu gençlik kendilerine karşı politize olmuşsa, "anasından emdiği süt burnundan getirilir", son derece intikamcı ve kıyıcı davranılırdı.
Bu ülkede iki kuşağa, 68 ve 78 kuşağına yapılanların kaynağını, bu bütünlük içinde aramak gerekiyordu!
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish