İki bölümlük yazı dizisine ilk sözler:
İslam'da kastlar veya yüksek-alçak statüler yoktur.
Aksine, Kur'an-ı Kerim, insanlığın aynı erkek ve kadından geldiğini ve aile gruplarının veya kabilelerin yalnızca kimlik kolaylığı için olduğunu çok açık bir şekilde belirtir.
Kur'an-ı Kerim'e göre, doğum kimsenin üstünlüğünü belirlemez; aksine insanlar arasında en büyük erdemlere sahip olan yücedir.
Hz. Muhammed (S.A.S.), bu yönü daha da vurgularken son hutbesinde kişisel dindarlık ve doğruluk dışında ne siyahın beyaza ne beyazın siyaha üstünlüğü olduğunu, aynı şekilde ne Arapların Arap olmayanlara ne de Arap olmayanların Araplara üstünlüğü olduğunu açıklamıştır.
Yalnızca en büyük erdemlere sahip olan yüce olmalıdır.
Şimdi, bu tartışmasız bir gerçek olmasına karşın Hindistan alt kıtasındaki Müslüman topluluk arasında kast ve yüksek ve alçak köken kavramı yalnızca bir inanç sistemi konusu değil, aynı zamanda görev bilinci ile gözetilir ve bu gerçeklik gerçekten göz ardı edilebilir mi?
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Kast sisteminin Hindistan Müslümanları arasında yerleşmesinin önemli nedenlerinden biri, hangi Müslüman olmayanlar İslam'ı kabul ederse etsin, dinleri değişse de eski mesleklerinin olduğu gibi devam etmesi ve bu kastlar Sanatan ve Vedik dininde mesleğe göre belirlendiği için dolayısıyla bunların Müslüman topluluk arasında da devam etmesi.
Ayrıca, büyük ölçekli din değiştirme nedeni ile kaçınılmaz olarak Hint toplumunda "kirli veya basit işler" ile ilişkilendirilen bir mesleğe atfedilen etiket, Müslüman topluluğuna olduğu gibi geldi.
Dalit Müslümanlar olarak adlandırılan insanlar, Kuzey Hindistan'da "dokunulmaz" olarak dahi kabul ediliyor.
Onlar için yalnızca birlikte yemek yemek ve birlikte evlenmek yasak olmakla kalmıyor, birçok camide üst kast Müslümanlar ile aynı sırada saf tutmalarına dahi izin verilmiyor ki ayrı bir sırada durmak zorundalar.
Ya da örneğin, Maharashtra'da Seyyidlere ait camilerin çoğunda düşük kastlı din alimlerini imam olarak atamazlar ve ayrıca ilk sıra Seyyidlere ayrılmıştır.
Cemaat-i İslami dahil olmak üzere tüm Müslüman mezhep ve kastlarının evlilik sırasında kast sistemini çok sıkı bir şekilde gözlemlediği biliniyor (tek istisna Ahmediye Müslümanları).
Çoğu zaman bir kız yüksek nitelikli düşük kast Müslüman ile evlenmeyi düşünmek yerine, daha yüksek kastlı Müslüman olmayan biri ile evlendirilir (Rajput Müslümanları arasında yaygın bir uygulama).
Akla şöyle bir soru gelebilir:
Hindistan alt kıtasındaki Müslümanlar din değiştirmeden önce Hindu idiyse bugün neden Hindu-Müslüman krizinden söz ediyoruz?
Bunu ünlü Marathi yazar Raosaheb Kasbe bir yönü ile şöyle açıklamış:
Hindistan'ın Müslüman yönetiminin bir diğer önemli yönü, İslam'a geçen seçkin yönetici sınıf Hindu ailelerinin, çok dikkatli bir şekilde gerçekleştirildiği için dönüşümlerinin yüzde 100 tamamlanmış olmasıdır. Ancak İslam'a geçen Shudralar (işçi kastları) ve Ati-Shudralar (Shudraların düşüğü/dokunulmaz kastlar), Müslüman din adamları ve Müslüman yöneticiler tarafından görmezden gelinmiştir. Bu nedenle Müslüman olsalar da tamamen İslamlaşmamış ve asimile olmamışlardır. Bugün dahi birçok Müslüman hala Hindu ritüellerine sahip, yakın zamana kadar evlerinin içinde saklı Hindu tanrıları ve tanrıçaları dahi vardı. Büyük ölçekli dönüşümün gerçekleştiği daha büyük sınıf bu olduğundan, sosyo-ekonomik bağlamlarda uzun süredir boyun eğdirilmiş statüleri onları isyankâr, yönetici sınıf Hindu'ya karşı saldırgan hale getirdi. Hindu yönetici sınıfı tarafından Hindu iken kendilerine uygulanan muamele, şimdi daha saldırgan bir şekilde Müslüman olduktan sonra misilleme olarak görülüyor ve bu eğilim hala tamamen ortadan kalkmadı.
Hindistan Müslümanları arasındaki kastçılık (giriş):
Hindistan'da sosyal hiyerarşi veya kast sistemi hep Hindu topluluğu için dile gelse de bu yalnızca Hindulara özgü bir olgu değil, alt kıtadaki diğer birçok din ve toplulukta da görülür.
Hindistan'daki Müslümanların Hindu kast sisteminden muaf kalamadığı acı bir gerçek.
Hint Müslümanları da kast temelli tabakalaşmanın kurbanlarıdır ve üç ana sınıfa ve yüzlerce "Biraderi"ye (Farsça kökenli kardeşlik anlamına gelen Birader veya Biraderi, çoğunlukla Kuzey Hindistan Müslümanları tarafından kast gruplarını belirtmek için kullanılır) ayrılırlar.
Hiyerarşinin tepesinde kökenlerini Batı veya Orta Asya'ya dayandıran Eşref Müslümanlar vardır (örneğin; Seyyid, Şeyh, Babür, Peştun, vb. veya Rangad veya Müslüman Rajput, Taga veya Tyagi Müslümanları, Garhe veya Gaur Müslümanları, vb. gibi yerli üst kast din değiştirenler).
Seyyid Biraderi çok saygı görür ve statüleri Hinduizm'deki Brahminler ile neredeyse aynıdır.
Savarna Müslümanları (üst kastlar/ Eşrefler) Hindistan'daki tüm Müslüman nüfusun yaklaşık yüzde 15'ini oluştururken geri kalan kısmı geri kalmış, Dalit ve kabile Müslümanlarından oluşur.
Günümüzde Hindistan Müslümanları veya Güney Asyalı Müslümanlar arasında üst kast Eşrefler ile ardından alt kastlar Eclal (geri kalmış Müslümanlar) ve Arzal'ın (Dalit Müslümanlar) geldiği dikey bir kastçılık görülür.
Yani Hint Müslümanları üç ana kasta ayrılır: Piramidin tepesinde Eşrefler (kökenleri Arap yarımadası veya Orta Asya sakinlerine dayanan veya Hindu üst kastlarından dönen "soylular") bulunur, ardından sırasıyla Eclâller (Hindu alt kastlarından döndüğü söylenen "halk tabakası") ve Arzallar (Dalit din değiştirenleri olduğu söylenen "değersizler/küçümsenenler") gelir.
Kısacası, -Hindu kastını baz alırsak- Hindistan'ın İslam pratiğinde Eşrefler Brahminlerin, Eclâller Vaisyaların ve Shudraların ve Arzallar ise Ati-Shudra veya Dalitlerin eşdeğerleridir.
Temelde "Eşref" (yabancı kökenli Müslümanlar) ve "Eclal" (yerel din değiştirenler: Shudra veya Diğer Geri Kast Müslümanları) ikiliğini görürüz.
Eşrefler üstün grup olarak kabul edilir ve çoğunlukla iç evlilik yaparlar, Eclâller ise aşağı olarak kabul edilir.
Toplumun en alt tabakasından (bhangi, doom, choora veya sweeper) dönen Müslümanları belirtmek için başka bir kategori olarak da "Arzal" (Ati-Shudra veya Dalit Müslümanları) karşımıza çıkar.
Bir de Eclal ve Arzal'ı, yani alt kast Müslümanlarını ifade eden şemsiye bir terim olarak "Pasmanda" kavramı ile karşılaşırız.
Geri kalmış, Dalit ve kabile Müslüman toplulukları - Kunjre (Raeen), Julahe (Ansari), Dhunia (Mansuri), Kasai (Qureishi), Fakir (Alvi), Hajjam (Salmani), Mehtar (Halalkhor), Gwala (Ghosi), Dhobi (Hawari), Lohar-Badhai (Saifi), Manihar (Siddiqui), Darzi (Idrisi), Vangujjar ve diğerleri artık Pasmanda, yani geride bırakılanlar kimliği altında örgütleniyorlar.
Pasmanda hareketi dini kimlik yerine toplumsal kimlikte ısrar ediyor; Pasmanda hareketinin sloganı -Dalit-pichda ek saman, Hindu ho ya Musalman (Hindu veya Müslüman olsun, tüm Dalit-geri kalmışlar aynıdır)- tüm dinlerden Bahujan topluluklarının birliğini vurgular.
Ki Bahujan, "çoğunluk" anlamına gelir; Hindistan'ın demografik çoğunluğunu oluşturan Planlanmış Kastlar ve Planlanmış Kabileler, Diğer Geri Sınıflar, Müslümanlar ve azınlıkların birleşik nüfusunu ifade eder...
Eşref-Eclal-Arzal: Hindistan Müslümanlarının hiyerarşik yapısına mercek tutmak:
İslam'ın eşitlik ilkesi ne yazık ki Biraderi ve kastçılık gibi eski kavramları fark ettiğinizde zayıflıyor.
Burada bölünme etnik köken ve soyağacına dayanıyor.
Elbette kastlar İslam sözlüğünün bir parçası değil, ancak Hindistan'da (ve İran'da) genişlediğinde kast sisteminden de nasibini aldı.
Biraderi Sistemi temelinde khandan (hanedan, aile veya soy) ve nasal (kan bağları ve soya dayalı grup) hiyerarşik sınıflandırması görülür.
Sosyal tabakalaşma, Hz. Muhammed (S.A.S.) Peygamber'in 7. yüzyılda vefatı ile söz konusu olan veraset savaşı ile başladı.
Kabileler ve önde gelen aileler kendi aralarında savaşıyorlardı çünkü hepsi Hz. Muhammed'in (S.A.S.) en yakın ailesi (Ehl-i Beyt) olmak istiyorlardı.
Bu, nüfusu Araplar ve Arap olmayanlar olarak ikiye ayıran Arap toplumunun önemli bir hiyerarşik belirleyicisiydi.
Ehl-i Beyt'in Hindistan'daki en eski izleri ise 8. yüzyılda bulunabilir.
Ve Arap olmayanlar da bölündü.
Günümüzde Güney Asyalı Müslümanlar genel olarak Araplar yani yüksek kast ve din değiştirenlerin torunları yani alt kast olarak ikiye ayrılmıştır.
Hiyerarşinin tepesinde Arap, Pers/Fars, Türk veya Afgan kökenli Eşrefler (soylular) bulunur.
Eşrefler, yabancı Müslümanların (Araplar, Persler, Afganlar, vb.) ve üst sınıf Hindulardan (Hindu Rajputlar) gelenlerin torunlarıydı.
Bu torunlar, insanları İslam'a döndüren (Eşref rütbesi veya Tabqa-i-Eşrefiye olarak bilinir) ve dolayısıyla üstün bir statü talep eden yabancı fatihlerdi (veya onlarla ilişkilendirilmişlerdi).
12'nci yüzyılda Hindistan'a gelen Müslümanlar, din adamları, soylular vb. gibi sosyal sınıflara ayrılmıştı.
Burada, iç ayrımlar zaten mevcuttu.
Farklı hiyerarşik pozisyonlar, menşe ülkeye ve Hz. Muhammed (S.A.S.) Peygamber'e yakınlık derecesine göre tanınır.
Eşref rütbesi, Hz. Muhammed (S.A.S.) Peygamber'e (Seyyidler durumunda) veya kabilesine (Kureyşliler durumunda) kadar uzanan prestijli bir soya sahip olduklarını iddia ederler.
Şeyh (Peygamber'in yoldaşlarının/arkadaşlarının torunları), Peştun (Afganistan'dan gelen göçmenlerin torunları) ve hatta Babür (Orta Asya ve İran kökenli) de bu gruba dahil edilebilir.
Seyyidler, soylarını doğrudan Hz. Muhammed'in (S.A.S.) kızı Hz. Fatıma'dan alırlar ve şeref statüsünde en yüksektedirler (Hindu kast sistemini düşünürsek, Hindu Brahminlere benzer); ardından sırasıyla Şeyhler, Babürlüler ve Peştunlar gelir.
Birçok Eşref, Seyyid durumunda ya ulemadır ya da toprak sahibi, tüccar veya iş adamıdır.
Birinin doğum grubu, sosyal statüyü tanımlamak için önemli bir ölçüt oluşturur.
Pasmandalar, Eclal ve Arzal Müslümanlarını içerir.
Bunlar, hepsi Hinduizm'den dönen, genellikle alt kastlardan olan Eşref olmayan topluluğu oluştururlar.
Orta seviyede, Eclal (aşağı doğumlu) kitleleri temsil eder.
Statüsü, İslam'a dönenlerin torunları olmaları ve Eşref'in aksine mesleği (peşa) ile tanımlanır.
Çiftçiler, tüccarlar ve dokumacılar (Ensar ve Julaha) gibi birçok orta statü kastı bu kategoriye girer.
Kırsal kesimdeki Eşref'in büyük bir kesimi, bu kategorinin Hindistan Müslüman toplumunun (millet) bir parçası olmadığına inanır.
Sosyal ölçeğin en altında Arzal bulunur: Hinduizm'de olduğu gibi sözde "kirli/basit işler" yapan "dokunulmazlardan" oluşan bir gruptur: Kasaplar, çamaşırcılar (dhobi), berberler (nai, hajjam), tabakçılar (chammar) vb. gibi hizmet kastları.
Hindu kast sistemine sahip toplumlarda olduğu gibi, Müslüman toplum grupları arasındaki ilişkiler de toplumsal tabular (sofra paylaşma, evlilik, sosyalleşme) ve mekânsal kısıtlamalar (ev alanlarına ve ibadet yerlerine erişim, mezarlıklarda ve mahallelerde ayrımcılık) tarafından yönetilir.
İslam, Kuzey Hindistan'a MS 711'de (Hicri takvim 92'de) fetihler ve Güney'e ticaret yoluyla girdi.
Bununla birlikte, Hindistan'da İslam'ı yaygınlaştıran güç grupları da geldi.
Irk ve doğuştan gelen gurur, halihazırda var olan sosyal tabakalaşma ile karıştı ve kişinin aile kökeni temelinde daha fazla ayrımcılığa yol açtı.
Statü ve otorite pozisyonları ya başlangıçta istilacı ordulara eşlik eden aile üyelerine ya da orijinal göçmenlerin soyundan gelenlere atandı.
Yaygın inanışa göre, din değiştirmeler başladığında Hindistan'ın Müslüman toplumunu ayrıştıran Hindu kast sistemiydi.
Ancak çoğunluğu Hindu olan bir ortamda kast sistemini bir uzlaşma olarak benimseyenlerin İslam fatihleri olduğunu ileri süren iddialar da bulunur.
Toplum, orijinal olanlar (yabancı etnik kökenli olanlar) ve dine döndürülenler olarak ikiye ayrıldı.
Bu ayrım, bu geniş kategorilerin her birinin daha küçük bir dizi birime bölündüğü yerel düzeyde de kendini gösterdi.
Çeşitli Müslümanlar aynı şehirde dahi aralarında mesafeyi korudular.
İç gruplaşma yaygındı ancak çoğunlukla göz ardı edildi; çoğunlukla yalnızca yabancı ve Hint Müslümanları arasındaki ayrım kabul edildi; kastlar arası Müslüman ilişkileri yakından incelenmedi.
Ki yerel düzeydeki sosyal tabakalaşma çok karmaşıktır ve nüfus Hindu kastlarına benzeyen birçok sosyal gruba ayrılmıştır.
Eşrefler, Arzal Müslümanlarını Müslüman Güney Asya Topluluğu'nun (millet) bir parçası olarak tanımama eğilimindedir.
Sonuç olarak üst kast insanlarının önemli bir kısmı onlardan uzak durma eğilimindedir.
Bihar'da, bu tür Müslümanların ölülerini üst kast kardeşleri ile aynı mezarlığa gömmelerine izin verilmez, örneğin; ya farklı bir mezarlığa giderler ya da birkaç durumda ihmal edilmiş köşelerde boş bir yer bulurlar.
Evlilik kurumlarının durumu da aynıdır.
Biraderiler Müslüman toplumunun çok önemli bir parçasıdır.
İç evlilik, birçok kişi tarafından izlenen yaygın bir yol ve bu nedenle Hint Müslümanlar kendi biraderileri içinde evlenme eğilimindedir.
Kureyşliler, Hz. Ali'nin soyundan gelenler tarafından takip edilen en üst düzey Araplardır, örneğin.
Kısacası Hindistan'da -istisna olmasa da- din akışkandır ancak toplumsal kimlik, bu durumda kastın gölgeleri hep var olur; belki de toplum DNA'sındaki yerleşik güç ihtiyacı eşitlik hayalinin gerçekleşmesine izin vermiyor.
Hukuki tartışmalar
Müslümanlar arasında böyle bir tabakalaşmayı ilk kez resmen tanıyan 1901 Hindistan Nüfus Sayımıydı ve 133 sosyal grubu tamamen veya kısmen Müslüman olarak listeledi.
1911 Nüfus Sayımı, Uttar Pradesh'teki Müslümanlar arasında yaklaşık 102 kast grubu listeledi ve bunlardan en az 97'si Eşref olmayan kategoriden geliyordu.
Planlanmış Kast terimi, o zamana kadar azgelişmiş veya gerikalmış sınıflar olarak bilinen grupları ifade etmek için "1936 Hindistan Hükümeti (Planlanmış Kast) Emri" tarafından türetildi.
Bağımsızlıktan sonra, 1950 tarihli Anayasa (Planlanmış Kastlar) Emri No. 19'un 3. paragrafında (2. paragrafta yer alan hükümlere bakılmaksızın) Hindistan Anayasası, Hindu (Sih veya Budist) dininden farklı bir dine mensup olan hiç kimse Planlanmış Kast üyesi olarak kabul edilmeyecekti.
Bu, Hindular, Sihler ve Budistler dışında başka bir dini takip eden hiç kimsenin planlanmış kast olduğunu iddia edemeyeceği ve bu tür insanlara sağlanan avantajlardan yararlanamayacağı anlamına gelir.
Her iki Düzen de, 1936'da (gizlice) ve 1950'de (açıkça), kastın yalnızca Hindulara özgü olduğu varsayımında bulundu.
Bazı Hint Müslüman kastları yüzde 27 kotası altında Diğer Geri Kalmış Sınıflar (OBC) olarak tanınmasına karşın 1950 Kararı hala diğerlerinin yollarını tıkadı.
Hindu Shudralar ve Dalitler için söz konusu olabilen birçok kurumdaki rezervasyonlar, aynı miktarda ayrımcılık ve kaçırılmış fırsatlar ile karşılaşmalarına karşın hala birçok Eclal ve Arzal için benzer bir koruma mevcut değil.
Mevcut Hint Müslüman nüfusunun neredeyse yüzde 75'i Dalit Müslümanlardan oluşuyor.
1.'den 14'üncü Lok Sabha'ya (Parlamento alt meclisi) kadar seçilen 7 bin 500 temsilciden 400'ü Müslümandı; bunların 340'ı Eşref (üst kast) topluluğundandı, Pasmanda kökenli yalnızca 60 Müslüman 14. Lok Sabha'ya seçildi.
Eşreflerin her zaman fazla temsili olmuştur ve siyasi seçkinlerin bir parçasıdırlar.
Görünüşe göre durum sonraki Lok Sabhalarda da aynı seyrediyor.
Müslümanlar Hindistan nüfusunun yaklaşık yüzde 15'ini oluşturuyor.
Bu, Eşreflerin ülke nüfusunda yüzde 2'den biraz fazla bir paya sahip olduğu anlamına geliyor.
Ancak Lok Sabha'daki temsilleri kabaca yüzde 5'ler civarında.
Öte yandan, Pasmandaların nüfustaki payı yaklaşık yüzde 12 ve yine de Parlamento'da yalnızca yüzde 1'e yakın bir temsiliyete sahip oluyorlar.
Kurucu Meclis kayıtları, kurucu babaların Hindu olmayanların kast hiyerarşilerinden bir şekilde yalıtılmış olduğu varsayımı ile çalıştığını gösteriyor.
Bağımsızlık dönemindeki önemli Müslüman sorunu yalnızca Müslümanlar için ayrı bir seçmen kitlesi ve geri kalmış sınıflara (daha sonra OBC'ler olarak bilinir hale geldi) dahil edilmeleri ile sınırlıydı.
Yüksek Mahkeme kast hiyerarşisi konusunda kesin bir tavır takınmadı.
Anayasa mahkemelerinin içtihatları iki ayrı aşamaya ayrılabilir.
İlk aşamada mahkemeler, bir bireyin kastının İslam gibi bir dine geçiş ile birlikte ortadan kalkacağına karar verdi çünkü Hint olmayan dinler kast sistemini tanımıyor ve sonuç olarak Planlanmış Kast kavramı ve koruması onlar için geçerli olmayacaktı.
Ancak kast sistemi meşruiyetini Hindu dini metinlerinden aldığı için kastın bir Hindu olgusu olduğuna dair inanç, sömürge döneminden beri hükümetlerin ve akademilerin düşüncesine hakim oldu.
Ancak 1970'lerde büyük bir değişim görüldü, Yüksek Mahkeme "farklı bir yorum" benimsedi ve kastın varlığını sürdürmediğine, aksine din değiştirme ile "gölgelendiğine" hükmetti.
1980'lerin ortasına gelindiğinde Yüksek Mahkeme, kast "gölgesinin" din değiştirme sonrasında dahi varlığını sürdürdüğünü kabul etti.
Yani 1985'te Yüksek Mahkeme, kastın din değiştirmeden sonra dahi devam ettiğini kabul etti ancak Planlanmış Kastlara mensup kişilerin engellerinin Hristiyanlığa döndükten sonra dahi aynı kaldığını göstermek için daha fazla materyal aradı.
Ki mahkeme önüne getirilen materyalden memnun kalmadı ve buna göre, Yüksek Mahkeme anayasa lehine karar verdi.
Ocak 2020'ye gelindiğinde, Hindistan Baş Yargıcı Sharad Arvind Bobde, Hristiyanların ve Müslümanların Planlanmış Kast'tan sosyal olarak dışlanmasının dikkate alınması gerektiğini belirtti.
Hindu SC'ler ve OBC'ler yasa kapsamında koruma altına alındı, peki ya Müslüman enkarnasyonları?
Peygamber'in sözleri ile İnsanları küfre ve inançsızlığa sürükleyebilecek iki şey vardır: Biri ölü bedenin üzerinde yüksek sesle ağlamak, diğeri ise başkalarını doğumlarına (kast) göre düşük görmektir.
Bu sözler genellikle göz ardı edilir ve bunun yerine insanlar kutsal insana ne kadar yakın olduklarını bulmak için atalarını inceler; insanı O'na yakınlaştıran şeyin kan bağı değil, duaları ve iyi işleri aracılığı ile O'nunla paylaştığı bağ olduğunu unuturlar...
Yalnızca Hindu toplumunu değil, tüm Güney Asya'yı etkileyen bir Brahmini hastalığı olan kast, bölgesel ve kültürel farklılıklara karşın bu bölgedeki tüm dini topluluklar arasında ortak bir özelliktir ve bilgi, güç, mülkiyet, kaynaklar, evlilik ve onurun dağıtımı ve kontrolünde önemli bir rol oynar.
Yüksek Mahkeme önündeki temel sorun, -makul sınıflandırma testini geçemediği ve Hindu, Sih ve Budistleri tek bir entegre grup olarak ve diğerlerini olumlu eylem amacıyla ve bunu yapmak için anlaşılır bir gerekçe olmadan oluşturduğu için (Müslümanlar ve Hristiyanlar da benzer kast temelli ayrımcılıkla karşı karşıya olduğu için)- 1950
Emri'nin anayasanın 14'üncü maddesi uyarınca eşitlik ilkelerine aykırı olup olmadığı olacaktır.
Dalit Müslümanlar için adalet sorunu, Hindistan anayasasının ilan ettiği eşitlik idealleri için bir test.
Mahatma Gandhi, Dalitleri "Harijanlar" (Tanrı'nın insanları) ifadesi ile övüyordu ancak Müslüman muadillerini açıkça gözden kaçırmıştı...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish