Sahada üst üste gelen ve giderek hızlanan yenilgiler yaşayan Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK), insansız hava araçlarını daha fazla kullanarak hayati önem taşıyan altyapı tesislerini hedef almaya odaklandı.
Bu saldırıların en sonuncusu bu hafta ortasında, Sudan'ın kuzeyindeki hidroelektrik Merowe Barajı’na İHA’lar ile düzenlediği saldırıydı.
İHA saldırısı Hartum da dahil olmak üzere birçok eyalette elektrik kesintilerine yol açan hasara neden oldu.
Bahsi geçen saldırı Merowe Barajı ve tesislerine yönelik ilk saldırı olmadığı gibi, Sudan'ın çeşitli bölgelerindeki elektrik santrallerini hedef alan tek saldırı da değil.
Saldırıların, hayati öneme sahip bu sektörü hedef almaya ve insanların hayatlarını altüst etmeye, onlara sıkıntı vermeye yönelik kasıtlı bir strateji olduğu anlaşılıyor.
HDK'nin İHA'ları yalnızca sivil ve hayati önem taşıyan tesisleri hedef almıyor, bilakis, bu hafta ed-Dabba şehrinde, ondan önce de el-Faşir şehrinde ve birkaç kez Zemzem Mülteci Kampında olduğu gibi sivilleri de hedef aldı ve çok sayıda masum sivilin hayatına mâl oldu.
Bu saldırılardan hastaneler de nasibini aldı; örneğin HDK'ye ait bir insansız hava aracının, Faşir'deki Suudi Arabistan Eğitim Hastanesi'ne düzenlediği saldırıda aralarında kadınların, çocukların ve sağlık personelinin de bulunduğu 70'ten fazla kişi hayatını kaybetti.
Hadise geniş çaplı kınamalara neden oldu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
HDK'nin İHA saldırılarının askeri hedeflerden ziyade sivil hedeflere ve hizmet tesislerine odaklandığı dikkati çekiyor.
Bu da söz konusu kuvvetlerin bu stratejiden ne elde etmeyi umdukları sorusunu gündeme getiriyor.
Altyapıyı ve sivil tesisleri hedef almak, hiçbir askeri veya askeri olmayan gerekçeyle haklı gösterilemeyecek bir eylemdir.
Savaşlarda neyin serbest, neyin yasak olduğunu belirleyen, elektrik santrallerinden hastanelere, okullara, pazar yerlerine ve diğer sivil hizmet tesislerine kadar sivil tesislerin korunmasına vurgu yapan 1949 Cenevre Sözleşmesi başta olmak üzere tüm uluslararası hukuku ihlal eden bir eylemdir.
HDK'nin bu pervasız stratejiye başvurması, ordunun ve saflarında savaşan güçlerin eylül ayı sonlarında başlattığı büyük karşı saldırıdan bu yana üst üste aldığı yenilgilerin ardından, sahadaki askeri konumunun zayıflığını ortaya koyuyor.
Aynı zamanda, onu uluslararası insani hukuku ihlal etme suçuyla yargılanmaya götüren eylemlerde bulunmaya iten büyük bir umutsuzluk ve hayal kırıklığı yaşadığını da yansıtıyor.
Bu, 2 yıllık savaş boyunca uygulamalarından ve ihlallerinden en çok zarar gören vatandaşlarla arasındaki uçurumu derinleştirerek, onu içeride giderek yalnızlaştırıyor. Sivil olmaları bir yana hedefleri askeri bile olsa, İHA'lar tek başına savaşın sonucunu belirleyemez.
HDK altyapıya odaklanmaya bahis oynayarak, belki de normal hayata dönüşü sekteye uğratıp, elektrik gibi bugünün olmazsa olmazı bir temel hizmeti aksatarak vatandaşı yormayı, baskı altına alarak iradesini kırmayı umuyor.
Bu baskının amacı, vatandaşların ordu kontrolündeki bölgelerde kendilerini güvende hissetmemeleri ve hayatlarının istikrarsız olduğu izlenimini edinmeleridir.
Bunun, vatandaşları öfkelendirip, askeri komutaya baskı yaparak savaşı sona erdirmek için müzakerelere geri dönmesini sağlaması umuluyor.
Bir diğer neden ise üst üste aldıkları yenilgilerden dolayı hayal kırıklığına uğrayan ve yaygın bir şekilde paylaşılan videolarla liderlerini alenen eleştirmeye başlayan savaşçıları nezdinde medyatik kazanımlar elde etmeye çalışmak olabilir.
Bu bağlamda HDK liderliği, tabanının kışkırtıcı ve savaşın kuzeye kaydırılması çağrısında bulunan söylemini, belirli kabile bileşenlerini hedef alan ırkçı tonunu benimsemeye başladı.
Bu taktikler Hızlı Destek Kuvvetleri'ne yarardan çok zarar getirecektir.
Her halükârda ordunun kontrolü altında kalan bölgelere doğru ilerlemesini durdurmayacak, lakin halkın kendisine karşı hoşnutsuzluğunu kesinlikle artıracaktır.
Vatandaşların kendisinin, evlerini yıkıp, onları yerlerinden eden, geniş çaplı yağmalar gerçekleştirdikten sonra doğrudan kendilerini hedef alan, yaşamın temellerini ve altyapıyı sistematik olarak hedef alan, Sudan’ı onlarca yıl geriye götüren kontrolsüz bir milis gücü olduğu görüşünü güçlendirecektir.
Bunun da ötesinde altyapı ve sivil hizmet tesislerinin tekrar tekrar hedef alınması, bu kuvvetlerin liderliğinin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasının önünü açmaktadır, çünkü saldırılar uluslararası insancıl hukukta açıkça öngörülen savaş suçları kategorisine girmektedir.
Sadece bu kadar da değil, bu suçların işlenmesine ortak olduğu düşünülen diğer taraflar için de hukuki sonuçlar doğurabilir.
Sivilleri ve altyapıyı hedef almak hiçbir zaman herhangi bir tarafa kesin bir askeri üstünlük garanti eden başarılı bir strateji olmamıştır.
Aksine, ters tepen, saldırgana karşı öfke ve nefret uyandıran ve onun halkın gözünde meşruiyetini kaybetmesine yol açan bir stratejidir.
Bu açıdan bakıldığında söz konusu strateji hem içeride hem de uluslararası alanda siyasi ve ahlaki bir intihar anlamına gelebilir ve uluslararası mahkemelerde hukuki kovuşturmanın kapısını aralayabilir.
Ülkenin başına gelen benzeri görülmemiş yıkım, insanların yaşadıkları acıları unutmasını zorlaştıracaktır.
Buna sebep olanların hesap vermekten kurtulması da ne kadar uzun sürerse sürsün, zordur.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.