Michael Fassbender'ın yükselişi, düşüşü ve sessiz geri dönüşü

İrlandalı aktör, Utanç, 12 Yıllık Esaret ve Prometheus gibi filmlerdeki rolleriyle 2010'ları muhteşem geçirdi, ardından ortadan kaybolmuş gibiydi. Pek dikkat çekmeyen bir dizi projeyle oyunculuğa dönerken, bu süre zarfında nerede olduğu merak ediliyor

(Reuters)

Michael Fassbender'ın yükselişi, düşüşü ve çok göze çarpmayan yeniden dirilişi Hollywood'un en merak uyandıran modern gizemlerinden biri. Cesur bir oyuncu, iki kez Oscar adayı ve auteur yönetmenlerin gözdesiyken, 2016 ve 2017'de izlediğiniz en kötü filmlerden başrolünde oynayan Fassbender’ın hızla parlayıp hızla sönen ve basitçe açıklanamayacak bir sinema kariyeri vardı. 12 Yıllık Esaret (12 Years a Slave). Utanç (Shame). Steve Jobs. Kardan Adam (The Snowman)? Bir başrol film yıldızı olarak cazibesiyse daha az şaşırtıcı: Cesaret, tehlike ve karizma; günümüzün Mescal'leri ve Keoghan'larına ilham veren hırçın ve serseri bir İrlandalı asiliği. Sonrasındaysa sanki yer yarılıp da içine girmiş gibi hiçbir iz bırakmadan ortadan kayboldu. 

Ve şimdi, Fassbender tıpkı sessizce gittiği gibi geri döndü. Sayılır. Steven Soderbergh’in 14 Mart'ta gösterime giren hafif ve sürükleyici gerilim filmi Black Bag, bu hafta sinemalarda ve Fassbender, evli iki casustan birini canlandırıyor.* Diğeriniyse tıpkı ekrandaki eşi gibi daima şık ve hafif mesafeli bir zarafeti temsil eden Cate Blanchett oynuyor. Fassbender için bu rol, bir başka hafif ve sürükleyici gerilimin hemen ardından geliyor: David Fincher imzalı The Killer, 2023’te Netflix’te yayımlanmış ve neredeyse çıktığı anda buhar olup uçmuş gibiydi. Fassbender'ın diğer yeni işleri de çoğunlukla aynı kaderi paylaştı. Örneğin, yönetmen Taika Waititi'nin hayal kırıklığı yaratan 2023 yapımı futbol komedisi Atan Kazanır (Next Goal Wins) ve geçen yıl yayımlanan, adı kadar anonim kalan Paramaount+ yapımı casus dizisi The Agency.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu rollerin hepsi Fassbender'ın gizemli soğukluğu üzerine kurulu. Casusları ya da suikastçıları oynamıyorsa, genellikle kaybolan ya da bilinmeyen yerlere kaçan adamları canlandırıyor: Atan Kazanır’ın yaralı futbol antrenörü ya da geçen yılın muhteşem derecede asi yarı biyografik hip-hop filmi Kneecap’te kendini ölmüş gibi gösteren IRA üyesi. Bu tür rolleri (neredeyse var olmayan adamları) oynamakta çok başarılı çünkü muhtemelen bunları canlandırırken çok rahat hissediyor. Bir ayağı sağlam basıyor, diğeriyse başka yerde. 

Peki Fassbender tam olarak nereye gitti? Oyuncu eşi Alicia Vikander ve iki çocuğuyla birlikte Lizbon'da yaşıyor. 2018'de oyunculuğa ara vermesinin ardından birkaç yıl yarış pilotluğu yaptı, biraz kafa karıştırıcı bir kariyer değişikliği ama yıllardır düşündüğü bir şeydi. 2016'da Time Out'a verdiği röportajda, “[Oyunculuk] için büyük bir iştahım ve enerjim vardı, deli gibi saldırdım. Ama artık biraz ara vereceğim” demişti. Hatta tamamen bırakmayı bile ihtimal dışı görmüyordu. 

Bir yanım, bir aktörün en iyi performansını sergilediği bir dönem olduğunu düşünüyor. Bir yolculuk yapılıyor, sonraysa yokuş aşağı iniliyor.

Fassbender’ın Hollywood'u adeta fethettiği dönemde bile bunun yaşandığını görmek mümkündü. Aktör, 2000-2010’da durdurulamaz bir yükselişteydi: Steve McQueen'in yürek burkan 2008 tarihli Açlık’ında (Hunger-2008) İrlandalı Cumhuriyetçi Bobby Sands’i, ardından Andrea Arnold'un 2009 yapımı Akvaryum’unda (Fish Tank) istismarcı bir üvey babayı ve Quentin Tarantino'nun 2009’da yayımlanan Soysuzlar Çetesi’nde (Inglourious Basterds) Britanyalı bir ordu subayını canlandırdı. Hollywood'da cesurca ilerlerken McQueen’le yeniden bir araya gelerek rahatsız edici ve çarpıcı Utanç’ta bir seks bağımlısını oynadı ve yeniden çekilen X-Men filmlerinde etkileyici şekilde kibirli Magneto'yu canlandırdı. Ridley Scott'ın Yaratık (Alien) serisinin devam filmi Prometheus'taki açık ara en şeydi, oynadığı siborg David, şefkatli bir sıcaklıkla ürkütücü bir tehditkarlık arasında ustaca gidip geliyordu. 2014’te McQueen’in 12 Yıllık Esaret’indeki korkutucu plantasyon sahibi rolüyle Oscar’a aday gösterildi. İki yıl sonra da Danny Boyle'un iddialı Steve Jobs’ındaki başrolüyle ikinci Oscar adaylığını kazandı; Fassbender’ın performansı filmin zarif ve keskin MacBook estetiğini yansıtan bir incelik taşıyordu. David Cronenberg'in Tehlikeli İlişki’si (A Dangerous Method), Justin Kurzel'in hak ettiği değeri görmeyen Macbeth uyarlaması ve Lenny Abrahamson'ın komik, alaycı Frank'i de olağanüstü bir CV'ye eklendi.

Sonra işler kötüleşmeye başladı. İki tuhaf başrol filmi özellikle dikkat çekiyor. 2016 yapımı Assassin's Creed, onun seviyesinin çok altında kalan saçma sapan bir video oyunu uyarlamasıydı. Ardından 2017’de Jo Nesbø'nun bir romanından uyarlanan psikolojik gerilim Kardan Adam geldi. Talihsiz şekilde Harry Hole diye adlandırılan bir dedektifi konu edinen film, sanki bir delinin elinden çıkmış gibiydi; kötü dublaj, Sigur Rós şarkıları ve dünyanın en berbat seks sahnesinin yer aldığı tuhaf, kısmen tamamlanmamış ve neredeyse Lynchvari bir karmaşaydı. Fassbender’ın hakkını yememek lazım, bu başarısızlıklarda büyük ölçüde suçsuzdu. Hollywood'un yeni ve heyecan verici başrol aktörlerinin eksikliğini hissettiği bir dönemde Fassbender, geniş oyunculuk yelpazesi ve güçlü çekiciliğinin yanı sıra biyolojik ve toplumsal cinsiyetleri aşan bir cazibeye sahip olmasıyla öne çıktı. Hollywood'un ona gerçekten çok ihtiyacı vardı. Ancak belki de onu fazla kullandı. 
 


Fassbender ve Vikander, 2016 yapımı Hayat Işığım’ın (The Light Between Oceans) setinde birbirlerine aşık olduğundan üstünkörü bahsetmenin ötesinde ilişkileri hakkında büyük ölçüde ketum davrandı ama kariyerlerinin gidişatı benzer. Her ikisi de aynı anda uluslararası üne kavuştu, aynı anda Oscar'da dikkatleri çekti ve Hollywood'un absürtlüklerini birlikte deneyimledi. Harvey Weinstein'ın hüküm sürdüğü, bağımsız sinemanın tamamen maddi zorluklara yenik düşmediği, yetişkinlere yönelik dramalara adanmış butik film şirketlerinin hâlâ var olduğu ve yıldızların doğuştan değil, sektör tarafından “yaratıldığının” hissedildiği çok farklı bir Amerikan film endüstrisinin son oyuncuları arasındaydılar. Sektör, bu ikilinin dev isimler olacağına karar vermişti ve bize inatla dayatıldılar. Fassbender ve Vikander, 2014 ila 2018’de toplamda 25 filmde rol aldı, bu absürt üretkenlik hızı onları kısa sürede kaçınılmaz hale getirdi. Yorulmalarına, eşyalarını toplayıp Avrupa’nın yolunu tutmalarına şaşmamalı. 

Bu aynı zamanda Fassbender'ın oyunculuğa dönüşünün neden nispeten sessizce gerçekleştiğini de açıklayabilir. Katil, Atan Kazanır, The Agency ve Kara Torba Operasyonu’nu kısa videolarla tanıtsa bile uzun formatlı dergi veya gazete röportajlarından tamamen kaçındı. Esquire yok. Rolling Stone yok. New York Times yok. Bu tuhaf şekilde eşi benzeri görülmemiş bir durum. Timothée Chalamet bile ara sıra GQ'ya röportaj veriyor. Fassbender'ın basın karşısındaki sessizliği, şöhretinin zirvesindeyken gazetecilerin onu Utanç’taki çıplak sahneleri hakkında acımasızca sorguladığı ve kaba şakalar yaptığı fesat muameleden kaynaklanıyor olabilir. Ya da sadece konuşmak istemiyor olabilir, bir zamanlar (kendisini hiçbir şekilde Britanyalı olarak tanımlamadığını söylemesine rağmen) “Britanya'nın Brando'su” diye adlandırılan bir adam en gizemli eski sinema yıldızlarımızdan birine dönüştü.

Fassbender'ın altın çağından bu yana sektör kökten değişti; son dönemdeki çalışmalarının çoğunun doğrudan yayın platformlarına gitmesi de bunun göstergesi. Onunki gibi bir film yıldızlığı artık yok. Ancak bundan sonra asıl sorulması gereken, eski statüsünü yeniden kazanıp kazanamayacağı değil, bunu isteyip istemeyeceği.

Kara Torba Operasyonu, Türkiye'de 18 Nisan'da vizyona girecek.


independent.co.uk/voices

Independent Türkçe için çeviren: Yasin Sofuoğlu

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

DAHA FAZLA HABER OKU