Lars von Trier’in Parkinson teşhisi sinemanın sonu demek

Deccal'in (Antichrist) tartışma yaratan yönetmeni, David Lynch'in ölümünden haftalar sonra Parkinson hastalığı nedeniyle bir bakım merkezine yatırıldı. Bu tavizsiz sol sinema türünün sonu olabilir

(Reuters)

Birkaç yıl önce Somerset kapalı pazarında bir John Lydon konserine katılmıştım. Müzik iyiydi ve ortam neşeliydi, etraf engelli ve yaşlı punklarla doluydu. Yürüteçlere tutunan ve tekerlekli sandalyede oturan punklar vardı. Hatta külleri saklama kabına konmuş ölü bir punk bile vardı, eski Sex Pistols üyesinden küllerini sahneye dökmesini istemişti. Lydon da buna mecbur kalmış ve gülümsüyormuş gibi yaparak, "Kusura bakma dostum ama tadın Gauloises gibi" demişti.

Polislerin gençleştiğine dair sıkıcı atasözünü unutun. Yaşın gerçek ölçüsü punkların yaşlanmasıdır, en azından yeni dalga (new wave) müzik ve grindhouse sinemasının ışıltısında büyüyen bizler için böyle. Bir zamanlar 80'leri ve 90'ları coşturan yeni yetmelerin ve çılgınların sessiz sedasız huzurevlerine götürüldüğünü ya da vefat ettiğini ve arkalarından anma törenleri yapıldığını görmektir. Bu insanlar hayattayken vahşi, karanlık ve zevkli bir şeyi temsil ediyordu. Öldüklerindeyse bir dizi gülümseyen mim ve ilham verici alıntıya indirgeniyorlar. Hangisinin daha endişe verici olduğundan emin değilim.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Örneğin son zamanlarda David Lynch için yazılan övgü dolu yazıları okuyan biri, onun bir fincan sıcak kahve ve günlük meditasyon tavsiyeleriyle takipçilerini aydınlatan, Amerika'nın ayrıksı, iyi huylu amcası olduğunu düşünmesi anlaşılabilir. Kesinlikle böyle bir yönü vardı ama bu, ürettiği gerçek işin görmezden gelinmesi riskini de yaratıyor. Lynch'in sanatı şirin değildi. Straight'in Hikayesi'ni (The Straight Story) bir kenara koyacak olursak, kaotik ve vahşiydi, bizi iliklerimize kadar ürpertmek istiyordu. Ölümünün ertesi günü Lara Flynn Boyle, "İşte film yapımcılığının Willy Wonka'sı gidiyor" diye methiyeler düzüyordu, sanki Lynch bir grup hayran çocuğa "Pure Imagination" şarkısını söyleyip sonra da sahnenin solundan çıkmış gibi.

İnsan aramızdan ayrıldığında Lars von Trier'in nasıl tanımlanacağını hayal etmekten korkuyor. Sinemanın Just William'ı mı? Arthouse'un Horrid Henry'si mi? Şimdilik şükürler olsun ki hâlâ hayata tutunuyor, hınzır, beceriksiz ve muhtemelen yakın çevresinde kıyameti koparmaya devam ediyor. Ancak 2022'de Von Trier kendisine Parkinson hastalığı teşhisi konduğunu açıklamıştı. Geçtiğimiz ay yapım şirketi, şu anda Danimarka'daki bir bakım merkezinde tedavi gördüğünü doğrulamıştı. Yapımcı Louise Vesth, "Lars koşullar göz önüne alındığında iyi durumda" demişti. Bunu her türlü yorumlamak mümkün. 

Von Trier, "Bir film ayakkabınızdaki taş gibi olmalı" derdi, yani rahatsız edici, can sıkıcı ve bazen de düpedüz acı verici olmalı. Bu herkese (muhtemelen çoğu kişiye) hitap etmiyor ama Danimarkalının en iyi taşları, küçük elmaslar gibi ince kesilmiş sanat eserleriydi ve son 30 yılda bu kadar istikrarlı şekilde heyecan verici ve öfkelendirici başka bir yönetmen düşünemiyorum. Von Trier'in filmleri bizim onları sevip sevmememizi umursamıyor. Kışkırtıcı ve sarsıcılar. Neredeyse tiksinmemizi ve öfkelenmemizi isterler. Tuhaf şekilde onları güzel yapan da bu. Yıllardır tanık olduğum en şiddetli seyirci tepkisi Deccal'in (Antichrist -2019) Cannes'daki basın gösteriminde gelmişti. Bunu ancak Jack'in Yaptığı Ev'in (The House That Jack Built -2018) Cannes'daki basın gösterimi geçebildi.

Hayranları, Vesth'in Von Trier'in "koşullar göz önüne alındığında" iyi olduğu açıklamasında kuşkusuz bir teselli kırıntısı bulacaktır. Ancak Von Trier'in hep yaptığı şeyin bu olduğu da savunulabilir: Limonları limonlu turtaya dönüştürdü, o çakıl taşlarını elmasa çevirdi. Tüm filmlerini alkolizm ve depresyonun pençesinde çekti. Hiçbir zorluk olmasaydı bile meşhur Dogme 95 Manifestosu'nda yaptığı gibi büyük ihtimalle engelleri kendisi yaratırdı. Buradaki kurallar kameranın elde tutulmasını, tür filmlerinin kabul edilemez olduğunu ve tüm çekimlerin doğal ses ve ışık kullanılarak doğrudan mekanda yapılması gerektiğini belirtiyordu. Kabul etmek gerekir ki Dogme 95 bir şakaydı ama bazı isabetli noktalara değiniyordu. Zorluk bir ayrıcalıktır. Asıl mesele zorluktur.
 


İş göremez hale gelmezse ve zorluklar aşılabilirse Von Trier'in bu yaz yeniden yönetmen koltuğuna oturması bekleniyor. Bir sonraki filminin adı After ve ölümle ilgili olduğu söyleniyor. Arkadaşı yapımcı Peter Aalbaek Jensen, "After her zaman Lars'ın fiziksel durumuna göre yapılmak üzere tasarlandı" diyor. 

Sınırlamaları her zaman yaratıcı bir şey için kullandı.

Boşluk (Enter the Void), Dönüş Yok (Irreversible) ve Climax'in uçuk yaratıcısı yönetmen Gaspar Noé, 2020'de ölümden döndüğü bir beyin kanaması geçirdi. Hastaneden daha ağırbaşlı ve düşünceli bir ruh haliyle çıkarak, Paris'teki sıkış tıkış bir dairede ölmek üzere olan yaşlı bir çifti konu edinen muhteşem Vortex'i (2021) çekti. Noé'nin gürültülü, ukala ve stroboskopik filmlerine kıyasla sessiz ve sinsi Vortex, After'ı çekebilirse Von Trier'in gitmeyi seçebileceği yöne işaret ediyor. Hayatta kalmanın, ölümü atlatmanın ve farklı türde bir film yapmanın mümkün olduğunu gösteriyor. Von Trier'in kendine has provokasyonları kadar canlı olmayabilir ama alternatiften daha iyi.

Yine de bunun, tavizsiz sol sinemanın belli bir türünün sonu olup olmadığını merak ediyorum. Lynch çoktan aramızdan ayrıldı. Von Trier ve Noé hasta. Almodovar ve Ferrara yaşlandı. Bu arada onların doğal halefleri olan Yorgos Lanthimos ve Pablo Larraín de zamanından önce olgunlaşmış görünüyor.

Belki de rahatsız edici, karanlık sinema artık karşılayamayacağımızı düşündüğümüz bir lüks. ABD Başkanı, "Trump Gazze" filmini hayran kitlesiyle paylaşırken ya da Elon Musk sahnede Teksas Katliamı (The Texas Chainsaw Massacre) cosplay'i yaparken durum böyle. Ancak Lynch ve Von Trier'in filmleri aşağılayıcı ya da zehirli değil. Heyecan verici, harekete geçirici ve bazen de çıldırtıcılar; Kandinski, Picasso ve Klee'nin Nazilerin "dejenere sanat" diye etiketlemeyi seçtiği soyut eserlerine eşdeğerler. Filmler en iyi arkadaşınız, eğlendiricinizdir, hatta bazen kendinizi güvende hissetmenizi sağlarlar. Ancak farklı türde filmler yapan, öfkelendiren, kalıpları kıran ve hepimizin ayakkabısına taşlar koyan yönetmenlere de ihtiyacımız var.


https://www.independent.co.uk/voices

Independent Türkçe için çeviren: Yasin Sofuoğlu

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU