Peki ne yapacağız?

"İsrail ile birlikte o çukuru kazan ve hepimizi içine düşüren Hamas ve Hizbullah'a gelince, silahlarını teslim etmeyerek, bitmesi gereken aşamayı uzatıyorlar"

Fotoğraf: AP

Binyamin Netanyahu yönetiminde İsrail'in davranışları, birbiriyle iç içe geçmiş iki eğilimin birleşimi tarafından yönetiliyor; mutlak olağanüstülük ve en kötü niyet varsayımıyla yüklü proaktiflik.

Bu anlamda olağanüstülük, yasaları ve gelenekleri ile normal olanın askıya alınmasıdır.

Normal olanı askıya alma gücünün, askıya alan tarafa ait münhasır bir hak sayılmasıdır.

Bu da dünyayı ortası olmayan mutlak düşman ve mutlak dost olmak üzere ikiye bölmektedir.

Proaktifliğe gelince ister Filistinli ister Arap olsun, “ötekinin” peşinen kötü olduğunu varsaymak ve sonra buna göre hareket etmek anlamına gelmektedir.

Komplocu bir bilince eşlik eden böyle bir eğilime göre barış için risk almaya veya onu denemeye fırsat verilmemeli.

Çünkü kötümserliğin yersiz olduğu kanıtlansa bile, başkaları hakkında kötümser olmanın bedeli, onlar hakkında iyimser olmanın bedelinden çok daha azdır.

Zira bu iyimserlik, tanımı gereği yerinde olamaz.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu iki eğilim, Filistinlilerin barış istemediği ve istemeyeceği, Arapların çoğunun da soğuk barış türünün ötesine geçecek barışlardan çekindiği yönündeki İsrail hipoteziyle etkileşim halinde gelişti.

Dolayısıyla geleceğe dair hesaplar, güç kullanımında bir kısıtlama oluşturmamalı, çünkü zaten “bizimle onlar arasında” bir gelecek olmayacaktır.

Bu görüş İbrani devletinde, siyasi karşılığı gibi büyüdükçe büyüdü.

Son çeyrek yüzyılda gittikçe radikal bir hükümetten daha da radikal bir hükümete geçiş yapıldı.

Filistin ve Maşrık bölgesinde bu durum, milislerin güçlenmesi ve İran-Suriye ekseninin önerilen veya potansiyel barış süreçlerine veto koymada başarılı olması şeklinde karşılık buldu.

Bu İsrail algısının yol açtığı davranış biçimine gelince, başkalarıyla ilişkilerde salt şiddeti, suç ve öldürmeyi baskın kılmaktır.

İsrail'in özellikle Gazze'deki Filistinlilere ama aynı zamanda yakın coğrafi komşularına karşı tavrı da bu şekildedir.

Düşman olarak sınıflandırılan bir dünya ile ilişkiye görmezden gelme ve küçümseme hakimdir.


Savaşlar ve özellikle de hukuka en az önem verenler bu şekilde vahşileştiğinde hem mecazi hem de gerçek anlamda ortak bir imgede yansımasını bulan bir “felsefe” hâkim olur.

O da çocuklar ölsün, hatta daha anne karnındaki bebekler ölsün, çünkü eğer yaşarlarsa sadece bizi öldürecek bir düşman olacaklar.

Böyle bir bakış açısıyla, en radikal İsraillilerin “Gazze'de masum yok” gibi sloganları ve çağrıları yükseldi.

Lübnan ve Suriye'deki yeni koşullara demir yumrukla karşılık veren politikalar ortaya çıktı.


Bugünün dünyasında, hukuk ve adalet kavramları geriliyor ve Amerikalıların İsrail'e verdikleri yetki neredeyse mutlak hale geliyor.

Evrensellik, ona katılım ve zayıflara şefkat ilkeleri geriliyor.

Bizi pek az halkın ve milletin maruz kaldığı bir çıkmaza sürüklüyor, zira savaşlar ve İsrail'e karşı direniş artık kesinlikle gündemde değil.

Aynı imkânsızlık, hem İsrail ile var olan teknik açığı kapatma, hem de Filistinlileri destekleyecek dünyada güçlü dostlar edinme konusunda da geçerli.

Geriye kalan tek yol olan siyaset ve diplomasi yolu ise engebeli, zor, dar ve küçük düşürücü.

Maşrık ülkeleri harap olurken, Gazze yerle bir olurken ve İsrailliler Şam yakınlarına kamp kurarken, kültürel ve entelektüel çevre yakıcı bir soruyla karşı karşıya: Ne yapmalı?
 


Elbette İsrail'in kötülüğüne ve tehlikesine dair yerici suçlamalarını sürdürmeyi, eski dilin hazinelerinden yeni malzemeler çıkarmayı tercih edenler var.

Böylece yaratıcılıkları, yergide ustalaşmakla sınırlı kalıyor.

Geçmişteki direnişçilerin ruhundan ilham almanın devam ettiği, bu ustaların heybesinde mevcut durumu ele alan pratik bir öneri bulunmadığı artık çok açık görülüyor.

Ama aslında en azından söz konusu ortamda yapılabilecek en olası şey, geçmişi ve onun bugünkü felakete ulaşmadaki rolünü gözden geçirmektir.

Ardından yaşananların daha iyi anlaşılmasını sağlayacak dersler çıkarmaya çalışılırken, aynı zamanda şu anda yaşananların geleceği etkilemesinin önüne geçmeye çalışmaktır.

Bu arada siyasetin ve diplomasinin çetin, zor, dar ve küçük düşürücü yollarını denemek, ne kadar kötü olurlarsa olsunlar, aydınlardan daha ileri olan politikacılara bırakılmalıdır.


Bugün ihtiyaç duyulan ve mümkün olan şey için gereken şartlara ancak politikacılar sahiptir.

Bu şey de tam olarak bu aşamanın işleyişi ve etkileri bakımından kapanıp gitmesidir.

Zamanın, tesadüflerin veya şu anda tahmin edilmesi zor kartların bir araya gelmesinin sonucu ortaya çıkmış olabilecek yeni unsurlara fırsat tanımaktır.

Zayıf ve aciz olunduğu söylemi, Filistin, Suriye ve Lübnan'daki üç yönetimin durumu, mevcut aşamayı ve ezici güç dengesinin işlediği yöntemi bitirmenin, kaçınılmaz bir başlangıç olduğunu gösteriyor.

Bu arada tek “umut ışığının” uzak, zayıf ve belirsiz olduğu biliniyor.

Üç yönetimin siyasetçileri ne “hain” ne de “aşırı” değiller ama onlar ve hepimiz, büyük zorluklarla çıkmaya çalıştıkları derin bir çukurun içinde yaşıyoruz.

İsrail ile birlikte o çukuru kazan ve hepimizi içine düşüren Hamas ve Hizbullah'a gelince, silahlarını teslim etmeyerek, bitmesi gereken aşamayı uzatıyorlar.

Böyle yaparak İsrail'in ufku kapatma, çukuru derinleştirme ve yalnızca olağanüstülüğe ve proaktifliğe güvenmeye devam etme politikasını izlemesine olanak tanıyorlar.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU