Bir zamanlar kelimelerin dünyayı değiştirebileceğine inanırdım; onların insanları birleştirebileceğine, umudu diri tutabileceğine…
Ancak artık sözler ağır.
Kelimeler yalnızca bir fikirden ibaret değil, aynı zamanda risk.
Çünkü yaşadığımız dönemde bir şey söylemek demek, yalnızca konuşmak değil; aynı zamanda karşı karşıya kalmayı, mücadele etmeyi, belki de yalnız bırakılmayı göze almak demek.
Bugün, sessizlik ve konuşmak arasında sıkışıp kalmış gibi hissediyoruz.
Sessizlik her zaman pasif bir tercih değildir.
Bazen sessizlik, anlamaya çalışmak, düşünmek ve olayları daha geniş bir perspektifle değerlendirmek için bir alandır.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Ancak kabul edelim, sessizlik çoğu zaman yanlış anlaşılır.
"Taraf olmak istemiyor" derler; "kaçarak kendini koruyor" diye düşünürler.
Peki gerçekten öyle mi?
Bazen konuşmamak, kırılgan bir anı anlamlandırmak için sessiz bir direnç olabilir.
Öte yandan konuşmak… Konuşmanın sorumluluğu ağırdır.
Bugün bir şey söylemek yalnızca kelimelerle değil, niyetle de ölçülür.
"Neden böyle dedi?" sorusu her şeyin önüne geçer.
Ancak konuşmak bazen gereklidir.
Çünkü anlamaya niyetli bir konuşma, kutuplaşmış kalabalıklar arasında bir köprü olabilir.
Sessizlik mi, konuşma mı?
Bu sorunun yanıtı, liderlerin stratejik aklı ve içinde bulundukları koşullara olan uyumuyla şekillenmelidir.
Belirli durumlarda sessizlik, krizi derinleştirmeden yönetmek için güçlü bir savunma mekanizması olabilir.
Ancak sessizlik hareketsizlik anlamına gelmez; bu dönemde şirketlerin eylemleriyle -STK’larla iş birliği, toplum yararına sosyal sorumluluk projeleri gibi girişimlerle- varlık göstermeleri kritik önem taşır.
Konuşmayı tercih eden işverenler ise şunlara dikkat etmelidir:
- Empati temelli konuşma: Konuşmadan önce dinlemek ve anlamak için vakit ayırmak… Başkalarının duygularını ve motivasyonlarını anlamak, çatışmayı çözmenin ilk adımı olabilir. Sesimizi duyururken niyetimizi empatiyle harmanlamak önemli. Empati, yalnızca anlamak değil; aynı zamanda bölünmüş toplumları yeniden bir araya getiren köprüler inşa etmek için kritik bir araçtır.
- Yapıcı dil kullanmak: Söylemlerimizi keskin suçlamalar yerine ortak çözümlere odaklamak; belki de bu yaklaşım kelimelerimizi daha etkili ve kapsayıcı kılar. Türkiye gibi kutuplaşmanın derinleştiği bir ülkede ne tamamen sessiz kalabiliriz ne de körü körüne konuşabiliriz.
- Küçük adımlarla başlamak: Çözüm bazen büyük fikirlerden değil, küçük ama anlamlı adımlardan geçer. Sessizlik içinde düşünmek, ardından konuşma ile somut bir harekete geçmek… Bu döngü, karmaşadan çıkmamızı sağlayabilir.
- Dayanışma odaklı olmak: Sessiz kalanlara alan tanımak, konuşanlara ise destek olmak… Birbirimizi yargılamak yerine, birlikte hareket etmenin yollarını bulmak.
Belirsizliğin gölgesinde işverenler: Temel sorunlar
Türkiye ekonomisinin mevcut durumu, iş dünyası liderlerini birçok yönden sıkıştırıyor.
Artan belirsizlik, baskı ve sektörel daralmalar, yalnızca yatırım kararlarını değil, operasyonel süreçleri de tehdit ediyor.
Bu zor koşullarda "konuşma mı, sessizlik mi?" sorusuna net bir yanıt vermeden önce karşılaşılan temel sorunları anlamak gerekiyor.
- Yatırım planları ve gelecek beklentileri: Devam eden belirsizlik ortamı, işverenlerin yatırım kararlarını ertelemesine neden oluyor. Bunun sonucunda ekonomik büyüme, girişimcilik ve istihdam alanlarında ciddi bir durgunluk gözleniyor.
- Sektörel daralmalar ve finansal riskler: İhracat, inşaat ve üretim gibi sektörlerde yaşanan daralmalar, şirketlerin gelirlerini düşürürken finansal yapılarda bozulmalara neden oluyor. Bu da işten çıkarmaların ve işletme kapanışlarının artması riskini beraberinde getiriyor.
- Siyasi baskıların doğurduğu çekinceler: İşverenler, yanlış bir iletişim veya söylem nedeniyle hukuki soruşturma ya da ekonomik yaptırımlarla karşı karşıya kalmaktan korkuyor. Bu da iş dünyasında ciddi bir çekingenliğe yol açıyor.
Patronlar neden konuşmuyor?
Sessizlik, Türkiye’deki iş dünyasının liderleri için en çok tercih edilen duruşlardan biri haline geldi.
Ancak bu tercihin ardında yatan nedenler son derece karmaşık:
- Hukuki riskler: Bir açıklamanın yanlış anlaşılması veya karşı tarafın hassasiyetine dokunması, hukuki soruşturmalara neden olabilir. Şirketler bu risk nedeniyle sessizlik stratejisini benimsiyor.
- Siyasi baskılar: Yanlış bir iletişim veya açıklama, hukuki soruşturmalar ve ekonomik yaptırımlara yol açabileceği için şirketler daha temkinli adımlar atıyor. Sessizlik ise bu çekincelerin doğal bir sonucu oluyor.
- Boykot tehdidi: Markalar, politik bir duruş sergilediklerinde boykot riskiyle karşı karşıya kalıyor. Bu durum yalnızca itibar kaybına değil, finansal zararlara da yol açabiliyor. Son yıllarda büyüyen linç kültürünün, kişisel intikam silahı haline getirilmesi ise ayrı bir endişe kaynağını oluşturuyor.
Boykot ve ayrışmanın derinleşmesi
Son yıllarda boykot, bir protesto yönteminden çıkarak karşılıklı hesaplaşma aracına dönüşüyor.
Bu durum toplumsal yapının temel değerlerini zayıflatarak ayrışmayı daha da pekiştiriyor.
Milletin ortak malı olması gereken platformlar ve kanallar, giderek belirli bir kesimin kontrolüne geçiyor ve toplumun geneline hitap etmekten uzaklaşıyor.
Bu durum geniş takipçi kitlesine sahip bireyler ve kurumlar üzerinde toplumsal olaylara karşı duyarlı olma beklentisini artırıyor.
Ancak asıl mesele, toplumun farklı kesimlerinin sadece kendi ideolojik çizgisine uygun söylemleri duymak istemesi.
Bu yaklaşım empati ve diyalog ihtiyacını gölgelerken, vicdanları yaralayan pek çok meselede sessiz kalmayı da eleştirilerin hedefi hâline getiriyor.
Sessizlik, kırılganlıkları anlamlandırmaya yönelik bir direnç olarak görülebileceği gibi, duyarsızlık şeklinde de algılanabiliyor.
Bunun aksine konuşmak, kutuplaşmış bir toplumda yanlış anlaşılma ve ötekileştirilme riskini içerebiliyor.
Sonuç: Cesaret ve stratejiyle ilerlemek
Bugünün iş dünyasında liderlik yalnızca şirket içi süreçleri değil, aynı zamanda toplumsal ve ekonomik dengeleri de gözetmeyi gerektiriyor.
Siyasi baskılar ve ekonomik belirsizliklere rağmen, doğru zamanda doğru adımları atan şirketler bu zorlu sürecin sonunda ayakta kalabilir.
Unutmayalım ki, liderlik yalnızca krizi yönetmek değil; geleceği inşa etmektir.
Eğer bir yerde insanlar bir şeye tepki veriyorlarsa, bunun nedenlerini anlamaya çalışmak ve çözüme odaklanmak uzun vadede daha sağlıklı bir yaklaşım olacaktır.
Çünkü liderlik, yalnızca ne zaman sessiz kalacağını ve ne zaman konuşacağını bilmek değil, aynı zamanda bu iki hâl arasında köprü kurabilme becerisidir.
nsanlık tarihi boyunca en büyük liderler duyguları dönüştürmek ve kaderin gidişatını şekillendirmek için kelimelerin gücünü kullandılar.
Zor zamanlarda umut verdiler. Öfkeyi büyütmediler. Bugün eksikliğini hissettiğimiz, sözleriyle çok şey başaracak büyük iletişimci liderler!
Bazen bir kelime günümüzü değiştirir. Belki bir kelime dizisi, insanlığın gidişatını daha iyiye doğru değiştirebilir.
Bugün iş dünyasının liderleri için sessizlik bir direnç, konuşma ise bir sorumluluk olabilir. Her iki durumda da esas olan; doğru zamanda doğru adımları atmaktır.
Son olarak Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın sözlerine kulak verelim:
Bugünkü günde bizim yapabileceğimiz tek şey, insanlarımıza itidal tavsiye etmektir; çünkü Türklere gidecek başka yer yok.
Türkiye hepimizin… Kaybedersek hep beraber, kazanırsak hep beraber!
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish