Nisan 2025, dünya ekonomisi açısından yalnızca rakamların değil, kuralların da değiştiği bir ay olarak tarihe geçebilir.
ABD Başkanı Donald Trump'ın duyurduğu kapsamlı gümrük tarifeleri, sadece uluslararası ticaret dengelerini değil, son 80 yılda kurulan liberal ekonomik düzeni de hedef alıyor.
Trump'ın bu çıkışı, geleneksel diplomasi çevrelerinde şaşkınlıkla karşılanmadı.
Çünkü bu adım, aslında birkaç yıldır ABD siyasetinde sessizce olgunlaşan, ama etkileri küresel ölçekte hissedilecek bir yaklaşımın nihai ilanıydı:
Küreselleşmenin sonu geliyor ve ABD, yeni bir ekonomik güvenlik düzeni kurmaya hazırlanıyor.
Bu açıklamanın ardından dünyanın dört bir yanından art arda tepkiler geldi.
İngiltere Başbakanı Keir Starmer, bu adımları "bildiğimiz dünyanın sonu" olarak tanımlarken; ABD basınında yer alan yorumlarda, bu politikaların "küreselleşme çağının bilinçli biçimde kapatılması" anlamına geldiği vurgulandı.
Çin, misilleme sinyali verdi. Kanada ve Meksika gibi ABD'nin yakın ticaret ortakları ise sessiz ama endişeli.
Avrupa Birliği Komisyonu ise ABD'yi açıkça "serbest ticaret ilkesine zarar vermekle" suçladı.
Artık mesele, yalnızca ekonomik değil. Bu tarifeler, yalnızca fiyatları değil, ittifak sistemlerini, güvenlik kavramlarını ve stratejik bağımlılıkları da etkileyen bir paradigma değişikliğinin parçası.
ABD'nin yeni tarifeleri, artık "ürün nereden geliyor?" sorusundan çok, "bu ülkeye güvenebilir miyiz?" sorusunu merkezine alıyor.
Ticaret, sadece alım-satım değil; ittifak, güvenlik, güç ve kontrol anlamına geliyor.
Teorik arka plan: Emekliye ayrılan imparatorluk, geri dönen coğrafya ve çözülen küreselleşme
Bugün ABD Başkanı Trump'ın tarifeleriyle görünür hâle gelen dönüşüm, aslında çok daha önce başlamıştı.
Trump'ın ticaret savaşları 2016'da kamuoyunun dikkatini çekmiş olabilir ama küresel sistemdeki gevşeme sinyalleri daha önce verilmişti.
Özellikle 2008 küresel finans krizinden sonra ABD'nin küresel liderliğinde yaşanan dalgalanmalar, Pax Americana'nın sürdürülebilirliğine dair ilk ciddi soru işaretlerini ortaya çıkardı.
Amerikalı jeopolitik analist Peter Zeihan, 2022 yılında yayımladığı The End of the World is Just the Beginning adlı kitabında bu eğilimleri yakalayarak, bugünkü dönüşümün çerçevesini yıllar öncesinden öngörüyordu.
Zeihan'a göre, küreselleşme bir fikir değil, bir güvenlik mimarisiydi ve bu yapının mimarı Amerika Birleşik Devletleri'ydi.
Soğuk Savaş'ın ardından ABD, hem düşmanı olan Sovyetler Birliği'ne karşı bir küresel ittifak kurmak hem de dünyanın refah seviyesini yükselterek istikrarsız bölgeleri sakin tutmak için ticareti açık tuttu, deniz yollarını korudu, sermaye hareketlerini serbestleştirdi.
Ancak Zeihan'a göre bu düzen geçiciydi. Çünkü ABD bu sistemi sürdürmek için artık bir neden görmüyordu.
Enerji bağımsızlığı sağlanmış, Çin'in yükselişi stratejik tehdit haline gelmiş, Amerikan kamuoyu ise küresel liderlik masraflarına karşı giderek daha isteksiz hale gelmişti.
Bu durumda, Zeihan'a göre kaçınılmaz olan bir süreç başlıyordu: Amerika'nın adım adım sahneden çekilmesi ve küreselleşmenin çözülmesi.
Zeihan, bu çözülmenin 5 temel sütun üzerinde yaşanacağını öngörüyordu: güvenlik, enerji, demografi, tedarik zincirleri ve rezerv para sistemi.
Bugün yaşananlar bu öngörünün sahaya yansımasından başka bir şey değil. Trump'ın attığı adımlar, Zeihan'ın teorik çerçevesini uygulamaya dönüştüren bir stratejik sıçrama olarak okunabilir.
Yeni dünya düzeninin izleri: Tarifelerin ötesinde bir restorasyon planı
Trump'ın tarifeleri, yalnızca ithalatı azaltma ya da ticaret açığını dengeleme aracı değil.
Aynı zamanda bir dünya düzeni tasarımı.
Tarifelerin satır aralarında, "ABD artık sadece bir pazar değil, bir düzen kurucu olarak yeniden sahneye çıkıyor" mesajı yatıyor.
Bu düzenin ilk izleri, enerji politikalarında açıkça görüldü. OPEC üzerinde kurulan baskılar sonucu petrol fiyatları aşağı çekildi.
Yüzeyde bu hamle, enflasyonla mücadele gibi görünüyor olabilir. Ancak arka planda, Rusya ve İran gibi ülkelerin gelir akışını kısmak ve jeopolitik baskı uygulamak amacı dikkat çekiyor.
Aynı strateji, rezerv varlıklar alanında da kendini gösteriyor.
Altın rezervlerinin merkezileştirilmesi, Bitcoin'in regülasyon altına alınması, dijital dolar projelerinin hız kazanması; Amerika'nın yalnızca fiziki üretimi değil, finansal rezerv yapısını da yeniden kontrol altına alma çabasının parçası.
Çünkü eğer mevcut sistem çökerse, rezervi yöneten kurallarını koyar.
ABD'nin tahvil piyasasında yaptığı düzenlemeler de bu sürecin görünmeyen ama etkili parçası.
Doların borçlanma aracından çok, jeopolitik kimlik belirteci olarak kullanılmaya başlandığı bir döneme giriyoruz.
Doları tutan ile tutmayan arasında, yalnızca ekonomik değil; stratejik bir ayrım yapılıyor artık.
Güvenliğin yeni adı: Ekonomik egemenlik
21'inci yüzyılın güvenlik paradigması değişiyor.
Bir ülkenin savunma kapasitesi, artık yalnızca ordusuyla değil; çelik üretimiyle, çip tasarımıyla, yazılım altyapısıyla ve ilaç stoklarıyla ölçülüyor.
Trump'ın tarifeleri bu bakış açısını sahaya yansıtan ilk büyük politika paketi.
Üretimi geri getirme çabası yalnızca işsizlikle ilgili değil. Stratejik bağımlılığı azaltma hedefiyle ilgili.
Çin'den alınan her ürün, potansiyel bir güvenlik riski olarak görülüyor.
Bir kriz anında kesilecek bir tedarik hattı, bir savaşın gidişatını değiştirebilir.
O nedenle ABD, kritik üretimi ülke içine çekmeye çalışıyor.
Veri ve teknoloji egemenliği de bu denklemde önemli.
Yarı iletkenlerden yapay zekâya, ödeme sistemlerinden sosyal medya algoritmalarına kadar her şey artık stratejik.
ABD'nin Çin merkezli şirketleri sistem dışına itmesi, yalnızca rekabet değil, siber güvenlik ve dijital egemenlik meselesi.
Artık kim kimin verisini işliyor, hangi ülkede hangi bulut sistemi kullanılıyor, bu bile diplomatik bir konu.
Bu strateji müttefiklik tanımını da dönüştürüyor.
ABD'nin ekonomik sistemiyle bütünleşmeyen ülkeler, isterse NATO üyesi olsun, ayrıcalıklardan faydalanamayabilir.
Ticaret, diplomasinin ön cephesi haline geliyor.
Yeni düzenin ayak sesleri: Parçalanan bloklar, yeniden kurulan haritalar
Yeni ekonomik güvenlik düzeni, dünyayı yalnızca daha korumacı değil; daha kutuplaşmış ve daha parçalı bir hâle getiriyor.
Avrupa Birliği stratejik özerkliği konuşuyor, Çin kendi ekonomik alanını tahkim ediyor, Rusya enerji üzerinden baskı kuruyor.
Her bölge kendi "korunaklı tedarik sistemini" inşa etmeye çalışıyor.
Bu yeni düzende müttefiklik artık yalnızca güvenlik anlaşmalarıyla değil; tedarik zincirleriyle, enerji akışlarıyla, dijital uyumla belirleniyor.
Jeopolitik haritalar yeniden çiziliyor, ama bu kez kalemler askeri değil, ekonomik.
Sonuç: Yeni ekonomik düzenin bedeli ve Amerika'nın iç hesaplaşması
ABD küresel düzeni yeniden kurarken dünyaya yeni kurallar öneriyor.
Ama bu kuralların en zor sınavı ABD halkı tarafından verilecek.
Çünkü bu dönüşüm; yüksek enflasyon, tedarik sıkıntıları, üretim maliyetlerinde artış ve finansal piyasalarda çalkantı gibi sonuçlar doğuracak.
Borsalardaki son çöküş dalgaları, milyonlarca Amerikalının emeklilik fonlarını doğrudan etkiledi.
Yatırımcılardan çok daha fazla, orta sınıf ve yaşlı nüfus bu daralmadan zarar görüyor.
Tarifelerin hedefi dış ticaret açıklarını azaltmak olabilir ama yol açtığı iç maliyet, halkın sabrını zorlayabilir.
Trump'ın güçlü popülist retoriği bu sancılı geçişi bir süre yönetebilir.
Ancak bu dönüşüm yalnızca bir söylem değil, ekonomik sabır ve sosyal rıza gerektiren bir yeniden yapılanma süreci.
Ve bu süreçte Amerikan halkının ne kadar dayanabileceği henüz belli değil.
Bugün Washington, dünyaya yeni bir düzen dayatıyor.
Ama bu düzenin kalıcı olup olmayacağı, önce Washington'un kendi içinde vereceği sınavla belli olacak.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish