Küresel ekonomi ve kaygan zemin

İllüstrasyon: Aïda Amer/Axios

Dünya bir kez daha belirsizlik bölgesine giriyor.

İkilem şu ki, bu belirsizliğin ikna edici bir sonu yok; olaylar hızlanıyor, bir fikri ve karşıtını beraberinde taşıyor.

Bu belirsizliği karakterize eden ise mevcut bilginin kalitesinin düşük olmasıdır.

ABD Başkanı Donald Trump, ABD pazarına girecek mallara uygulanan gümrük tarifelerini yükseltmeye yönelik son reformlarını açıkladığı günü “Kurtuluş Günü” olarak adlandırırken, bazıları kendisini “Kaos Günü” olarak adlandırdı.

Daha sonra doğudan batıya dünyanın hemen hemen bütün borsaları, bazıları on yıllardır görülmemiş sertlikte düşüşlerle sarsıldı.

Bazıları açıklanan bu politikaları, sonuçlarının çok daha sonra ortaya çıkacağı büyük bir küresel durgunluğun habercisi olarak görüyor.

Bazıları da piyasalardaki gergin tepkinin geçici olduğuna inanıyor. Bu piyasaların bir süre sonra toparlanacaklarını düşünenler de var lakin bunun ne kadar süreceği konusunda kimse kesin bir şey söyleyemiyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Kurtuluş Günü’nden birkaç gün sonra, ABD’de gruplar halinde bu politikaları kınamak için sokaklara dökülenler oldu ve bu politikaların kaçınılmaz olarak enflasyona ve emtia fiyatlarının yükselmesine yol açacağını savundular.

Tüm bunlar yaşanırken, tepkilerin Amerikan yasama organlarına kadar ulaşabileceğine dair ilk emareleri görmeye başladık.

Bazı ülkeler Amerikan ürünlerini boykot etme yönündeki popüler çağrılara hızla karşılık verdiler.

Bazıları ABD'den ithal edilen mal ve hizmetlere uygulanan vergiyi önemli ölçüde yükseltmekten çekinmezken, bir kısmı ise hâlâ bekleme aşamasında.

Küresel ekonomik ilişkiler konusunda iki varsayımla karşı karşıyayız;

Birincisi, yeni yönetimin dayattığı “korumacı” politikadır; yani devletin veya toplumun dış baskılara veya borçlara maruz kalıp iflasa sürüklenmesini önlemek için ithal edilen mal ve hizmetlerden vazgeçmek. Bu deneyimin öncülüğünü Sovyetler Birliği yapmış ve daha sonra Üçüncü Dünya’da uygulanmış ve başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

İkincisi, klasik “laissez-faire” (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) ilkesine dayanan açılım politikasıdır ki, bu da modern sömürgeciliğe ve ardından küreselleşmeye yol açtı.

İnsanlar ortak iyiyi aramak amacıyla çeşitli deneyimler yaşarlar, ancak soru şudur:

Bu ortak iyilik yalnızca söz konusu devlet ve toplumla mı sınırlıdır?

Yoksa ülkelerin ortak iyiyi elde etmek için iş birliği yapması ve birbirlerine destek olması mıdır ortak iyi?

Bu, cevabını bulamayacağımız varsayımsal bir soru, karşımızda ise gerçeğe dair bir okuma var ve bu okuma, bazı tezahürlerinde eğilimlerin ötesine geçmiyor.

Trump ikinci döneminde ve ABD Anayasası'nda yapılan son değişikliklerle birlikte üçüncü dönem başkanlığının sinyallerini veriyor.

Sadece bu fikir bile Amerikan siyasi elitlerini tedirgin ediyor ama bu onun peşinden gidebileceği ve Amerikan siyasi sularında daha büyük bulanıklığa yol açabileceği bir olasılık.

Eğitim ve araştırma kurumlarına ayrılan fonların azaltılması gibi Washington'un içeride attığı adımlar da pek çok siyasi tartışmayı beraberinde getiriyor.

Bunlar, bazılarına göre ABD'nin gelecekte teknoloji ve inovasyon yarışında kalma gücünü azaltan politikalar.

Buna bir de toplumun bazı kesimlerinde demokrasi için korku duyulmasına neden olan bir dizi politika ekleniyor.
 


Tarifelerin yükseltilmesi “Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi” programı kapsamında ABD’ye bazı yan ürünler ihraç eden kimi Üçüncü Dünya ülkelerine zarar verebilir.

Bu, ABD'nin, gelişmekte olan ülkelerin ürünlerini gümrük vergisi ödemeden Amerikan pazarına ihraç etmelerine yardımcı olmak, böylece bu ülkelerde ekonomik kalkınmayı desteklemek ve iç barışı sağlamak amacıyla 1974 yılında başlattığı bir programdı.

Amerikan pazarı da bundan faydalandı; çünkü bu ürünler daha ucuz ve hiçbir Amerikan ürünüyle rekabet edemezler.

Bu programın geçerliliği 2020 yılında Kovid salgını sırasında sona ermiş ve yenilenmemişti, ancak son 4 yıl boyunca her şey olduğu gibi devam etti.

Arap, Afrika ve Asya ülkelerinin aralarında olduğu bu ülkelere yönelik tarifelerin yükseltilmesi, bu ülkelerin ihracatında keskin bir düşüşe, dolayısıyla işsizliğe yol açacaktır.

Bu durum bu ülkelerden bazılarının siyasi ve sosyal istikrarını etkileyebilir, düzensiz göçün artmasına, hatta iç savaşlara yol açabilir.

Bu durum özellikle tarım (bazı ülkelerde), tekstil ve hafif sanayi sektörlerindeki yatırım akışlarının azalması veya yavaşlaması, dolayısıyla büyüme hızının düşmesiyle sonuçlanacaktır.

Bu ülkelerden bazıları misilleme niteliğinde ve belki de sonunu hesaplamadan, hemen kendisi de gümrük tarifesi uygulamaya ve önceki kolaylıkları kaldırmaya yöneldi.

Bu durum ise tepkileri büyütüyor ve küresel ekonomi daha da istikrarsızlaşıyor.

Ekonomisi ABD ile rekabet eden bir ülke olan Çin, hemen karşılık verip gümrük tarifelerini yükseltti.

Teknolojik yarışını (zenginliğin bir sonraki kaynağı) hızlandırdı ve tarifelerin yükseltilmesinden etkilenen ülkelerle, en kötüsünden kaçınmak için herkesi kapsayabilecek bir ekonomik ittifak kurmak amacıyla müzakerelere hız verdi.

Ekonomi ve uluslararası ilişkilerde geçmişte görülmemiş bir yeniden yapılanmaya tanık oluyoruz ve bu durum küresel ekonomik ilişkileri kesinlikle çıkmaza sürükledi.

Özetle; bu politikaların sonucu olarak küresel ekonomide kaçınılmaz biçimde zenginler ile fakirler arasındaki uçurumun daha da büyümesi söz konusu olacaktır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU