Başka bir gün ya da başka bir hafta olsaydı bu açıklama, Atlantik’in iki yakasında da manşetlere taşınırdı. Ancak dünya liderleri, Başkan Donald Trump’ın gümrük vergilerinin yarattığı çalkantılarla meşgul olduğundan, ABD’nin İran’a teklif götürdüğü ve cumartesi günü doğrudan görüşmelerin yapılacağı haberi çok daha geri planda kaldı.
Yine de bunun ne kadar büyük bir politika değişikliği olduğunu vurgulamak gerek. Bu gelişme, Trump’ın geçen ay Vladimir Putin’le yaptığı ve Rusya’nın Ukrayna işgalinden bu yana Rus liderin üç yılı aşkın süredir dışlanmasına son veren telefon görüşmesinden çok daha büyük bir değişime işaret ediyor. Belki “Nixon’ın Çin ziyareti” kadar büyük değil fakat bölge ve ötesindeki politikaları dönüştürme potansiyeline sahip.
Birleşik Devletler ve İran, devrimci öğrencilerin ABD’nin Tahran büyükelçiliğindeki diplomatları 444 gün boyunca rehin aldığı 1979’daki İslam Devrimi’nden bu yana diplomatik ilişki kurmadı. O zamandan beri neredeyse hiçbir temas kurulmadı, tek istisna dışında: İran’ın nükleer faaliyetlerini sivil enerji çalışmalarıyla sınırlaması karşılığında yaptırımların kaldırılmasını öngören Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) adlı nükleer anlaşma.
ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) daimi üyelerinden biri olarak bu anlaşmanın tarafıydı ancak bu ikili ilişkilere pek yansımadı ve Trump, başkanlığının ilk 18 ayında İran’ı ihlallerle suçlayarak anlaşmadan çekildi. Bu yüzden ikinci döneminin başında İran’la yeni bir nükleer anlaşma için görüşmelere başlayan kişinin Trump olması epey ironik.
Diğer yandan böyle bir hamlenin mantıklı olabileceğini, hatta başarıya ulaşma ihtimali taşıdığını gösteren birçok neden var.
Trump büyük jestleri seven bir lider ve İran’la neredeyse yarım yüzyıl sonra görüşme başlatmak kesinlikle böyle bir jest. Bunun açıklanma şekli de aynı şekilde dikkat çekiciydi: İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yla kamera karşısında düzenlenen bir toplantı sırasında neredeyse laf arasında söylenmişti. Netanyahu, İran’ı ülkesine yönelik varoluşsal tehdit olarak gören bir lider. Geçen yıl ekimde İran’daki bir nükleer tesise misilleme saldırıları düzenlenmesine onay vermişti ve görev süresi boyunca İsrail’le İran arasında topyekun bir savaşın patlak vermesi hiç de uzak bir ihtimal gibi görünmedi.
Bu sürekli savaş ihtimali, Trump’ın İran’la görüşme kararı almasının sebeplerinden biri olabilir. Ancak başka stratejik ve pratik gerekçeler de artık politika değişikliğini gerekli kılıyor.
İlk döneminde de görüldüğü gibi Trump, dış politikasını özellikle sorun yarattığını düşündüğü birkaç ülkeye odaklama eğiliminde. Bu yaklaşım, sadece birkaç büyük sorunu çözerek birçok başka problemi de potansiyel olarak ortadan kaldırma amacı taşıyor. İlk döneminde Rusya’yla yakınlaşmayı istemesi (ama başaramaması) ve Kuzey Kore’yle yürüttüğü görüşmeler de aynı amaca hizmet ediyordu.
İkinci döneminde yine Rusya listenin başında yer alıyor, burada elde etmeyi dilediği kazançlardan biri de Ukrayna’daki savaşın sona ermesi. Ancak Ortadoğu’yu istikrarsızlaştırma kapasitesi bakımından orantısız güce sahip olan İran’ın da Trump’ın yaklaşımının hedeflerinden biri haline gelebileceğine dair önceden ortaya çıkan bazı işaretler vardı.
Bunun için gerçekten de en uygun zaman olabilir. İran’ın teokratik rejimi, uzun süredir görmediği ölçüde (kadınlar ve gençlerden) direnişle karşı karşıya, yaptırımlar da ülkeyi tehlikeli şekilde yoksullaştırdı. 80’li yaşlarının ortasındaki dini lider Ayetullah Hamaney’in de günleri sayılı olabilir.
Bölgesel anlamda İran'ın etkisi artık iki yıl önceki gibi değil. İsrail’in 7 Ekim saldırılarına yanıtı, sadece İran’dan bir miktar destek alan Hamas’ı değil, İran’ın güney Lübnan’daki güçlü vekilleri Hizbullah milislerini yok etme girişimlerini de içeriyordu. Suriye’de Esad rejiminin ani sonu, İran’ın hem nüfuzunu hem de kara bağlantılarını yitirmesine yol açtı.
Başta ülkenin yeni sayılabilecek Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan olmak üzere İran’ın Batı’yla uzlaşmaya açık olabileceğine dair sinyaller de vardı. Pezeşkiyan’ın geçen yıl eylülde BMGK’de yaptığı konuşma, neredeyse ABD ve Avrupa’ya bir açılım olarak okunabilir. Ciddi bir geri adım atmadan görevde kalmayı da başardı.
Tüm bunların, İran’ın yeni bir nükleer anlaşmayı değerlendirmeye hazır olduğu anlamına gelip gelmediği henüz belirsiz. Tahran, bu hafta sonu yapılacak görüşmelerin “doğrudan” olacağı hakkında şüphe uyandırdı ve nükleer politikadan taviz verilmeyeceğinde ısrar etti.
Yine de Trump’ın İran’la ilişkileri dönüştürmek için nadir bir fırsat yakaladığını ve Rusya dahil başka ülkeleri de kendi tarafına çekebileceğini düşündüğü açık. Moskova uzun süredir güney sınırında nükleer silahlara sahip bir İran ihtimalinden korkuyor ve Tahran’la iyi ilişkilerini sürdürüyor. Trump’ın, İran’la yeni bir diplomatik sürece Rusya’yı da dahil etmesi, özellikle ilk nükleer anlaşmanın altında imzası bulunan Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya'nın da dahil olması halinde, Moskova’yı tekrar uluslararası arenaya getirmenin bir yolu olabilir.
Donald Trump’ın görev süresinin üçüncü ayında, Air Force One’ın Tahran havalimanına varışını ve ABD Başkanı’nın şeref kıtası eşliğinde merdivenlerden inişini hayal etmek için henüz çok erken. Ancak ilk döneminde Trump’ın Kuzey Kore’deki Askerden Arındırılmış Bölge’ye (DMZ) gitmesi de dahil tuhaf olaylar yaşanmıştı. Koşullar bu kadar uygunken, yeni bir nükleer anlaşma ihtimali çok düşük olsa da Trump’ın ABD-İran ilişkilerini normalleştirmiş olarak görevinden ayrılması imkansız değil.
Independent Türkçe için çeviren: Yasin Sofuoğlu
© The Independent