Cehalet mi, ihtiyaç mı?

Vahap Uluç Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Gary Waters/Ikon Images

Her birimiz, belli bir zaman ve mekân içinde yaşarız.

Bu zaman ve mekân, aynı zamanda zihin dünyamıza hükmederek bizde bir bilinç oluşturur.

Hayatı ve çevremizi de bu bilinç üzerinden yorumlarız.

Çoğu zaman bu bilinç, zaman ve mekân yanılsamasına düşerek anakronizme yol açar ve bizi yanıltır.

Bilincin bu anlamda bizi yanılttığı temel hususlardan biri, bizden önceki toplumların yaşantısına ilişkindir.

Bilindiği gibi, modernizm öncesinde tüm dünyada geleneksel yaşantıya sahip toplumlar vardı.

Bu toplumlar da birtakım değerlere sahipti ve günlük yaşantılarını bu değerlere göre biçimlendiriyorlardı.

Kadın-erkek ilişkisinden tutun misafir ağırlamaya; suçluları cezalandırmaktan yönetim anlayışına kadar, içinde bulundukları koşulların etkisiyle kendilerince bir düzenleme oluşturmuşlardı.

Örneğin, bizim gibi Ortadoğu toplumlarında erkek çocukları, kız çocuklarından üstün kabul edilmiştir.

Kızlar evlendirildiğinde başlık parası alınmış, ayrıca mirastan mahrum bırakılmıştır.

Adam öldürme olaylarında intikam almak, suçluyu cezalandırmanın bir yolu; cesaret ise şerefli insan olmanın adeta ölçüsü kabul edilmiştir.

Talancılık, yani başka bir topluluğun mal varlığına el koymak hem hak olarak görülmüş hem de cesaretin ve mertliğin bir nişanı sayılmıştır.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Başka toplumlarda ise daha çarpıcı gelenekler vardı.

Örneğin, bazı kabilelerde kız çocukları doğar doğmaz öldürülürdü; Eskimolar ise yaşlılarını ölüme terk ederdi.

Bilincimiz, ilk etapta bize bütün bu uygulamaların, insanların bilinç düzeyinin düşüklüğünden, yani cehaletlerinden kaynaklandığını söyler.

Evet, bu insanlar -bugünkü insanlara göre- koşullar gereği daha ilkel bir yaşam biçimine sahipti; bilinç düzeyleri düşüktü.

Ancak kültürleri, adetleri ve uygulamaları yalnızca cehaletin birer ürünü değildi.

Zikrettiğimiz gelenekler elbette insani değildi; fakat bu toplumlar, koşulların kendilerine dayattığı şekilde, hayatta kalabilmelerine olanak sağlayan kurallar geliştirmişlerdi.

Bu bağlamda, aslında gayet rasyonel bir tutum sergiliyorlardı.

Örneğin, kız çocuklarını öldürmek bize çok vahşice geliyor.

Ancak yiyeceğin çok sınırlı olduğu bu topluluklar, kızların ekonomiye olan katkılarının sınırlı -belki de hiç- olmadığını düşünerek, topluluğun ayakta kalması adına böyle bir uygulamayı geliştirmişlerdi.

Yiyecek bulabilme durumuna göre, bu uygulama kız ve erkek ayrımı gözetilmeksizin hayata geçirilirdi.

Zorunlu bir sebep olmadan, bir insanın sırf cahilliğinden, durup dururken bebek yaştaki çocuğunu öldürmesi düşünülebilir mi?

Bir hayvan dahi sevk-i tabii ile yavrusunu sahipleniyorken, insan nasıl olur da cehaletinden yavrusunu öldürebilir?
 


Benzer bir uygulama Eskimolar'da da vardı.

Kıt kaynaklar nedeniyle, ekonomiye katkı sunamayacak yaşa gelen grup üyeleri ölüme terk edilirdi.

Bazı toplumlarda ise çok çocuk yapmak, doğacak çocuğun erkek olmasını arzulamak ve erkek çocuğun kız çocuğundan daha değerli kabul edilmesi, zorunlu bir ihtiyacın sonucuydu.

Başınızı yatağa koyduğunuzda sabah canlı uyanacağınızın garantisinin olmadığı; güçlü olan grubun, daha zayıf gruba saldırarak malına mülküne el koyduğu bir ortamda, en büyük ihtiyaç elbette ki eli silah tutan cesur erkeklere sahip olmaktı.

Sahip olduğunuz erkek sayısına göre güvenliğiniz sağlanabiliyorsa, çok çocuğa sahip olmayı ve doğacak çocuğun erkek olmasını istemekten daha rasyonel bir tercih olamaz herhalde.

İntikam almak da cehaletten kaynaklanmıyordu; bir ihtiyaçtan doğmuştu.

Devlet otoritesinin olmadığı, her kabilenin gücü oranında güvenliğini sağladığı bir ortamda, zayıf görünmemek ve saldırılara açık hale gelmemek için her saldırıya misliyle karşılık vermek, grubun can ve mal güvenliği açısından bir zorunluluktu.

Başlık parasını da bu bağlamda değerlendirmek gerekir.

Yoksul bir baba açısından, evin geçiminde kendisine yardımcı olan kızını gelin verirken aldığı başlık parası, iş gücünde yaşadığı kaybı bir nebze olsun telafi etmeye yönelik bir çabaydı.

Hülasa, en iptidai topluluklarda dahi var olan bir geleneğin, derinlerde yatan rasyonel bir nedeni vardır.

Dolayısıyla, yüzyıllarca uygulanmış her gelenek ve uygulamanın, son tahlilde bir ihtiyaçtan doğduğunu göz önünde bulundurmak gerekir.

Ve her toplum, neye ihtiyaç duyuyorsa, bir süre sonra onu bir değere dönüştürür.

Toplum açısından sorun şuradadır:

İbn Haldun, "Hayat, alışkanlıklardan ibarettir" der.

Toplumlar, bir gelenek ihtiyaç olmaktan çıksa da -bağlamından koparılarak- onu alışkanlık haline getirip yaşatmaya devam eder.

İşte tam da bu aşamada, söz konusu tutum irrasyonel bir kimlik kazanır ve cehaletle yorumlanmayı hak eder!

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU