Doğa, Tanrı'nın en saf dilidir.
Her halkın takviminde bazı günler yalnızca mevsimleri değil, ruhları da değiştirir.
Êzîdî Kürtler için bu özel günlerden biri, her yıl nisan ayının 13'üncü gününden sonraki çarşambaya denk gelen Çarşema Sor'dur.
Adı "Kızıl Çarşamba" olsa da, Çarşema Sor karanlığı değil; karanlıktan doğan umudu, yeniden doğuşu ve hafızayı temsil eder aslında…
Her inanç, karanlığa doğmuş bir ışık olur çoğu zaman.
Êzîdîlik ise o karanlığın içinden yankılanan en eski seslerden biridir.
Sessizliğe oyulmuş dualar, taşlara kazınmış inançlar ve göğe bırakılmış sırlarla örülüdür onun yolu.
Ve bu yolun kıvrımlarında, yılda bir gün, zaman bükülür.
Evren yeniden soluk alır.
Ruh, toprağa bir kez daha dokunur.
O gün, Çarşema Sor'dur (Kızıl Çarşamba).
Laleş Vadisi'nde o gün sessizlik bile kutsaldır.
Ayak sesleri, yüzyılların üzerinde yürür.
Her taş bir dilek, her su bir hatıradır.
Çocuklar duaları bilmeden mırıldanır ama rüzgâr onları tanır.
Toprak, o gün daha yumuşaktır; çünkü bilge bir anne gibi, evlatlarının her adımını kutsar.
Çarşema Sor, aynı zamanda hatırlamaktır: soykırımı, sürgünü, unutturulmak isteneni…
Fermanlarla silinmek istenen hafızanın ışıkla yeniden yazılmasıdır.
Êzîdîlik, tarih boyunca defalarca kez toprağa gömülmeye çalışılmış bir tohum gibi, Çarşema Sor'da toprağı delip yeniden çıkar yüzeye.
Êzîdî inancına göre Çarşema Sor, Tanrı'nın Melek Tavus'u yeryüzüne gönderdiği, yaşamın başladığı, evrenin düzene girdiği güne atfedilir.
Bazı anlatımlarda bu gün; ilk insanın yaratıldığı, ilk güneş ışığının yeryüzüne vurduğu, doğanın uykudan uyanıp nefes almaya başladığı an olarak görülür.
Bu yüzden Çarşema Sor, yalnızca yeni bir yılın değil, varoluşun da kutlandığı gündür.
Hayatın tüm döngüsü -ölüm, yas, doğum ve umut- bu günde birleşir…
Çarşema Sor sabahı, Êzîdîler mezarlıkları ziyaret eder. Atalarının ruhlarına dua eder, mezarlara çiçekler ve renkli yumurtalar bırakırlar.
Boyanmış yumurtalar, hem yeniden doğuşu hem de Melek Tavus'un “kozmik yumurtadan” çıkışını simgeler.
Yumurtalar boyanır o gün; çünkü hayat, bir kabuğun içinden çatlayarak çıkar.
Mezarlıklar ziyaret edilir; çünkü yaşam, ölülerin omuzlarında yükselir.
Çiçekler toplanır, renkler kapılara asılır; çünkü doğa unutmamıştır; insan unuturken bile…
Kırdan toplanan kırmızı, sarı ve yeşil çiçekler evlerin girişine asılır; çünkü doğa, Tanrı'nın en saf dili olur.
Bu ritüellerin her biri, hem doğayla kurulan bir bağ, hem de hafızayla kurulan bir köprüdür.
Evrenin yaratılmadan önceki ilk haline, karanlık boşluğa yapılan bir göndermedir.
Bazı anlatılarda, insanın sınandığı, ayrılığın ya da hüznün yaşandığı bir gün olarak da geçer.
Yani kara olan, acının ve dönüşümün yüküdür; ama aynı zamanda yeniden dirilişin de habercisidir.
2014'te Şengal'de Êzîdî halkına yönelik gerçekleşen soykırım girişimi, bu güne bambaşka bir anlam daha yükledi.
Artık bu gün, yalnızca inançsal ya da mevsimsel değil, direnişin, hatırlamanın ve yok sayılmaya karşı var olmanın günü haline geldi.
Yeryüzünün en acımasız ve doymak bilmeyen canlısı ne yazık ki bizleriz…
Ama sustuğumuz kadar da suçluyuz.
Bir dine mensup olan çocukların ölümü için yas tutar, dünyayı ayağa kaldırırken…
Başka bir dine mensup çocukların ölümü üzerine kulağımızın üzerine yatar, sağır taklidi yapar uyuruz.
Êzîdîler de tam böyle bir halk aslında…
İnsanlığın en karanlık utançlarından biri.
Êzîdîler katledilirken dünyanın büyük bir kısmı ya görmezden geldi ya da sessiz kaldı.
O sessizlik, sadece vicdanların değil, tüm insanlığın yara aldığı bir andı.
Çarşema Sor bu yüzden sadece sıradan bir bayram değildir.
Bir isyan, bir varolma eylemidir.
Her boyalı yumurta, artık yalnızca baharın değil; hayatta kalmanın, unutulmamanın, ses olmanın sembolüdür.
Her mezarlık ziyareti, yalnızca bir ritüel değil, bir tanıklıktır…
Sadece Êzîdî halkına ait bir gün değildir aslında.
İnsanlık tarihinin ortak duygularını taşır: karanlıktan doğan umut, kayıptan sonra gelen diriliş ve yok olmaya karşı gösterilen inatçı varlık.
Bu yüzden bu gün, her kimliğin, her halkın yüreğinde yankı bulabilmeli diye düşünüyorum…
Bazen bir gün, bir halkın yüreğine gizlenmiş bin yıllık bir sır, bir sessizlik kadar gür bir hafıza olur.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Her yıl Êzîdîler, atalarının izini süren bir halk olarak, yeniden doğuşun kıyısında bir sessizliği paylaşır.
Çünkü hatırlamak, her zaman aydınlık bir eylem değildir; bazen hatırlamak, ruhun en dipsiz kuyusuna bakmaktır; oradan bir ışık yakmaktır.
Bu yüzden sadece bir bayram değil, mevsimsel döngü de değildir yalnızca; o bir direniş biçimidir.
Biz, içimizdeki karanlığı tanımadan, o ışığı nasıl taşıyacağız?
Bir halkın sessizliğini duyabiliyorsak, belki de kendi içimizin gürültüsünden kurtulmuşuzdur.
Belki de toprağı dinlemeli, bir mezarın başında sessizce durmalı.
Çünkü o gün, sadece bir gün değil:
İnsanlığın kalbinin attığı en kadim ritim, en eski varoluş ritüelidir…
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish