Seni nasıl yazmalı bilmiyorum, nasıl anlatmalı seni…
Nasıl göz göre göre kendini heba ettiğini kime söylemeli.
Sırrı Abi bizim Aboş'tur, desem; kime ne anlatacağım.
Hemşehrin, arkadaşın, dostun Kahtalı Mıçe'nin ardından yazmıştın ya "Her insan, kendine ait bir dünya yaratır; Mustafa kendine ait bir dünya yarattı, burada yaşadı..." Ama sen yaşayamadın; 85 milyonun yüküne hamallık ettin.
Hastalığın bile göçebeydi, kah Ankara'da kâh İstanbul'da tedavi ettirmeye çalıştın.
Hayat çok yordu seni, bizler çok yorduk, ülke çok yordu.
Şimdi yoğun bakım odasında da yalnız bıraktık seni.
Ama diyoruz Adıyaman'ın suyundan içmiş, Berber Ali'nin torunudur.
İşkencelerden geçmiş, pes etmemiş, etmez diyoruz.
Hadi utandırma bizi.
Senin sana ait dünyan olmadı, sürekli koştun yoruldun, koştun hasta oldun, koştun kimse "dinlen" demedi.
"Barış gelirse dinlenirim" dedin. Şimdi kıyısındayız ama sen olmayınca eksik kalırız diye korkuyoruz. Bırakma bizi
Hayatın hep çileli oldu.
Adıyaman vilayet olduktan 8 yıl sonra (1962) doğdun, 8 yaşında baban Ziya Amca'yı kaybettiğinde hayatın acımasızlığıyla tanıştın
Adıyaman dışında vefat etmişti diye hatırlıyorum babanı, cenazesi çok kalabalıktı.
Şanslıydın ve şanssızdın.
"Önderler" dendiğinde "Adıyaman'ın komünistleri" derlerdi size.
Ziya Amca 1960'lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi'nin Adıyaman'daki kurucusuydu ve il başkanlığını yapmıştı, haksız da değillerdi.
Ama ne senin komünistliğin ne sosyalistliğin ne solculuğun tarif edilemiyordu. Yaşantın buna izin vermiyordu. Herkesin ezberini bozuyordun
Berberlik aile mesleğinizdi. Size miras kalmıştı.
Dede Berber Ali Amca kalender bir insandı. Tanımayan yoktu.
Çünkü derdine dermen arayanlar onun kapısını çalardı.
İyi bir şifacıydı. Otlarla, kremlerle millete şifa dağıtırdı. Sen Cezaevindeyken vefat etti. Şimdi yaşasaydı torununun derdine de derman olurdu
Amcaların Bekir ve Nuri Önder kardeşler iyi öğretmenlerdi.
Ailen tam Adıyaman kültürüydü.
Dayın Said-i Nursi'nin talebesiydi
Çok kültürlülük aileden sana mirastı.
Sen Türkmen'din ve Adıyaman'da Kürtlerin arasında büyümüştün.
Herkesin seni Kürt zannetmesi bu yüzdendi ama sen hem Türk hem Kürt olmayı becermiş bir çilekeştin.
Baban Ziya Amca vefat ettiğinde annen ve 4 kardeşinle birlikte dedenin evine sığındın.
Deden de solcu bir adamdı ama İşçi Partili değildi, CHP'liydi. Sizin aile fikir cümbüşüydü
Ellerinden öptüğüm Zeliha anne, Ziya amcadan sonra evlenmedi. Ziya Amca'dan sonra saçını sizin için süpürge etti, seni ve kardeşlerini büyüttü.
Annen diyordu ya "Para ile tapu bizi sevmiyor" diye; haklıydı.
"Bir ev alayım" dedin annene, evi aldın o da Adıyaman depreminde yıkıldı.
Çok şükür ki anne İstanbul'da yanındaydı ve ona bir şey olmadı.
Sen şimdi o yoğun bakımda yalnızsın ya annenin yüreğindeki depremleri bir bilsen, çok çabuk ayağa kalkarsın
Şanslıydın.
Önderler Adıyaman'da her ne kadar solcu olarak bilinse de o kadar da birbirlerine bağlı olarak bilinirler.
Önce akrabanın yanında fotoğrafçılık yaptın.
Baktın ki fotoğrafçılıktan aldığın ücret sizi geçindirmiyor.
Sıtma Savaş ve Eradikasyon Teşkilatı'na mevsimlik işçi olarak işe başladın.
O işi siyaseten kaybedince bir lastikçi dükkânı açtın.
Liseyi bitirene kadar hem lastik tamirciliği hem de amatör olarak fotoğraf çektin.
Kahtalı Mıçe için düğün fotoğrafçısı bile oldun.
Sırrı Abi hatırlarsan sonradan senin gibi milletvekili olan adaşın Sırrı Özbek Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde okurken, senin ortaokul 2. sınıfta dersine girmişti.
Sırrı Abi hep söyler; "Sırrı çok çalışkandı, sınıfta kendini belli ederdi" diye.
Senin derslerine giren Sırrı Abi daha sonra senin avukatın olacak ve örgüt üyeliğinden aldığın 16 yıl cezayı Yargıtay'da bozduracak ve 12 yıla indirecekti.
Orta öğretim yıllarında, babadan kalan bazı edebiyat kitaplarını bulup okumaya başladığında sol fikirlere yönelmen gayet doğaldı.
Çünkü Fakir Baykurt'la arkadaş olan bir ailede büyüyordun.
1978 yılında yani 16 yaşında Adıyaman Lisesi'nde okurken Maraş Katliamı'nı protesto ettiğin için cezaevine girdin.
Cezanı çektin, çıktın ve herkesin kazanamayacağı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni ilk tercihinde kazanarak Ankara'ya gittin.
12 Eylül Darbesi'ne 18 yaşında Ankara'da yakalandın.
Afişlerle aranmaya başlandığın zaman Ankara Altındağ'da bir gecekonduda saklandın.
Birisi ihbar etti ve yakalandın
105 gün işkence gördün ve sonrasında 12 yıl hapse mahkûm edildin.
İçeride açlık grevleri, protestolardan eksik kalmadın.
Mamak, Ulucanlar ve Haymana Cezaevi'nde yedi yılı aşkın yattın.
Sonra cezaevinden çıktın.
Kahtalı Mıçe'nin vefatından sonra yazmıştın ya, "12 Eylül'ün zindanından çıktığınızda, dağın değil de evin yolunu tutmuşsanız eğer, sizi daha sert duvarlar karşılardı. Açlık, yoksulluk hadi neyse, çoğumuz talimliydik de selamsızlık dayanılmazdı" diye. Bunun en iyi acısını sen yaşadın.
"Dar gün" dedikleri bu günlerde dost belli oluyordu.
Mustafa Abi (Kahtalı Mıçe) oturduğunuz yer minderin altına kendi yokluğuna rağmen elindeki parasını senin deyiminle kalbini bırakmıştı, sen de "İhtiyaç yok abi" dediğinde, "Niye babo, Almanya'dan mı geldin?" demişti.
Çileli ama güzel günlerdi.
Bu kadar yorulmamıştın ve henüz 25 yaşındaydın.
Adıyaman bu dönem ağır geldi sana, aslında birçok Adıyamanlıya da ağır geldi.
Pirin Palas: 12 Eylül döneminde Adıyaman'da bulunan işkence merkezine halk Pirin Palas demişti.
Senin Ankara'da yaşadığını, Adıyamanlılar Pirin Palas'ta yaşıyordu.
İstanbul'a giderek inşaatlarda çalıştın.
Elektronik işi yaptın, Anadolu'ya kamyon şoförlüğü yaparak dağıtıma çıktın.
Rızkını yurt dışında aradın. Kazakistan'da inşaatlara gittin.
Hep mücadele ettin, halen de ediyorsun.
Bir rahat yüzü görmedin, gitti.
Hayatın içinde bir mevzi olarak sinemayla uğraşmanın, köşe yazmanın da Meclis'te olmak kadar önemli yer tuttuğunu düşünüyordun onu başardın ama sana "Önümüzdeki dönem tarihsel öneme sahip" diyerek Meclis'e sokan arkadaşların senin peşini bırakmadı.
2010 yılında BirGün, sonra Radikal ve Özgür Gündem gazetelerinde yazarlık yaptın.
Çok da güzel yazdın.
Taksim'de her karşılaşmamızda "Yazı için bir yer arıyorum" diyerek yazılarını yetiştirmeye çalışıyordun.
Sırrı Abi senin her başarın çok değerli ama 2006 yılındaki "Beynelmilel" filmin bir başka.
Çünkü yaşamıştın ve filmdeki her şey bu sayede sahiciydi.
Senin Adıyamanlılığın gündeme geldiğinde 2014'teki Çankaya resepsiyonunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan'ın "Siz nerelisiniz?" diye sorduğunda "Adıyamanlıyım, çok afedersiniz Türk'üm, tedavi oluyorum" yanıtın halen bizi güldürüyor.
Sırrı Süreyya Önder, yaşadığı sağlık sorunlarını böyle anlatmıştıhttps://t.co/K2abT6dBCo pic.twitter.com/zpJP2hGra5
— Independent Turkish (@TurkishIndy) April 16, 2025
Sırrı Abi, ilk günlerde Gezi Parkı'na giren iş makinalarının önüne geçip görevlilerle tartışmaya girdiğinde "Ben ağaçların da vekiliyim" demiştin gülümsemiştik.
Sen insanın, ağacın, dağın, taşın gönüllerin ve barışın vekilisin.
Bilirsin Nemrut Adıyaman'da olmasına karşın Malatyalılar bize takılarak "Nemrut Malatyalıların" derler. Sen de "Daş yok mu daş" demiştin, hakkımızı Malatyalılara kaptırmamıştın.
Sana çok taş atıldı ama sen barıştan vazgeçmedin. Ülke TV'de yayımlanan "Meksika Sınırı" ve Kanal 24'teki "Kafa Dengi" programında performansın muhafazakâr çevrelerde de dikkat çekmiş ve seni anlamaya başlamışlardı.
Türkiye'de ne zaman barış dense hep bir adım öndeydin.
2013-2015 arasındaki "çözüm süreci" olarak adlandırılan dönemin en önemli isimlerden biriydin.
Seni barış için gönderenler sonra seni cezalandırdıklarında da sesini çıkarmadın ve hep barışa inandın.
Çok yorgunsun biliyorum.
85 milyonun yükünü sırtlayan barış hamalısın.
Bize, ülkeye, ağaca dağa taşa kurda kuşa çok lazımsın.
Abi lütfen sık dişini. Daha yapacak çok iş var.
Barışın filmini çekmeye söz vermiştin.
Lütfen bırakma bizi...
ji bo xwede (Allah rızası için)...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish