Kuzey Makedonya: Türkiye'nin Balkan vizyonunda stratejik bir dönüm noktası ve AB'nin tutarsızlıkları

Doç. Dr. Ali Oğuz Diriöz Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Değerli Independent Türkçe okuyucuları,

Bütün dünyanın gözü bugün (15 Mayıs) İstanbul’da gerçekleşecek Rusya-Ukrayna görüşmelerine çevrilmiş durumda.

Dün NATO Genel Sekreteri Rutte’nin bu önemli görüşmeden iki gün evvel Türkiye’ye gelişi, Türkiye’nin bölgedeki sadece Jeopolitik önemini değil, aynı zamanda diplomasi bakımından da önemli bir kolaylaştırıcı olduğunu kanıtlar nitelikte.

Rusya ile Ukrayna’daki savaşın sonlandırılması bakımından Türkiye’de 2022 yılında yapılan görüşmeler ümit vericiydi, her ne kadar savaşı sonlandırılmasa da Türkiye sayesinde Tahıl Koridoru anlaşması ve tutsakların değişimi gibi önemli süreçlerin gerçekleşmesi mümkün olmuştu.

İstanbul’daki görüşmede Avrupa Birliği’nin yer almayacak olması da bu kurumun aslında neden Türkiye’yi dışlamaması gerektiğinin, Türkiye ile çok daha samimi ve içten iş birliklerinin yapılmasının önem taşıdığının altını çizmektedir.

Lakin özellikle Von der Leyen başkanlığındaki AB Komisyonu’nun ne yazık ki bu vizyona sahip olmadığı ve Türkiye ile göç ve savunma konularında olduğu gibi, işlerine geldiğince (al-ver yaparak; İngilizce transactional) iş birliği yapma arzusunda oldukları gözlemlemektedir.

Ancak kurumsal bir içselleştirilmiş gerçek ortaklığa mesafeli durduklarını maalesef düşünmekteyim (Orta Asya’da Türkiye ile iş birliği yapmak yerine, tek başına hareket ederek bir de Kıbrıs meselesini oraya taşıyarak).

Hâlbuki Avrupa kıtasının güvenlik mimarisi baştan kurulacaksa, bu Türkiye gibi savunma sanayisi ve ordusu güçlü bir ülke ile birlikte inşa etmek mümkün olabilir.

Ve tekrar ediyorum, Türkiye’de tam üyelik hedefi dışında hiçbir ara formülü kabul etmemelidir, çünkü AB’nin gümrük birliği modernizasyonu ve vize serbestisi konularında dahi henüz gerekeni yapmamıştır. 

Avrupa kıtası, jeopolitik belirsizliklerle ve AB içerisinde yükselen aşırı sağ hareketler sonucu belli ölçüde AB’nin parçalanma yankılarıyla mücadele etmektedir.

AB bunun gibi meselelerle, tabiri caizse, mücadele etmeye devam ederken, Balkanlar da yeniden stratejik önem taşıyan bir bölge olarak öne çıkmıştır.

Bu dinamik bölgenin kalbinde ise küçük yüzölçümüne rağmen büyük öneme sahip bir ülke yer alıyor: Kuzey Makedonya (yani Türkiye’nin tanımış olduğu eski adıyla Makedonya).

Türkiye için Kuzey Makedonya, yalnızca tarihsel ve kültürel bir bağ değil, aynı zamanda Balkanlar’daki dış politika öncelikleri ve ticaret bakımından önemli bir partner ülkedir.

Türkiye’nin stratejik olarak öncelik gördüğü hususlardan biri de Balkanlar’dan Ortadoğu ile Orta Asya’ya uzanan geniş stratejik ticaret koridorlarıdır (Orta Koridor ve Kalkınma Yolu gibi hedefler. Bu bakımdan Kuzey Makedonya, Balkanlara ve oradan da Avrupa’nın geri kalanına açılan bir köprü niteliği taşımaktadır.)

Ancak Avrupa Birliği, mevcut von der Leyen Komisyonu yönetimi altındaki AB dış ilişkiler politikaları, hem Türkiye’ye hem de bölgeye yönelik tutarsız ve endişe verici bir yaklaşım sergilemektedir.

Bilhassa, Makedonya’nın NATO ve AB üyesi olabilmek adına anayasal ismini Kuzey Makedonya olarak değiştirmesine rağmen ve NATO üyesi olmasına rağmen, halen AB üyelik süreci belirsiz biçimde ilerlemektedir. Bu çelişki, uzun vadeli Avrupa istikrarını zedelemektedir.

Türkiye’nin Kuzey Makedonya ile ilişkileri, derin tarihsel bağlara, önemli bir Türk azınlık nüfusuna, ortak Osmanlı mirasına ve 1991’de Kuzey Makedonya’nın bağımsızlığından bu yana süregelen diplomatik ilişkilere dayanmaktadır.

Ancak kültürel yakınlığın ötesinde, Türkiye Kuzey Makedonya’yı bölgesel istikrarı teşvik etme, ekonomik bağlantılar kurma  konusunda kilit bir ortak olarak görmektedir.

Ankara’nın Balkan politikasının, ekonomik yatırımlar, eğitim girişimleri ve altyapı iş birlikleriyle giderek daha somut temellere oturduğu görülmektedir.

VMRO-DPMNE’nin son seçim zaferi ve Gordana Siljanovska-Davkova’nın Kuzey Makedonya’nın ilk kadın cumhurbaşkanı olarak seçilmesi, ülke için yeni bir siyasi dönemin sinyalini vermektedir.

Bu makalede vurgulandığı üzere, bu gelişme Üsküp’ün reform sürecini canlandırabilir ve Avrupa hedeflerine yeni bir ivme kazandırabilir —bu da Türkiye’nin destekleme konusunda eşsiz bir konumda olduğu bir fırsattır.

Türkiye’nin diplomatik pusulası giderek Balkanlara yönelmektedir; bu eğilim bu analizde de ortaya konmuştur.

Ankara, ekonomik angajman, kültürel diplomasi ve siyasi diyalogu birleştiren incelikli bir dış politika izlemekte ve dirençli ortaklıklar kurmaya çalışmaktadır.

Kuzey Makedonya, sadece diplomatik bir müttefik değil; Türkiye-Balkanlar-Orta Asya ekseni boyunca Ankara’nın yeniden canlandırmak istediği bölgesel entegrasyon ve ekonomik bağlantıların derinleşmesi için bir koridordur.

Bu bağlamda, Adriyatik’i Karadeniz’e bağlayan hayati bir altyapı hattı olan Koridor VIII gibi projeler merkezi bir rol oynamaktadır.

Ancak bu makalede de tartışıldığı üzere, Avrupa Birliği’nin bu tür girişimlere verdiği destek sınırlı kalmakta ve çoğu zaman Türkiye’yi -coğrafi ve stratejik açıdan ne kadar önemli olsa da- dışarda bırakmaktadır.

Ursula von der Leyen başkanlığındaki Avrupa Birliği Komisyonu, Türkiye’nin 'Avrupa güvenlik mimarisinin' bir parçası olduğunu defalarca vurgulamıştır.

Ancak bu yaklaşım çoğunlukla Türkiye’yi düzensiz göçlere karşı bir tampon ülke olarak konumlandırmakta ve onu gerçek bir stratejik ortak olarak kucaklamaktan kaçınmaktadır.

Batı Balkanlar ve Avrupa’nın yararına olabilecek anlamlı bağlantı, lojistik ve ticaret koridoru projelerine Türkiye’nin dahil edilmesindeki isteksizlik, AB’nin stratejik tutarsızlığını ortaya koymaktadır.

Balkanlar’dan Orta Asya’ya yönelik bu ticaret koridorlarında iş birliğinden ziyade, Türkiye’nin dışlandığı bir tutum göze batmaktadır. 

Ayrıca, AB’nin "çok vitesli Avrupa" söylemiyle meşrulaştırdığı seçici genişleme stratejisi, Kuzey Makedonya gibi ülkeleri uzun süredir devam eden bir üyelik belirsizliğinde bırakmıştır.

Bu makalede savunulduğu üzere, bu yaklaşım hayal kırıklığını derinleştirme ve dış etkilere kapı aralama riski taşımakta; bu da AB’nin güvenilirliğini zayıflatmaktadır.
 


Ayrıca Balkanlarda da olası gerilimlerin önlenebilmesi için gerekli istikrarın sağlanması da AB’nin isteksiz politikaları yüzünden de gecikmektedir.

Bu gerilimler, en belirgin şekilde Kuzey Makedonya’nın hassas jeopolitik dengelenmesi çabasında kendini göstermektedir.

Bir yandan, AB üyeliği hedefleri doğrultusunda, ülkenin isminin değiştirilmesi gibi, kendileri bakımından zor, hatta “acı verici” olarak nitelendirilen, tavizler verilmiştir.

Diğer yandan ise, halen belirsizlik içinde beklerken Türkiye’ye tutarlı bir ortak olarak yönelmektedir.

Ankara’nın Kuzey Makedonya’nın NATO üyelik sürecine verdiği destek ve uluslararası platformlarda yürüttüğü savunuculuk (yıllarca diğer ülkeler Former Yugoslav Republic of Macedonia - FYROM olarak nitelendirirken, bütün NATO belkelerinde bir * ile Türkiye’nin Makedonyayı anayasal ismiyle tanıdığı, her metinde belirtilmiştir.

Bölgesel ittifakların değişken  ve küresel istikrarın halen çalkantıda olduğu bu dönemde Üsküp için, Ankara güvenilir bir müttefiktir.


Mevcut durum, Brüksel ve Ankara arasında sıfır toplamlı bir rekabete dönüşmemelidir.

Kuzey Makedonya, AB entegrasyonu, bölgesel güvenlik ve Türkiye’nin Balkanlar’a angajmanının, birbirini güçlendirdiği üçlü iş birliği için bir model işlevi görebilir.

Birinin yapılması diğerine mâni değildir; AB-Balkan politikaları, Türkiye Balkan politikaları ve Türkiye AB politikaları ayrı ayrı yürütülürken, birbirleriyle çelişmeyip, aksine daha uyumlu olabilirler.

Fakat bu vizyonun hayata geçmesi için Brüksel’in stratejik tereddüdünü aşması ve kapsayıcı ortaklıklara yatırım yapması gerekmektedir.

Bu kapsayıcı ortaklıkları Balkanlarda en başta Türkiye ve Kuzey Makedonya’yla yapması gereklidir ve bu ortaklıklar sonucu hem Türkiye hem de Kuzey Makedonya makul bir yol haritası sonucu AB’ye tam üye olmalılar. 

Stratejik bağlantı yalnızca fiziksel altyapıyla ilgili değildir —bu, siyasi güven, ortak çıkarlar ve iş birliğine dayalı bir vizyonla ilgilidir.

Von der Leyen Komisyonu, jeopolitik uyanış üzerine yaptığı süslü açıklamalara rağmen, söylemleri gerçeklikle örtüştürmekte zorluk çekmektedir.

AB gerçekten Balkanlar’da direnç ve refahı teşvik etmek istiyorsa, Türkiye ile olan karşılıklı bağımlılığı kucaklamalı ve onu yalnızca bir işlem ortağı olarak değil, stratejik ortak olarak görmelidir.

Rusya ve Çin gibi dış aktörlerin etki alanı için rekabet ettiği bir dönemde, Avrupa’nın uzun vadeli güvenliği ve refahı stratejik muğlaklıktan fazlasını gerektirir.

Bu da stratejik netlik gerektirir—ve bu netlik, Türkiye’yi kenarda değil, Balkanlar’daki Avrupa angajmanının önemli bir unsuru olarak içermelidir.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU