İsrail'in deniz savunma duvarı ve Akdeniz'de makbul devletler oluşturma çalışmaları

Prof. Dr. Ali Arslan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

İsrail'in, "Merkezde Homojen Yahudi Devleti İle Filistinli Gettolar, Etraftaki Birinci Halka Peyk Devletçikler Ve İkinci Halka Makbul Devletler" oluşturma stratejisine göre hareket ederek: Sina yarımadasını yeni bir Ürdün haline getirerek hem Gazze'deki Arapları yerlerinden uzaklaştırarak homojen İsrail devletine geçişi hızlandırmak hem de kendi etrafında kurmayı hedeflediği devletçik ve yapıları oluşturarak çeperini sağlamlaştırmak istediğini; Arabistan'a NEOM projesi ile Kuzey Batı Arabistan'da İsrail'i güneyinde 170 kilometre uzunluğunda kendisine peyk olarak hizmet edecek, fiili bir sur kurmayı gerçekleştirmeye başladığını; Ürdün sınırları içinde Bakura ve el-Ğamr gibi çok önemli iki bölgeye kontrol ederek Ürdün-İsrail sınırında bir fiili kontrol sahası oluşturduğunu; Ürdün sınırdan başlamak üzere, Süveyda-Dera-Katana-Hermon Dağı hattını Lübnan'ın Akdeniz kenarındaki Sayda'ya kadar uzanacak kendisine dost bir Dürzi hilalinin alt yapısını tamamlamaya çalıştığını daha önceki yazılarımda izah etmiştim.

Böylece kara sınırları etrafındaki çeperini oluşturmada önemli bir başarı elde eden İsrail'in, bu çeperi tamamlamak için, Deniz Savunma Duvarı olarak adlandırdığım batısındaki Akdeniz sahilini boş vermesi ihtimal dâhilinde değildir.

Zira bu kurulmak istenilen İsrail kalesinin bir tarafında sur inşa etmeyerek açık bırakmakla eşdeğerdir.

Siyonistlerin Filistin'e göç etmeye başladıktan itibaren bu konuda hassasiyet gösterdiklerini de peşinen söyleyebiliriz.


Siyonistlerin geri dönüşte yerleşme önceliklerinin Filistin-Sina-Kıbrıs olduğu bilinen bir vakadır.

Şöyle ki, Kudüs dışında, Siyonist Yahudiler için önemli bir dönüm noktası olan Mikve Yisrael(İsrail Düşü) adıyla Filistin'deki ilk Yahudi kolonisinin kuruluşu, 1870 yılında, Osmanlı Devleti kontrolündeki bir liman şehri olan Yafa'da gerçekleştirilmişti.

Daha sonra Siyonistlerin yerleşmek istedikleri yer İngiliz kontrolü altında olan Sina Yarımadası olmuş ancak İngilizler buna izin vermemişti.

Yahudilerin Kıbrıs'a yerleşme çabalarını da 1878'den itibaren bu adanın yönetimini Osmanlı'dan devralan İngilizler uygun görmemişti.

Siyonistlerin Filistin- Sina-Kıbrıs üçgenine yerleşmek hedefi gerçekleşseydi, doğal olarak onların Doğu Akdeniz'in önemli bir kısmını kontrol etmesi ile neticelenecekti.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Sina ve Kıbrıs'a yerleşmeyi başaramayan Siyonistler, Osmanlı yönetimindeki Filistin'e yerleşirken Yafa'dan başlamak üzere sahil şeridine ve limanlara nüfuz etmeye özel bir gayret sarf etmişlerdi.

Sadece Yahudilerden oluşan koloniler kurulmaya başlayınca da buralarda silahlı unsurlar oluşturulmaya başlanmıştı.

Gelecekteki İsrail ordusunun alt yapısı, Fransa'daki, Aliance Israilete Universelle'in kolonilere "vali" adıyla "kumandanlık" görevi de yapan şahısların çalışmalarıyla teşekkül ettirilmeye başlanmıştı.

Bu örgütlenme sarraf ve bostancı adıyla her köyde görevlendirilen Fransızlar vatandaşları subaylar vasıtasıyla gerçekleştirilmişti.

Toplar ve yeraltında tüneller kazacak makineler dahil ihtiyaç duyulan bütün silah ve ekipman Hayfa, Tanturah, Beyrut ve "Altit iskeleleri" kullanılarak kolonilere taşınmaktaydı.

Gunter isimli bir Fransız subayı 1897 yılında Zemarin Kolonisi'nde Yahudi askerleri eğitmeye bile başlamıştı.

İlk silahlı muhafız birliğinin 1900 yılında Petah Tikvah'ta Abraham Shapira öncülüğünde kurulmuştu.

İkinci silahlı birlik Şecara'da 1902 senesinde oluşturulmuştu. Bu askeri yapı bütün Yahudi kolonilerine de yayılmıştı.

Bütün kolonileri içine alan bu askeri yapının merkezi Zemarin (Zikhron Ya'akov) olup, burada görev yapan mühendis Aaron Aaronsohn da, kız kardeşi Sarah ile beraber, I.  Dünya Savaşı sırasında, İngiliz ve Fransızlara yardım eden NİLİ casusluk teşkilatını kuracaktı.

Yani Siyonist Yahudiler daha Osmanlı idaresi altında iken Filistin sahillerindeki iskelelere nüfuz etmiş ve deniz yolunu kullanarak silahlı kuvvetlerinin temellerini atmışlardı.


I. Dünya Savaşı'nda İngiltere, Fransa ve ABD ordularında pek çok Yahudi görev yaparak askeri tecrübe elde etmişti.

İngiliz 38. Kraliyet Tüfekçilerinde fahri teğmen olarak görev yapan ve Filistin cebhesinde çatışmalara katılan Jabotinsky, 1919'da terhis olduktan sonra Filistin'de Yahudi Öz Savunma güçleri kurmaya girişmişti.

Filistin'de Siyonist gençlik pramiliter örgüt Betar'ı kuran Jabotinsky'nin en önemli hamlesi İtalyan Başbakanı B. Mussolini'nin onayıyla, İtalya'nın Civitavecchia şehrinde deniz subayları yetiştirmek üzere Betar Deniz Akademisi'ni 1934 yılında kurması olmuştu.

Akademinin onursal başkanlığını İtalyan deniz bilimci Nicola Fusco yapmış ve öğrenciler Avrupa, Filistin, Afrika'dan getirilmişti.

1938'de kapanan bu akademide gelecekteki İsrail Donanmasının komutanları yetiştirilmeye başlanmıştı.

Belçikalı zengin Kirschner, İtalyan Quattro Venti adlı bir eğitim gemisinin satın alınmasını sağlamış ve bu geminin adı Sarah I olarak değiştirilmişti.

750 tonluk, 190 metre uzunluğunda, dört direkli bir yelkenli bu gemi ile öğrenciler Akdeniz'de dolaşmış, hatta Eylül 1937'de Hayfa'yı ziyaret etmiş ve Tel Aviv Belediye Başkanı İsrail Rokah subaylar ve mürettebat için bir resepsiyon vermişti.

II. Dünya Savaşı arifesinde Siyonistler, 1938 yılında Filistin'de Junior Teknik Koleji adıyla bir deniz lisesini kurarken daha sonra Yahudi gizli ordusu Haganah'ın seçin saldırı birimi Palmach'ın deniz kolu, Nisan 1945'de, kurulmuş ve eğitimleri de deniz lisesinde gerçekleştirilmişti.

II. Dünya Savaşı sırasında Siyonistlerin gizi ordusu Haganah mensubu pek çok şahıs İngiliz Donanması'na katılarak deniz savaşı tecrübesi edinmişti.

İsrail Özel Kuvvetleri YALTAM'ı kuran Edmond Wilhelm Brillant Halevi de İngiliz ordusunda yetişmiş bir subaydı.

II. Dünya Savaşı sonunda Filistin'in nüfusunun üçte biri Yahudilerden oluşurken, toprakların ancak yüzde 7'si Yahudilerin elinde bulunmaktaydı.

Ancak BM'nin 29 Kasım 1947'de verdiği karar, bu gerçeğe çok aykırı olmuş; toprakların yüzde 56,47'si Yahudilere, yüzde 43,53'ü kurulacak Arap devletine, Kudüs ise uluslararası bir idareye bırakılmıştı.

İngiltere de, 15 Mayıs 1948'de, Filistin manda idaresine son vereceğini ilan etmişti.

14 Mayıs 1948 tarihinde İngiliz birlikleri Hayfa'yı terk ederken David Ben-Gurion liderliğindeki Yahudi Bürosu, BM'nin 29 Kasım 1947 tarihli Taksim Planı'nı dayanak göstererek İsrail Devleti'nin kurulduğunu ilan etmişti.

Bunun üzerine Filistin'e barış, güven, hukuk ve düzenin tekrar yerleştirilmesi için müdahale edeceklerini belirten Arap Birliği üyesi Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak kuvvetleri üç yönden yeni ilan edilen İsrail devletine karşı savaşı başlatmışlardı. 


Savaş başlarken, Siyonistler daha devletlerini ilan etmeden önce örgütlenme ve askeri sistemlerini kurmada oldukça iyi bir notaya gelmişlerdi.

BM, Filistin'i taksim eder etmez, daha İsrail devleti ilan edilmeden önce, Siyonistler kendilerine ayrılan topraklardaki Arapları sürmeye başlarken, bir deniz ablukasına karşı da hazırlıklar yapmaya başlamışlardı.

İngiliz donanmasında gönüllü olarak çalışan Yahudiler, daha İngilizler Filistin'den ayrılmadan önce Hayfa limanındaki 4 gemiye el koymuşlardı.

Daha önceki yıllarda, Yahudileri Avrupa'dan Filistin'e taşımakta kullanılan "gölge filo"ya ait olan bu gemiler, iki şirketin yardımları ile yeni kurulan tersanede yapılan düzenlemelerle askeri gemi haline dönüştürülmüştü.

Bu gemilerin eleman ihtiyacı da Filistin'deki İngiliz manda idaresinin deniz kuvvetlerinde gönüllü olarak çalışanlardan temin edilmişti.

Böylece İsrail devleti kurulurken küçük te olsa bir donanması oluşturulmuştu.

Bu donanmanın oluşmasında ABD Deniz Akademisi'nden mezun olan Paul Nahman Shulman'ın büyük katkıda bulunmuş ve bu şahıs savaş sırasında Gazze'nin ablukaya alınmasını sağlayan komutan olmuştu.

Yeni oluşan bu İsrail donanması 1948 Arap-İsrail Savaşı'nda Port Said'e kadar uzanan sahillerdeki Araplara ait kara hedeflerini bombalamada oldukça başarı sağlamıştı.

İsrail donanmasının ilk önemli operasyonu 15-22 Ekim 1948 tarihleri arasında gerçekleştirilen Yoav Harekâtı olmuştu.

İsrail bu harekât ile Mısır donanmasının Filistin'e yardımının kesilmeye ve savaşın kara yerine denize yönlendirilmesini sağlamaya çalışmıştı.

Bunun üzerine Mısır ile İsrail arasında 19 Ekim'de Aşkelon sularında bir deniz muharebesi gerçekleşmiş ancak İsrail ciddi bir başarı elde edememişti.

Ancak İsrail donanması, 22 Ekim 1948 günü Gazze 7 deniz mili kuzeybatısındaki açıklarında Mısır'ın amiral gemisi Emir Faruk ve bir mayın tarama gemisine saldırmıştı.

Emir Faruk Gemisi beş dakika içinde batırılmış, hasar alan mayın tarama gemisi ise İskenderiye'ye geri dönmeyi başarmıştı.

İsrail'in bu başarısının ana sebebi, geleneksel filolara karşı, küçük silah sistemlerini kullanması olmuştu.

Büyük gemileri olmayan İsrail, çok gizi bir şekilde hazırlanarak patlayıcı botlar kullanarak büyük bir sürpriz gerçekleştirmişti.

İsrail'in bu başarısı onun donanma doktrinin şekillenmesine bir zemin oluşturmuş, deniz komandoları ve küçük silah sistemlerinin donanmanın önemli bir parçası olarak kabul edilmesine yol açmıştı.  

Bu 1948 savaşında, ABD başta olmak üzere küresel devletlerin himayesinde olan, Siyonist Yahudilerin savunması karşısında Arap devletleri başarısız olmuşlardı.

Siyonistler, Filistin topraklarının yüzde 78'ini zabt ederlerden Gazze Şeridi hariç Filistin'in Akdeniz sahillerini de kontrollerine almışlardı.

Daha sonra Gazze Şeridi'ni de denizden kontrol eden İsrail, Filistin'in Akdeniz sahillerini tamamen kontrol etmeye başlamıştır.

Bu durumun günümüze kadar devam etmesinde, İsrail'in 1948'den itibaren geliştirdiği donanmasının büyük rolü olmuştur.

"Açık deniz güvenli sahiller" sloganını kullanan İsrail donanmasının, 190 klometre uzunluğundaki kıyı boyunu, işgal ettiği 40 kilometrelik Gazze Şeridi de eklendiğinde 230 kilometreye çıkan sahilleri nasıl kontrol ettiğini dikkatlice incelemek gerekmektedir.

İsrail Deniz Kuvvetleri:

  • 7 Korvet(Sa'ar 5 sınıfı, Sa'ar 6 sınıfı)
  • 8 Füze Botu (Sa'ar 4,5 sınıfı)
  • 5 Denizaltı(Dolphin sınıfı)
  • 45 Devriye Botu
  • 4 yedek gemi

Deniz kuvvetlerinde 9 bin 500 aktif ve 10 bin yedekten oluşmaktadır.

"Güvenli Sahiller" ilkesiyle hareket eden İsrail'in sahil savunmasına çok önem verdiği devriye bot sayısından anlaşılmaktadır.

İsrail'in sahillerini 200 kilometre olarak kabul ettiğimizde 4,5 kilometreye bir devriye botu düşmektedir ki bu zannedersem dünyadaki yegâne örnektir.

Bu çokluk İsrail'in devriye botlarına, sahillerini hiçbir alet kullanmadan deniz yüzeyindeki vasıtaları çıplak gözle kontrol imkânı vermektedir.

İsrail'in devriye bot sayısının ne kadar fazla olduğunu Türkiye ile kıyasladığımızda daha iyi anlaşılacaktır.

Şöyle ki, 8 bin küsur deniz sahili olan Türkiye'nin 34 devriye botu mevcut olup, 235 kilometreye bir adet bot düşmektedir.

Diğer bir ifade ile bir devriye botuna düşen bu uzunluk İsrail'in sahillerinden daha fazladır.

Mısır'ın 34 kilometreye 1, Arabistan'ın 195 kilometresine 1, İran'ın 26 kilometresine 1, ABD'nin 87 kilometre sahiline 1 bot düşmektedir(ABD 187 de uçak kullanmaktadır).


Sadece devriye botları dikkate alındığında, neredeyse tamamının bulunduğu Akdeniz deniz sahilinde İsrail'in, devriye botlarıyla bile, bir Deniz Savunma Duvarı oluşturduğunu görmekteyiz.

İsrail'in Shahaf, Nahalieli ve T'chelet adacıklarından oluşan Rosh HaNikra Adaları ile Achziv Adalarına sahip olsa da, korunaklı bir şeride sahip değildir.

Bundan dolayı sahillerini deniz vasıtalarıyla koruma yanında fiziki tedbirler de almaya çalışmakta ve sahilinde yapay adalar oluşturmayı hedeflemektedir.

Bu yapay adalarda bir havaalanı, bir liman, bir tuzdan arındırma tesisi, bir enerji santrali ve bir de askeri test üssü bulunacaktır.

İsrail hükümet tarafından 06.18.2012'te onaylanın bu proje için çalışmalar hemen başlanmıştı.

Yaklaşık 500 dönümlük bu yapay bir adanın maliyeti 1,5 milyar dolar olacağı tahmin edilmiştir.

Bilim ve Teknoloji Bakanı Daniel Hershkowitz bu projenin faydalarını; "yapay adaların oluşturulması, İsrail'in büyük endüstriyel tesisler için alan eksikliğini çözebilir. Yapay adaların çözümü, kıyı şeridine inşa edilecek, değerli gayrimenkulleri çalacak ve çevreye zarar verecek tesislere bir alternatif sunuyor" diye açıklamıştı.

Ancak kurulacak yapay adaların farklı amaçlara hizmet edeceği de konuşulan bir konuydu.

Abluka altında tutulan Gazze açıklarında kurulacak bir yapay ada ile bu ablukada daha sıkı kontrolü sağlanacak ve Gazze Şeridi'ne denizden gönderilecek her şeyi denetlenebilecektir.

Kısacası, İsrail kuracağı yapay adalarla, Gazze Şeridi dâhil, Akdeniz'deki bütün sahillerinin ilerisinde kuracağı yapay adalarla, Deniz Savunma Duvarı'nı takviye edecektir.

Bu yapay adalar sayesinde, ileriki yıllarda kıta sahanlığını daha öteye taşıma imkânını elde edeceği gibi,

Doğu Akdeniz'deki doğal gaz ve petrol sahalarının kontrolünde veya müdahalede büyük avantaj sağlayacaktır.
 


İsrail'in sahillerine Deniz Savunma Duvarı kurmakla yetinmediği, bütün Doğu Akdeniz'i içine alacak şekilde bir askeri stratejiyi tatbik ettiği anlaşılmakta ve bunu da donanmasının kullandığı "açık denizler" sloganıyla ifade etmektedir.

Bu söylem aynı zamanda, İsrail'in deniz savaşını, rekabeti veya çatışmayı kendi sahillerinde değil daha ilerilerde yapmak üzere hazırlık yaptığının bir işaretidir.

Bu durum deniz kuvvetlerini incelediğimizde, İsrail deniz kuvvetlerinin, Doğu Akdeniz bölgesinin bütün ülke donanmalarından, daha caydırıcı veya müdahale edebilme kabiliyetine sahip olmasından anlaşılmaktadır.

Şöyle ki, Doğu Akdeniz'de sadece kendi donanmasında bulunan 8 adet Füze Botu(Sa'ar 4,5 sınıfı) İsrail'e büyük avantaj sağlamaktadır.

Füze botlarına yakın özellikte Türkiye'nin elinde bulunan hücumbotları; elektronik dinleme yapabilmesi, uçakları 7-8 kilometrelik atış yapması ve firkateynlere harpoon ve Atmaca füzesi atabilme kabiliyetlerine rağmen İsrail'in füze botları karşında zayıf bir niteliktedir.

İsrail'in korvetleri ve füze botları kendi hava savunma sistemlerine, kuantum kriptolama ile uydu üzerinden alınabilen hedef istihbaratına sahip, elektronik karıştırma yapabilmekte, daha da önemlisi denizden karanın derinliklilerinde bulunan 150-300 mesafede bulunan stratejik hedeflere seyir füzesi atabilmektedir.

İsrail bu füze botları ve korvetleri sayesinde, Doğu Akdeniz'e kıyısı olan bütün ülkelerin kendi sahillerine yaklaşmasını önleme kabiliyetine sahip olurken, hepsinin kıyılarında bulunan tesislerini vurma gücünü de elinde tutmaktadır.

Öte yandan İsrail sahip olduğu havadan bağımsız sistemli tahrik denizaltılarından da nükleer silah ve seyir füzesi atabilmektedir.

20-30 gün deniz yüzeyine çıkmadan seyir yapabilen bu denizaltılar İsrail'e caydırıcılık ve vuruş gücü sağlamaktadır.


Ekonomisi dışarıdan gelecek malzeme ve hammaddeye bağımlı olan İsrail'in Deniz Savunma Duvarı'nı aşmak için ancak uçak gemisine sahip bir donanmanın İsrail'i ablukaya alması gerekmektedir.

Akdeniz'de ülkelerinden İtalya, nükleer nitelikte olmayan uçak gemisine sahip olduğu için böyle bir ablukada kısmen başarı elde etme ihtimali vardır.

F-35'lerin kullanma imkânı olan küçük ölçekli uçak gemisine sahip İspanya, bir ablukayı kısmen gerçekleştirebilir. Nükleer denizaltıya sahip Fransa, İsrail'i ablukaya alabilecek Akdeniz ülkesi tek güçtür.

Türkiye TCG Anadolu(L-400) gemisi ile böyle bir ablukayı, F-35 uçakları veya muadillerine sahip olması halinde gerçekleştirme imkânına sahip olacaktır.

İsrail, uçak gemileri dışındaki bütün gemilere karşı havadan uzun mesafeden angaje olma yeteneğine sahip olduğu gibi, F-16'lardan atılan kamikaze dronları da kullanarak denizdeki unsurların hava savunma sistemlerini doyuma ulaştırma yeteneğine sahip olduğu da bilinmektedir.

İsrail'in özellikle Doğu Akdeniz'deki devletlerin kendisini ablukaya alabilecek nitelikte bir deniz ve hava gücüne uluşmaması için, ABD başta olmak üzere bütün güçlü devletler nezdinde, yoğun bir çaba göstermekte, etrafındaki devletleri etkisiz kılmaya gayret etmektedir. 


İsrail için en önemli doğal bir tehdit merkezi sahillerinin tam karşında bulunan Kıbrıs adasındır.

Bundan dolayı İsrail eskiden beri Kıbrıs'a ayrı bir önem vermektedir.

Son dönemde bu yeni bir boyutla karşımıza çıkmaktadır.

İsrail'in bir abluka veya farklı bir tehdidi uzakta karşılamak için kendi üretimi olan hava savunma sistemini Kıbrıs ve Yunanistan'a satma vasıtasıyla Doğu Akdeniz sularını tamamen kontrol etmeyi hedeflediğini görmekteyiz.

Ülke büyüklüğünün coğrafî derinlikten yoksun olması dolayısıyla, kuruluşundan itibaren hava savunma stratejisini benimseyen İsrail, hava kuvvetleri ve savunma sistemlerine öncelik vermiştir.

Sadece sahip oldukları uçaklar nazara alındığında bile bu kolaylıkla anlaşılmaktadır.

Mesela; yüzölçümü 1.010.408 kilometrekare olan Mısır'ın 983 uçak ve 301 helikopteri, yüzölçümü 2.149.690 kilometrekare Arabistan'ın 722 uçak ve 226 helikopteri, yüzölçümü 783.562 kilometrekare olan Türkiye'nin 537 uçak ve 78 helikopteri varken, yüzölçümü sadece 21.937 kilometrekare olan İsrail'in 589 uçak ve 191 helikopteri mevcuttur.

Bu kadar fazla uçağın yalnız İsrail sınırları içinde kullanılmaya matuf olmadığını izaha bile gerek yoktur. 


İsrail etrafındaki Hamas, Hizbullah gibi silahlı yapıların roket ve diğer saldırılarını önlemek için, 2005 yılında başlayıp 2011'de Demir Kubbe hava savunma sistemini tamamlamış, kısa menzilli roket ve top mermilerini durdurma ve imha etmede oldukça başarı elde etmiştir.

Demir Kubbe'nin denizden gelebilecek saldırıları engellemede de kullanılacağı aşikârdır.

İsrail'in Rafael Advanced Defence Systems şirketi ile ABD'li savunma sanayi şirketi Raytheon ile ortaklaşa geliştirdiği Davud Sapanı adı verilen askeri savunma sistemi de mevcuttur.

40 kilometre (24,85 mil) ila 300 kilometre (186,41 mil) arasında menzile sahip Davud Sapanı; İsrail'e düşman insansız hava araçları, taktik balistik füzeleri, orta ve uzun menzilli roketleri ve seyir füzelerini engellemek için tasarlanmıştır.

İsrail, denizden gelecek saldırılar için de Davud Sapanı'nı kullanmaktadır. 


İsrail'in kendini denizden gelecek saldırılara karış koruyabilmesi için en önemli mekân Kıbrıs adasıdır.

İsrail kurulduğu vakit Kıbrıs, Siyonistlerle dost İngiltere'nin elinde bulunması onun için önemli bir güvence oluşturmuştu.

Kıbrıs'tan 1960 yılında çekilen İngiltere, Kıbrıs'ın güneyinde 254 kilometrekare genişliğindeki Ağrotur ve Dikelya'nın kendi toprağı olduğunu tescil ettirmiş ve buraları askeri üs olarak kullanmaya devam etmiştir.

Günümüzde bu üsleri İsrail'in güvenliğinin hamisi olan ABD'de kullanmaktadır.

Pek çokları tarafından Doğu Akdeniz'de batmayan savaş gemisi olarak adlandırılan Kıbrıs ile İsrail kuruluşundan itibaren farklı boyutlarda sıkı bir işbirliği içinde bulunmuştur.

İsrail güvenliği için çok önem verdiği Kıbrıs'ı "açık deniz"lerdeki faaliyetleri için bir merkez olarak görmüştür.

Bu çerçevede İsrail, Kıbrıs Rum kesimindeki Anastasiadis hükümetinin, Ekim 2021'de Rum Ulusal Muhafızların ihtiyaçlarına göre tasarlanmış bir "Demir Kubbe"nin satın almak istemesini olumlu ve kendi menfaatine uygun bulmuştu.

Bu konudaki İsrail'i rahatlatan bir gelişme, 9 Eylül 2024'de, ABD'nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında Savunma İş Birliği Anlaşması imzalaması olmuştu.

Nihayet Güney Kıbrıs'taki Hristodulidis hükümeti satın alma işleminin tamamlamış ve bu savunma sisteminin ilk kısmı da, 3 Aralık 2024'de, Güney Kıbrıs'a getirilmişti.

Hatta "İsrail'den gelen son teknoloji hava savunma sisteminin ilk partisi sadece Kıbrıs'ta (Güney) Ulusal Muhafızların elinde değil, aynı zamanda operasyonel olarak kullanımda" olduğu ve bu yeni hava savunma şemsiyesini tamamlayacak kısımların da kısa süre içinde adaya getirileceği açıklanmıştı.

Bu tarihe kadar eski Rus yapımı Tor M1 sistemini kullanan Kıbrıs Rum Kesimi, önce ikisini birbirini desteklemek için kullanacak, daha sonra ise sadece İsrail'den aldığı Barak MX hava savunma sistemi kullanmaya başlayacaktır.

İsrail tarafından kurulacak bu savunma şemsiyesi,  Rum kesimine düşman olan savaş uçaklarına, atılacak füze ve roketlere müdahale edebilecek ve çeşitli türdeki tehditlere karşı kullanılacaktı.  

Bu savunma sisteminin gelecekteki hedefi de, dronları püskürtme yeteneklerini arttırmak için, yeni sistemlerin eklenmesidir. 


İsrail'den savunma sistemi alınması ile ilgili, 5 Aralık 2024'de, bir açıklama yapan GKRY Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, şöyle demişti:

Tek söyleyebileceğim, Kıbrıs'ın caydırıcılık gücünü artırmak için gereken her şeyi yapıyoruz ve yapacağız… aynı zamanda özel jeostratejik öneme sahip bir AB üyesi olduğumuz için.


Güney Kıbrıs'a İsrail'den alınan Demir Kubbe yerleştirilirken, bunun diğer bir boyutu da ortaya çıkmıştı.  Zira bu işlem Yunanistan ile paralel bir şekilde yapılmaktaydı.

Yani Kıbrıs'ta İsrail'in kuracağı hava savunma sistemi, Yunanistan'ın İsraillilerle işbirliği içinde inşa ettiği Demir Kubbe ile de, tamamen uyumlu olacağı anlaşılmıştı.

Bu durumu değerlendiren Yunanistan Savunma Bakanı Dendias, şu açıklamayı yapmıştı:

Yunanistan'da hava savunması yaklaşık 2,5-3 yılda tamamlanacak, böylece Kıbrıs (Güney), Girit ve tüm Ege'de tek bir şemsiye oluşacak.


Tabi Kıbrıs Rum yönetimi ve Yunanistan ortak çalışacak bir hava savunma sistemine sahip olurken, bu sistemi kuran İsrail'e de, Marmara'ya kadar Adalar(Ege) Denizi'nin tamamında ve Doğu Akdeniz'in büyük bölümünde aktif rol verilmiş olacaktır.

İsrail'in kuracağı veya müdahil olacağı böyle bir savunma sistemi Türkiye'nin denizden güney ve batı kısmı için büyük bir risk oluşturacaktır.

Mısır ve Libya dâhil Doğu Akdeniz'deki bütün devletlere karşı İsrail'in bir üstünlük sağlamasına ve bunları sahillerde etkisizleştirilmesine hizmet etmesi kuvvetle muhtemeldir.

Tabiatıyla Yunanistan İsrail için makbul devlet haline gelirken, Güney Kıbrıs da peyk yönetim haline dönüşecektir. 


Sonuç

Yahudilerden oluşan homojen bir ülke İsrail oluşturmayı hedefleyen, etrafında bir çeper kurmayı hedefleyen İsrail, bunu deniz de de sağlamıştır.

"Güvenli sahiller, açık denizler" sloganı ile hareket eden İsrail Donanması, abluka ettiği Gazze Şeridi dâhil, kendi sahillerinde bir Deniz Savunma Duvarı oluşturmuştur.

Kuruluşundan itibaren bu deniz duvarını deniz vasıtalarıyla gerçekleştirmeye çalışan İsrail, sahillerinin ilerisinde yapay adalar kurarak bunu fiziki olarak ta takviye etmeye çalışmaktadır.

Doğu Akdeniz'de en güçlü donanmaya sahip olarak, savaş ve çatışmayı sahillerinin çok ötesinde gerçekleştirme kabiliyetini elinde tutan İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan'da kendi ürettiği ve kontrol edeceği hava savunma sistemleri kurarak, Doğu Akdeniz ve Adalar(Ege) Denizi'ni takibine almaya çalışmaktadır.

Böylece deniz yönündeki komşu devletleri etkisiz hale getirerek, bölgede kendisine makbul devletler oluşturmayı hedeflemektedir.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU