"Göz önünde olma"nın dayanılmaz cazibesi!

Vahap Uluç Independent Türkçe için yazdı

Göz önünde olmak, başkalarının gözünde her dem yaşıyor olmak, insanın, en şiddetli arzulardan ve aynı zamanda en büyük zaaflarından biridir.

Her birimiz hayal dünyamızda boyumuz posumuzla, yaptığımız konuşmalarla, gösterdiğimiz kahramanlıklarla, yaptığımız iyiliklerle tanıdık, tanımadık yüzbinlerin hayranlığını kazanır, bundan bir doyum sağlarız.

Dolayısıyla her birimiz bir sevgilinin, dava arkadaşının ya da yığınların gözünü üzerimizde ararız.

Milan Kundera "Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği" isimli ünlü romanında insanların üzerinde görmek istediği 5 ayrı gözden bahseder.

Bu gözlerden bir tanesi de kamuoyunun, yüzbinlerin gözüdür. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Eskiden hayal olan bu gözler, şimdi iletişim teknolojisi sayesinde gerçek oldu. 

Günümüzde ekran karşısında milyonlarca insan tarafından temaşa edilmek, milyonların gözü önünde olmak pekala mümkün.

Örneğin 2022 Dünya Kupası final maçı tam 688 milyon insan (göz) tarafından izlendi. 

Yeter ki ekranın karşısına çıkabileceğiniz bir yeteneğiniz olsun.

Yıllar önce bir pop sanatçısının bu gözü kaybetme kaygısına gösterdiği tepki "göz önünde olma"nın, başkalarının gözünde görünmenin insanlar tarafından ne kadar önemsendiğinin çarpıcı örneği olsa gerek.

1960-70'li yıllarda yaptığı müzik 90'lı yıllarda popülaritesini kaybeden sanatçı, çıktığı bir televizyon programında adeta "neden benden vazgeçtin ey yüz binlerin gözü" dercesine hıncını program sunucusundan çıkarmıştı.

Tepkisini ortaya koyarken ilk kullandığı cümle şu olmuştu:

Neden beni GÖRmezden geliyorsunuz? Ben bostan korkuluğu değilim


Popüler olan bir sanatçının yine yıllar önce bir televizyon programında kameranın tam karşısına gelecek şekilde tribün biçimindeki stüdyoda hiç konuşmadan saatlerce oturduğunu hatırlıyorum.

Hiç konuşmasa da yüzbinlerin gözü önündeydi.

Bir zamanların önemli ekran yüzlerinden biri olan Levent Kırca'nın çok büyük işler yapan komedi programı eski ilgiyi görmemeye başlayınca Kırca, kitlenin gözünün önünde olmak arzusu ile olsa gerek tarzı olmayan bir show programı yapma girişiminde bulundu. 

Kırca, ilgi görmeyen show programında çaresizlik içinde anlamsız anlamsız konukları ile birbirlerine yastık fırlatarak ilgi toplamaya çalışıyordu.

Paparazi programlarında sırf ekranda görünmek, yüz binlerin gözü önünde olmak uğruna bütün maharetleri mahrem eşyalarını ekrana peşkeş çekmek olan sözde sanatçıların içine düştükleri zavallı durum temaşa edilme arzusunun neye muktedir olduğunun ibretlik göstergesi olduğu söylenebilir.

"Ekranın gözü"ne alışmış, ekranın büyüsüne kendisini kaptırmış kişiler orada görünmenin gerekleri ne ise onu yerine getirerek bir süre sonra ekrana tabi olmaya başlarlar. 

Bu tutum maalesef sanatçılardan ve yazar çizer taifesinden tutun akademisyenlere kadar herkesi içine alan histerik bir durum gibi.

Son 10 yıldır simasına alıştığımız, ekranda göre göre adeta evin bir ferdi haline gelmiş çok sayıda köşe yazarı, akademisyen, güvenlik uzmanı, kamuoyu araştırmacısı, dilenciler misali her gün bir televizyon kanalında boy gösterip temcit pilavı misali aynı şeyleri tekrar ede duruyorlar.

Bir gazeteci güncel gelişmelere göre sık sık televizyon programlarında yorum yapabilir de kendi alanının uzmanı olan akademisyen, kamuoyu araştırmacısı, güvenlik uzmanı her gün ciddi ciddi neyi konuşabilir?

"Dilin dönebildiği kadar her şeyi konuşabilirsin" ilkesi ile hareket eden ve daha konuşmaya başlamadan kuracağı cümleleri tahmin edilebilen bu zevat, ekonomiden maliyeye maliyeden siyasete siyasetten uluslar arası ilişkilere oradan savaş taktiklerine  kadar konuşulmadık hiç bir konu bırakmıyorlar. 
 


En komiği de örneğin isminin önünde "Prof. Dr." yazan uluslararası ilişkiler uzmanı kişilerin iki ülke arasında yaşanan sorunu analiz etmek yerine mahalle  kavgasını anlatır gibi "şu ülke haklı", "bu ülke haksız" minvalinde yaptıkları değerlendirmeler olsa gerek.

Merak ediyorum yıllardır neredeyse her gün bir kanalda görünen, analizleri en geç bir hafta sonra boşa çıkan bu taife, bu süre zarfında kaç kitap, kaç makale okuyabildi? 

Örneğin bir akademisyeni düşünün;

Gece saat 12.00'a kadar stüdyoda konuş, sonra İstanbul trafiğinde eve ulaş, uyu, fakültede mesai yap, derse gir sonra akşam tekrar stüdyoda hazır ol... 

Günü televizyon stüdyosu ile ev arasında mekik dokumak ile geçen unvanı isminden uzun bu akademisyenler, bütün bu uğraş içinde nasıl okuma yapabilsin?!.

Peki, eğer okuma yapamıyorlarsa, günceli takip etmekle yetiniyorlarsa ekran karşısında saatlerce hangi ciddi analizi yapabilmekteler?!.

Her akşam kendini tekrar ediyor olmanın can sıkıntısı ile olsa gerek program bir anda magazinel bir nitelik kazanıyor.

Espri ve birbirine takılmalara eşlik eden kahkahalar biraz önce verilen bombalanan şehir görüntüleri ile uyumlu olmasa da.

Milan Kundera'nın bahsettiği gözlerden biri tarafından temaşa edilmek ise amaç, zaten meramına ulaşıyorlar; yok eğer gayelerinin toplumu aydınlatmak olduğunu düşünüyorlarsa konuşulmadık hiçbir konu bırakmayan, güneşe göre yüzünü çeviren ayçiçeği misali siyasilerin söylemlerine göre konuşmalarını güncelleyen zamane yazar/uzman/akademisyenlerin şunu bilmesinde yarar var:

Ekranın yüzleri olarak bilinmenin ötesinde kimse onların yaptığı "analiz"leri ciddiye almıyor!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU