Öncelikle geçmiş bayram vesilesiyle bütün okuyucularımıza sağlıklı ve huzurlu nice bayramlar dilerim.
Bayramda değerli usta sanatçımız "Kuzeyin Oğlu" lakaplı Volkan Konak'ın vefatını üzülerek öğrendim, Allah rahmet eylesin. Ailesine ve hayranlarına da sabır dilerim.
Son yazılarımda, "yumuşak güç" olgusunu biraz daha ayrıntılı işlemeye başladım.
Bu bağlamda tabii ki sanatçıların ve insanların gönüllerinde yer etmiş kişilerin, sadece sevenlerini mutlu etmekle kalmayıp, ülkemizin kültürel zenginliğine ve gücüne katkı sağladıklarını da belirtmek isterim.
Bu yüzden Volkan Konak gibi sevilen usta sanatçıların birçoğunun cenazelerinde tabutları Türk bayrağına sarılır.
Kültürel mirasımız, dizilerimiz, müziklerimiz de, bütün farklılıklarıyla ülkemizde milyonlarca kişinin yüreklerinde yer ederler ve sınırların ötesinde etki bırakırlar.
Tekrar hatırlatmak gerekirse, Uluslararası İlişkiler disiplininde ve dış politikada "yumuşak güç" kavramını; askeri olmayan, ekonomik, diplomatik, teknolojik, akademik, kültürel unsurlar sayesinde bölgesel ve küresel etki olarak tanımlayabiliriz.
Kültürel unsurlar arasında tabii ki müzik de insanların duygularına hitap ettiği için önemlidir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Ekonomik ve kültürel etki bakımından müzik kadar önemli film ile dizi film endüstrisi ile sanat ve benzeri unsurlar da önem taşımaktadır.
Harvard Üniversitesi'nden Joseph Nye'e göre yeri gelince askeri gücün, yeri gelince de yumuşak gücün kullanılması ise "akıllı güç" (smart power) olarak tanımlanır; okuyucularımıza Nye'in "The Future of Power" kitabını tavsiye edebilirim (Nye, J. S. (2011). The Future of Power. UK: PublicAffairs).
Askeri güç ve savunma sanayii kuşkusuz ülkemizin haklı gurur kaynağıdır, ancak ne kadar önemli olursa olsun, dış politikanın sadece bir boyutudur.
Güvenlik kadar önemli olan ekonomik güç marifetiyle, kültürel etki ve diplomatik kabiliyetlerin bütünü, Türkiye'nin dış politikadaki gücünü pekiştirir.
Dolayısıyla, Türkiye'nin savunma sanayii ve bilhassa insansız hava araçları (İHA) ve benzeri teknolojileri önemli gurur kaynağıdır, ancak uluslararası kuruluşlarda yürütülecek diplomasi de önemlidir.
Türkiye'nin, Rusya-Ukrayna meselelerinde Avrupa Birliği (AB)'den daha bağımsız bir arabuluculuk yürütmesi gerektiğine özellikle değinmek isterim.
Gerekçe olarak da AB'nin aleni biçimde taraf olması, buna mukabil Türkiye'nin daha en baştan, yani 2022'den bu yana, ne Ukrayna'dan ne de Rusya'dan vazgeçmemesi.
Türkiye'nin ne Rusya ne de Ukrayna'dan vazgeçmemesi sebebiyle, arabulucu olarak daha güvenilir olacağını ve bu bağlamda diplomatik ikna kabiliyeti ve ‘yumuşak gücü' daha etkin olacaktır.
Kaldı ki, 2 Nisan Akşamı ABD'nin bütün dünyayı etkileyecek yeni gümrük vergisi tarifeleri açıklandı.
Olası misillemelerden ötürü ABD ile AB ilişkilerinin de nasıl gelişeceği de belirsiz.
Belirsizliğin olduğu bu dönemde, henüz "aday ülke" statüsünde bulunan Türkiye'nin, diplomatik manevra kabiliyetlerinin daha çeşitli olabileceğini düşünüyorum.
Her ne kadar Gümrük Birliği ve AB ile olan çeşitli ekonomik entegrasyondan dolayı Türkiye'nin de kısa dönemde ABD-AB ticaret yaptırımları ile gümrük vergisi meselelerinden hiç etkilenmemesi zor gibi görünse de orta vadede Türkiye bu durumu dengeli diplomasiyle hafifletebilir.
TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi'ndeki "Uluslararası İlişkiler ve Hukuk Sistemleri" dersimde çok başarılı bir final ödevi sunumu gerçekleştiren öğrencim İnan Emiralioğlu'nu, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİ) hakkında başarılı sunumundan dolayı tebrik ederim.
İnan'ın da ödevinde belirttiği gibi, KEİ'nin hem Azerbaycan-Ermenistan, hem de Rusya-Ukrayna arasındaki arabuluculuk diplomasisinde üstlenebileceği roller olabilir.
KEİ'nin Arnavutluk, Azerbaycan, Bulgaristan, Ermenistan, Gürcistan, Moldova, Kuzey Makedonya, Romanya, Rusya Federasyonu, Sırbistan, Türkiye, Ukrayna ve Yunanistan olmak üzere 13 üyesi bulunuyor.
Hem Rusya'nın, hem Ukrayna'nın, hem de Türkiye'nin üye oldukları bu teşkilatın ateşkes ve bölge istikrarı ve barışıyla ilgili yürütülecek görüşmelerde ve güven arttırıcı mekanizmalarda roller üstlenebileceği düşüncesindeyim (belirli ürün ve emtia ticaretinin başlatılması gibi, örneğin tahıl, temel gıda ve ilaç ile alakalı ‘insani ürünler' ticaretinin canlandırılması gibi).
Benzer şekilde, Kafkaslarda, Azerbaycan, Ermenistan ile Gürcistan'ın da üye oldukları bu kuruluş ile benzer şekilde bazı güven artırıcı mekanizmaları denenmesi için uygun bir zemin oluşturabilir.
Örneğin, sınır açılmadan dahi, bazı uçuşların gerçekleşmesi, elektrik, ilaç, tahıl ve gıda gibi bazı temel ve insani "iyi niyet/insani ürünler" ticaretinin ya da daha doğrusu sınırlı "değiş tokuşunun/takasının" yapılması ile ilgili deneme çalışmaları hakkında keşif maksatlı ön-çalışmalar planlanabilir.
Türkiye'nin bölgesel barış için Balkanlar'dan Kafkasya'ya KEİ'le faaliyetleri olabilir.
Arnavutluk, Kuzey Makedonya ve Sırbistan gibi ülkelerin de KEİ'de yer almaları sebebiyle, KEİ, benzer "takas" mekanizmaları "keşfi" için uygun bir Uluslararası platform olabilir.
Kafkaslara ve Balkanlara ilaveten, Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya gibi devletlerin de üye olmaları vesilesiyle AB de dolaylı olarak çeşitli mekanizmalara dâhil edilebilir.
Benzer biçimde, KEİ'ye de Macaristan ilk aşamada Türk Devletleri Teşkilatı'nda olduğu gibi "gözlemci" statüsünde ve belki ilerde tam üye olarak da kabul edilebilir.
Netice itibarıyla, Türkiye'nin girişimleriyle teşkilat yapısı tamamlanan KEİ'nin, çok taraflı diplomasi ("Multilateralism") bakımından da daha etkin kullanabileceği düşüncesindeyim.
Aynı şekilde, Türkiye'nin tam üyesi olduğu Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) da diplomatik etki ve yumuşak güç bakımından daha etkin kullanılabilir.
TDT ile KEİ arası olası ortak zirvelerin de düzenlenmesi düşünülebilir, çünkü her iki uluslararası kuruluşun da sekretaryaları İstanbul'dadır.
Bir yandan Ukrayna'nın toprak bütünlüğüne vurgu yaparken diğer yandan Rusya'ya yönelik yaptırımlara taraf olmaması sebebiyle her iki ülkenin de güvendiği ve her iki ülke liderleriyle görüşebilen az sayıdaki ülkelerden biri Türkiye'dir.
Bu sebepten Türkiye mevcut üyesi olduğu platformları da bu görüşmeler için daha ön planda tutarak kendi yumuşak gücünü pekiştirirken, İstanbul'un da uluslararası kuruluşlar bakımından da önemli bir merkez olarak görülmesiyle İstanbul'un mevcut jeopolitik önemi ve stratejik konumu, diplomatik ve yumuşak güç bakımından pekiştirilmiş olur.
2025 yılında ABD'de Başkan Trump'ın henüz ilk 100 günü tamamlanmamış olmasına karşın, birçok ülkede, bölgede ve dünyada, alışılagelmiş ilişkilerin ve dengelerin değişmekte olduğunu gözlemlemekteyiz.
Değişen küresel düzende dahi, Türkiye'nin yumuşak gücünün gene ve halen önemini yitirmediğini düşünmekteyim.
Bu sebepten dolayı da KEİ ve TDT'ye daha da önem verilmesi önemlidir.
Son zamanlarda giderek daha yüksek sesle zikredilen Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkilerinin geliştirilmesi ve Türkiye'nin Avrupa güvenlik sistemlerinin ve Avrupa siyasetinin bir parçası olması sebebiyle Türkiye'nin AB'yle tam üyelik dışında hiçbir seçeneği kabul etmemesi gerektiğini yeniden vurgulamak isterim.
Net bir yol haritası olmalı, üyelik müzakerelerinin ucu açık olmamalı, sürecin nasıl bir takvimde işleyeceği belli olmalıdır.
ABD ile AB ticaret ilişkileri seyrinin bugünden sonra, ABD Başkan Trump'ın açıkladığı yeni gümrük vergisi tarifeleriyle belki daha da ayrışabilir.
Böyle bir ortam oluşursa, Türkiye Avrupa Birliği (AB) ve ABD ile aynı anda iyi ilişkiler yürütmelidir, çünkü her ikisiyle de ticaret yapıp her ikisinden de yatırımcıları çekmek için çaba göstermelidir.
AB, tamamen faydacı biçimde kendi savunma ihtiyaçlarını geliştirmek adına Türkiye'yi Avrupa'nın güvenlik altyapısına entegre etmeyi istemektedir.
Elbette ki AB ülkelerinin giderek Türkiye'den savunma sanayi ihtiyaçlarını karşılamaları, Ar-Ge faaliyetlerinin gelişimi bakımından, seri üretim kabiliyetinin gelişmesi bakımından ve milli gelire katkı sağlanması gibi birçok açıdan Türkiye'ye olumlu yansımaları olacaktır.
Buna mukabil, AB'nin geçmişte birçok sözünü yerine getirmediğini, Türkiye'ye yönelik pek adil davranmadığını görmekteyiz. Mevcut koşullarda "Göç" ve "Gümrük Birliği" ile ilgili anlaşmaların Türkiye bakımından birçok eksikleri var.
Elbette karşılıklı eksiklikler olmuş olabilir, ancak AB Komisyonun uzun süre tepeden bakarak, tek taraflı olarak Türkiye'yi bütün raporlarında eleştirirken hiçbir özeleştiri yapmamış olması da dikkat çekicidir.
Hatta uzun yıllar siyasi, demokratik ve insan haklarını ön planda tuttuğunu iddia eden AB Komisyonu'nun, Fransa ve Romanya'ya yönelik nasıl bir tutum sergileyeceği de merak konusudur.
Birçok vesileyle Macaristan'ı eleştiren AB Komisyonu'nun, hem AB içinde, hem de ABD'ye yönelik atacağı adımları izliyor olacağız.
AB'nin geleceği bu kadar belirsizken, Türkiye'ye yönelik eski şartlarda müzakereleri yürütmeleri düşünülemez.
Ayrıca Türkiye'nin, özellikle de Gümrük Birliği, Enerji, Göç, Dış Politika ve Güvenlik ile Savunma Sanayii alanlarında, karar verme mekanizmalarında yer almaması elzemdir.
AB üyeliğine karşı değilim, aksine, bugünkü koşullarda bile, Türkiye'nin AB üyeliğine sıcak bakıyorum.
Lakin değişen küresel dengelerden ötürü Türkiye-AB ilişkilerindeki dengelerin, jeopolitik gelişmelerden kaynaklı olarak da Türkiye lehine değiştiğini ve bu durumun diplomasiye de, AB üyelik müzakerelerine de yansıması gerektiğini düşünüyorum.
Türkiye'nin, ABD ile AB arasındaki bu belirsizlik ortamından ötürü, hâlihazırda üyesi olduğu KEİ ve TDT gibi platformların kabiliyetlerini daha da güçlendirmesi gerekmektedir.
Bu yazıyı tamamlarken, önümüzdeki haftalarda TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Taşkent Kampüsü, Özbekistan ve Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) hakkında gözlemlerime dayalı yazılar kaleme alma niyetindeyim.
Tekrar bütün okuyucularımızın geçmiş bayramlarını kutlarım ve saygılar sunarım.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish