Edebiyat ve tarih sahasının en güzide eserlerinin başında gelen Seyahatname'nin yazarı Evliya Çelebi'nin hakkında neredeyse her gün bir yayın çıkıyor ve mütemadiyen sempozyum, konferans veya paneller akademik mahfillerde gerçekleştiriliyor.
Hakkında bu kadar malumat anlatılsa da bugün kendisi için bir Fatiha okumak adına türbesine gitmek isteyecek kişi hayal kırıklığı yaşayacak; çünkü mezarı nerede olduğu bilinememektedir.
Evliya Çelebi'nin dünyası
Evliya Çelebi'nin gözlemlerini ve hayal gücünü kullanarak yazdığı "Seyahatname" isimli eseri 1814 yılında Avusturyalı meşhur Osmanlı tarihçisi Joseph von Hammer-Purgstall tarafından kaleme alınan "Türkçe Bir Seyahatnamenin İlginç Bulunuşu" isimli makaleyle literatürümüze tekrar kazandırıldı.
O günden bu yana Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi hakkındaki tartışmalar bitmemiştir.
Eserdeki gaybdan bildirilen havadisler, oburlar (cadılar), sihir, hayalet, kerametler ve insanüstü yaratıkların varlığı Çelebi'nin eserini eleştiri oklarının hedefine oturtmuştur.
Objektif olmamakla suçlanan bu eser çoğunlukla haksızlığa uğramıştır; her ne kadar resmi bir devlet görevlisi olarak seyahatlerini gerçekleştirmişse de Çelebi'nin bilimsel bir çalışma amacıyla eserini meydana getirdiğine dair bir delil bulunmamaktadır.
Ahmet Hamdi Tanpınar "Beş Şehir" isimli kült eserinde Çelebi ile kurduğu ilişkiyi şöyle açıklıyor:
Ben Evliya Çelebi'yi tenkit etmek için değil, ona inanmak için okurum ve bu yüzden de daima kârlı çıkarım.
Kendisini Seyyah-ı âlem ve nedim-i beni âdem Evliya-yı bî-riyâ yani dünya gezgini, insanoğlunun dostu, riyasız Evliya (Sorularla Evliya Çelebi -Ülkü Çelik Şavk) olarak tanıtan Çelebi'nin ne zaman doğduğu ve Mısır'da tam olarak nerede öldü bilinmemektedir.
Aslen Kütahyalı olduğu düşünülen Çelebi'nin eserlerini meydana getirmesine en büyük katkıyı Melek Ahmet Paşa vermiştir.
Gezdiği gördüğü yerleri büyük bir ayrıntıyla not alan Çelebi'nin seyyahlık hayatı yaklaşık 51 sene sürdü.
Gittiği yerler Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarını aşmış Avrupa ve Asya'nın birçok ülkesine de uğrayarak gözlemlerini kaydetti.
Eserindeki ilginç hadiseler
Çelebi'nin aldığı notlardan meydana gelen Seyahatname'sinde birçok tuhaf hadise veya gerçeküstü olaya yer verildiği gibi mesela veba, cüzam gibi salgın hastalıklar, alternatif tıp yöntemleri ve birçok şifa kaynağı hakkında ayrıntılı bilgiler verilir.
Seyahatname'de örneğin sağlık konusunu araştıranların dikkatini en çok çeken nokta Kırım Şifa Yurdu'nda gerçekleşen açık beyin ameliyatının anlatılmasıdır.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Çelebi'ye göre Raba Suyu isimli savaşta kralın bir akrabasının başına kurşun saplanmış; ama bu kurşun çıkartılamamıştı.
Kral doktorlara akrabasını tedavi etmelerini aksi halde hastaneyi kapatacağı tehdidi savurması sonrası tecrübeli bir doktor hastayı ameliyata alacaktı ve seyyahımız bu ameliyatın her ayrıntısını aktaracaktı.
Evliya Çelebi'nin zengin hayal dünyasının ürünü olan Seyahatname'nin sınırları Doğu'da İran Batı'da ise Avusturya içlerine kadar uzanan bir coğrafyayı kapsar.
Seyyahımızı muadillerinden farklı kılan, belki de en önemli özelliği, sıradan insanı da anlatmasıdır.
Sokakta, kahvehanede veya bir hamamda karşılaşabileceğiniz alelade bir Osmanlı vatandaşının hikâyesini en ince ayrıntısıyla büyük bir iştahla dile getirir.
Uğradığı bir köy ya da kasabada kimsenin aklına gelmeyecek şekilde; cadıları, cinleri, iblisleri veya oburları çok önemli vakalar olarak kaydedebilmiştir.
Öyle ki, Seyahatname'de oburların gökyüzündeki savaşına kendi gözleri ile şahit olduğunu da iddia edecek kadar olayları ileri bir boyuta taşır.
Osmanlı tebaası birçok topluluk Çelebi'nin seyahatnamesinde kendi kültürel tarihi hakkında da sayısız ipucu bulabilir.
Evliya Çelebi hakkında az bilinen noktalardan birisi de Kürtler ile kurduğu yakın münasebettir.
Aslen Kütahyalı olan seyyahımızın koruyucusu ve hamisi olan Melek Ahmet Paşa'nın Bitlis ve Van'daki görevleri sırasında Çelebi de kendisiyle beraber uzun yıllar Osmanlı'nın Kürt vilayetlerinde yaşayarak bu kadim halkı yakından tanıma fırsatı bulmuştur.
Çelebi'nin Kürtler ile ilgili seyahatnamesinde ele aldığı konuların akademiyamızda yeterince işlenmemiş olması büyük bir talihsizlik olarak göze çarpmaktadır.
Konuyla ilgili Mardin Artuklu Üniversitesi'nden Mustafa Alpaslan'ın yapmış olduğu "Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesinde Kürtler" adlı çalışma dikkatleri çekiyor.
Alparslan, konuyla ilgili iyi bir okuma sonucu yakaladığı ayrıntılar, bizlere Çelebi ve Kürtlerin münasebeti hakkında önemli bilgiler sunmaktadır.
Alparslan, çalışmasını tez olarak bırakmayıp genişleterek esere dönüştürmesi durumunda literatürümüze zengin bir kaynak kazandıracaktır.
Kürtleri yakından tanıyor
Evliya Çelebi uzun yıllar bir arada yaşadığı Kürtlerin bir yeknesak içerisinde olmadığının farkındadır.
Osmanlı'nın serhat boylarının bu kadim halkının karakteristiğini belirleyen iki temel unsur vardır: Bunlar dil ve coğrafyadır.
Çelebi, bölgede yaşadığı süreçte Sünni ve Müslüman Kürtleri kendisine yakın bulurken Şii ve Yezidi Kürtlere karşı ise neredeyse örtük bir düşmanlık gütmektedir.
Kürtlerin savaşçı ve yiğitliğini yere göğe sığdıramayan seyyahımız eleştirilerini sıralamaktan da çekinmez.
Kürtlere yönelik eleştirilerinin başında inatçılık huyları ve otoriteye karşı çabucacık isyan etmeleri gelmektedir.
Savaştan korkmak ve ihanet etmek gibi huyları bulunmayan Kürtlerin incir çekirdeğini doldurmayan sebeplerle otoriteye kılıç çekmeleri seyyahımızı çileden çıkartan özelliklerdendir.
Öyle ki seyyahımıza göre bir zamanlar Kürtlerin içerisinde yaşayan Yunus Peygamber Kürtlerin inatçılık ve kavgacılığından bıkarak şehri terk etmişti.
Ya da eserin bir başka yerinde Nil kaynağı, Mısır Piramitleri gibi ilgi çeken hadiselere rastlıyoruz.
Evliya Çelebi, Hac yolculuğunu tamamladıktan sonra, 1672 yılında Kahire'ye yerleşir.
Mısır Kethüdası İbrahim Paşa, nezaretinde sessiz sedasız yaşamaya karar vermiştir; ama hala dünyanın görmediği noktaları içini kemirmektedir.
İbrahim Paşa'nın Asyut'ta batan bir geminin akıbetini araştırmak üzere görev verme niyetini sezince nihayet kararını verir ve son büyük yolculuğu olan "Nil'in kaynağı" güzergahına doğru seyahatini başlatır.
Çelebi, son Osmanlı sınırı olan İbrim'e kadar yoluculuğunu sürdürür.
Yolculuğunun başında piramitleri, eski Mısır yazısı hiyeroglifi ve sfenksi kendine has üslubu ile tasvir eder.
Nil'in kaynağına doğru amansız bir yolculuğa çıkar.
Evliya Çelebi, İslam'ın yayılmadığı beldelerdeki halkın çıplak gezdiğini ok ve yaydan oluşan silahları ile son derece iptidai bir hayat yaşadığını belirtir.
Çelebi 1685 yılında Nil'in kaynağına yaptığı bu tuhaf yolculuktan kısa bir süre sonra hayatını kaybetti.
Mezarı nerede?
Evliya Çelebi'nin mezar yeri hakkında iki görüş söz konusudur.
Bunlardan ilki Afrika'da hayatını kaybettiğinde oraya gömüldüğüne dairdir.
Bu iddia, diğer iddialar içerisinde en tutarlı olanıdır; çünkü dönemin şartları düşünüldüğünde bir cesedin Mısır'dan İstanbul'a getirilmesi haftalar hatta aylar sürebilmektedir.
Böyle bir durumda na'şın şişmesi ve çürümesi kaçınılmazdır.
Seyyahımızın özellikle İstanbul'a gömülmesine dair bir vasiyeti de olmadığını göz önüne aldığımızda defin işlemlerinin İstanbul'da yapılması mantıklı görünmemektedir.
Buna rağmen, birçok kaynak Evliya Çelebi'nin na'şının Şişhane'deki Loğusa kadın türbesinin yanında bulunan Meyyitzâde Kabri'nin bitişiğindeki âile mezarlığında olduğunu iddia etmektedir.
Aslında Loğusa Sultan Türbesi, Evliya Çelebi'nin hayatına çok yakışan bir türbedir; çünkü efsaneler ile örülmüş bir tarihe sahiptir.
Rahime Hatun Türbesi olarak da bilinen bu yapı son derece Batıl inançlara ev sahipliği yapmaktadır. Özellikle çocuğu olmayan kadınlar bu türbeyi mesken tutmuştur.
İşin tuhafı şudur ki bu türbedeki efsane Çelebi'nin seyahatnamesinde yer alır.
Askerden dönen adam hamile karısının birkaç gün önce öldüğünü öğrenir mezarı başına geldiğinde çocuğun annenin karnından çıktığını ve ölü bedenden süt içerek hayatta kaldığını görür.
O günden sonra bu türbe çocuğu olmayan kadınların uğrak mekanı olur.
1940'lı yıllarda yol genişletmek için bu türbenin etrafındaki tüm mezarlar yıkılır ve kemikler toplanarak çukurlara atılır; ama türbede Evliya Çelebi'nin bulunduğu iddiası bugünkü ayakta kalan yıkıntıların gerekçesidir.
Tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı ise bu fikre katılmaz ve kemiklerin çoktan çukurlara atıldığını savunur:
Evliya Çelebi ve babası, Sultan 4. Murad'ın kuyumcubaşısı Mehmed Zılli Efendi, Lohusa Kadın Türbesi'nin yanında medfundur. Fakat yol yapılırken oradaki bütün mezarlar yerinden söküldü ve mezar taşları bir çukura dolduruldu. Ben yol yapılırken gitmiş ve mezar taşlarını görmüştüm.
Konyalı'nın görgü şahitliğine göre mezar İstanbul'a getirilmişti ki başka bir kaynakta bu denli kesin ifadelere rastlamıyoruz; ama yine de yol yapımı mezarın bugün yine kayıp olmasının nedeniydi.
Bu yüzden tarihimizin en büyük seyyahının bir mezar yeri dahi bulunmamaktadır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish