II. MC Hükümeti
2 yıllık I. Milliyetçi Cephe (I. MC) Hükümeti'nin baskı politikasına karşı solun direnişinin yarattığı etkiyle, Ecevit'in önde gelen umut olarak sandığa yansıması sonucu, CHP 5 Haziran 1977 seçimlerinde oylarını 8 puan artırarak yüzde 41'i aşacaktı.
Milliyetçi Cephe içinde vurucu güç rolü oynadığını söyleyebileceğimiz Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), bu dönemde de sola karşı kanlı saldırılarını belirli bir süreklilik içinde sürdürecekti.
Adalet Partisi (AP), Milli Selamet Partisi (MSP), Demokratik Parti (DP) ve Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP) gerilerken, bu partilerin kaybettiği oylar kısmen MHP'ye gidince, MHP milletvekili sayısını üçten 15'e çıkaracaktı.
En güçlü parti olarak Cumhurbaşkanı'ndan hükümet kurma görevini alan CHP, 26 Haziran 1977 tarihinde azınlık hükümeti kurmasına karşın, Meclis'ten güvenoyu alamayınca II. MC Hükümeti’nin kurulmasının koşulları doğacaktı.
Nitekim Cumhurbaşkanı'ndan hükümeti kurma görevini alan Demirel, 22 Temmuz 1977 tarihinde II. MC'yi kuracaktı.
II. MC ile birlikte siyasi ortamdaki tayin ediciliği hissedilir hale gelen faşist hareket, militanlarını devlet kademelerine artan ölçüde yerleştirecek; polisin himayesinde, okullarda, fabrikalarda, mahallelerde saldırılarını artıracak ve kırsal alanlara yönelecekti.
Faşist hareketin hayatın her alanındaki saldırılarına karşı direniş, ağırlıkla cenaze kaldırmaya dayalı kitle hareketleri, protesto gösterileri, kitle çalışmaları ve kısmen de silahlı direnişler üzerinden gelişecekti.
ABD’nin Türkiye’yi "istikrarsızlaştırma" siyaseti yalnızca "terör stratejisi" ile sınırlı değildi. ABD, askeri ve ekonomik yaptırımlarla Türkiye'yi tam bir kıskaca almış, bütünsel bir hareketle sonuç almayı hedefliyordu.
Ecevit'in Kıbrıs’a ikinci müdahalesini bahane ederek uyguladığı silah ambargosu, II. MC döneminde de devam edecekti.
ABD ile Sovyetler Birliği arasında süren Soğuk Savaş’ta, Sovyetler Birliği’ni kuşatma politikasında bir cephe ülkesi olan Türkiye’nin ordusuna silahlanma ve modernizasyon konusunda ters bir yaklaşım göstererek onu savunmasız bırakıyordu.
Ekonominin sanayi alanında hammadde darlığı, mali alanda kredi ve döviz yetmezliği sürerken, ihracat alanında da dış piyasaların Türk mallarına kapatılması söz konusuydu.
Dünya Bankası ve IMF gibi emperyalist mali kuruluşlar Türkiye'ye anlamlı bir mesafede durmaktaydı. Demirel'in deyişiyle ülke "yetmiş sente muhtaç" hale gelmişti.
Bunun işçi ve emekçi kitleler açısından yarattığı sonuç, gerçek gelirlerin düşmesi, hayat pahalılığı, grev ve direnişti.
Yaygın kitle hareketlerine faşist saldırılar ve anti-faşist çatışmalar da eklenince, oligarşik egemen sınıfların TÜSİAD ağırlıklı kesimi, ABD kıskacının bir nebze gevşemesini sağlama ve zaman kazanma düşüncesiyle yönünü Ecevit'e dönecekti…
"Halkçı" Ecevit
Sağ partilerden 11 milletvekili süratle istifa ettirildi ve 5 Ocak 1978 tarihinde CHP azınlık hükümetinin kuruluşu hazırlandı.
CHP hükümetinin egemen oligarşik azınlığın isteklerine cevap vermesi, esasen kendi ilkelerini inkâr etmesi, halka vaat ettiği refah ve demokrasi programından vazgeçmesi demekti.
Ecevit, muhalefetteyken eleştirdiği IMF reçetelerini -kısmen- kabul edecekti.
Ekonomik ve sosyal krizi aşmaya yönelik bu reçeteler, krizi derinleştirmekten öte bir sonuç yaratmayacaktı.
Muhalefetteyken "Ne ezen ne ezilen, insanca hakça düzen!" adı altında kavramsallaştırdığı "ezen-ezilen" arasında toplumsal uzlaşma politikasını terk eden Ecevit, ücretleri sınırlayacak, ürün taban fiyatlarını düşük tutacak, zam ve devalüasyon politikası izleyecekti.
Bu arada MC partileri boş durmayacaktı.
Demirel, zam, pahalılık ve işsizlik ortamını sömürecek, CHP'yi ve solu yıpratmaya, TÜSİAD, TİSK, Ticaret Odaları gibi burjuvazinin ekonomik kurumlarını kullanarak hükümeti düşürmeye çalışacaktı.
"Tenkil! Tenkil! Tenkil! Endonezya tipi tenkil! Yoksa bu kış komünizm gelecek" (Celal Bayar)
Faşist hareket, 1978'in başından itibaren büyük şehirlerde devrimcilere, demokratlara ve yurtseverlere bombalı ve silahlı saldırılar düzenleyerek korku ve pasifikasyon ortamı yaratmayı hedeflerken, yaşlı kurt böyle uluyordu.
O günün kargaşasında hak ettiği değeri bulamayan bu "ulama"nın derin anlamı çok sonra anlaşılacaktı.
Büyük katliamlar özellikle bu dönemde gerçekleşecekti.
Faşist hareket, 1973 genel seçimlerinden sonra başlattığı ve I. MC Hükümeti döneminde ivme kazandırdığı politikayla, İç ve Doğu Anadolu'nun çevre illerinde mezhep farklılıklarını kışkırtacak, bu şehirleri teslim almak için Alevi halka dönük katliamlar düzenlemeye başlayacaktı.
Günümüzde ülkenin başına bela olduğu açıkça anlaşılmış olan çeteler, MHP içinden devşirilerek ayrı bir hiyerarşi içinde örgütlenecekti.
Bu gelişme, 1977-78 yıllarına denk düşüyordu.
12 Eylül cuntasının ve katliamların bu tarihte örgütlenmeye başlamasının tesadüf olmadığı daha sonra açığa çıkacaktı.
O tarihte ancak bunu bilenler bilmekteydi.
Katliamların ilki Malatya'da, ikincisi Sivas'ta, üçüncüsü Maraş'ta düzenlenecekti.
İstanbul Üniversitesi öğrencilerine yönelik 16 Mart Katliamı, Ankara Yükseliş, Balgat, Bahçelievler ve Piyangotepe katliamları bunlardan başlıcalarıydı.
Tüm bu katliamlarda Gladio'nun Türkiye'deki tetikçileri Çatlılar'dı.
"Terör" üzerinden hükümetin yetersizliği kanatlanırken, bu illerde sıkıyönetim ilan edilmesinin koşulları da yaratılmak isteniyordu.
Böylece kademeli bir planla cuntaya geçişin toplumsal psikolojik altyapısı da hazırlanıyordu…
Sıkıyönetime karşı olan Ecevit, Maraş katliamı ile birlikte faşist hareketin amaçladığı siyasi sonuca "angaje" oldu.
26 Aralık 1978 tarihinde önce 13, daha sonra 19 ilde sıkıyönetim ilan etti. Sıkıyönetimi ilan eden Ecevit olunca, bu sıkıyönetim idareleri onun nitelemesiyle "demokratik sıkıyönetim" olacaktı.
Demokratikliğin "Ecevitvari" biçimi, zaten sınırlı olan temel hak ve özgürlüklerin bir bir ortadan kaldırılmasında, cuntaya geçişin askeri-toplumsal koşullarının hazırlanmasında araçsallaşacaktı…
(Devam edecek...)
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish