Türkiye'nin siyasi takviminde bazı hadiseler vardır ki yalnızca olaylarla değil, bu olayların toplumda oluşturduğu etkilerle de hafızalara kazınır. 2025'in Mart'ı, işte bu özel aylardan biri oldu.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun diplomasının iptali ve ardından gözaltına alınması, sadece hukukla değil, doğrudan halkın adalet algısıyla da sınırları zorlayan bir gelişmeydi.
ADAMOR Toplum Araştırmaları Merkezi olarak 19-25 Mart tarihleri arasında gerçekleştirdiğimiz Türkiye Endeksi araştırması, bu gelişmelerin kamuoyunda nasıl yankılandığını bütün açıklığıyla ortaya koyuyor.
Kutuplaşma geri mi döndü, yoksa kılık mı değiştirdi?
Araştırma verileri gösteriyor ki Türkiye siyasetinde "kutuplaşma" kavramı geri dönmüş değil; daha çok, yeni bir hâl almış durumda.
Artık insanlar ideolojiler ya da kimlikler etrafında değil, siyasi figürler ve olaylar etrafında saf tutuyor.
İmamoğlu'nun yaşadığı hukuki süreç, geniş kesimlerce bir "siyasi mağduriyet" olarak algılandı ve bu durum CHP'ye yönelen desteği kısa sürede zirveye taşıdı.
Öyle ki, yalnızca CHP seçmeninden değil, DEM Parti ve Zafer Partisi tabanlarından da İmamoğlu'na yönelen bir sempati dalgası gözlemleniyor.
Bu destek, onu 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimleri için yapılan ankette ilk kez birinci sıraya taşıdı.
3 adaylı senaryoda Erdoğan yüzde 30,4, İmamoğlu yüzde 28,5 ve Mansur Yavaş yüzde 27,3 oy alıyor.
Oysa bir ay önce Mansur Yavaş bu üçlü arasında öndeydi. Konjonktür değişince, dengeler de hızla değişmiş görünüyor.
Halk, adaletsizliği siyasetten daha mı fazla önemsiyor?
Verilerin en dikkat çekici noktalarından biri ise adalet algısındaki dramatik dönüşüm.
Mart ayında, adalet ve hukuk sistemindeki sorunları Türkiye'nin en önemli meselesi olarak görenlerin oranı yüzde 22,8'e çıktı.
Bu oran, bir önceki aya göre yaklaşık yüzde 100 artış anlamına geliyor.
İmamoğlu'nun durumu, artık sadece bir siyasi figürün başına gelen bir olay değil; halkın vicdanında adaletin sarsıldığı bir eşik olarak yerini aldı.
Halk neye güvenmiyor: Kararlara mı, yargıya mı?
Katılımcıların yüzde 58,8'i diploma iptali kararını, yüzde 52,9'u ise gözaltı kararını yanlış bulduğunu söylüyor.
Bu oranlar, toplumun geniş kesimlerinde yargıya olan güvenin ciddi biçimde sarsıldığını gösteriyor.
Türkiye'de seçmen davranışlarının yalnızca ideolojik değil, adalet duygusuyla da şekillendiği bu örnekle bir kez daha görülmüş oldu.
Oy artışı yeterli mi, yoksa yeni bir stratejiye mi ihtiyaç var?
CHP'nin oylarında gözlenen artış, ilk bakışta muhalefet açısından umut verici görünebilir.
Elbette artış kamu vicdanındaki adaletsizlik algısının sonucu.
Partinin bu artışı kalıcı kılabilmesi için, seçmen nezdinde güven tazeleyen, kapsayıcı, net ve tüm rahatsız seçmeni dahil edici bir strateji geliştirmesi şart.
Muhalefet hâlâ neden ortak bir yol haritası çizemiyor?
Şu ana dek muhalefet cephesinde ortak bir strateji, net bir aday belirleme süreci ve tutarlı bir iletişim dili hâlâ oluşturulabilmiş değil.
Özellikle Mansur Yavaş gibi güçlü bir aktörün ön seçim sürecinde ikna edilememesi ve ön seçime dahil edilmemesi, farklı muhalefet partilerinin dışarda bırakılması gibi adımlar, kısa vadeli oy artışlarının uzun vadeli birliğe dönüşmesini zorlaştırıyor.
Oysa seçmenin mesajı açık: Tek adaylı, bütünleştirici bir duruş talep ediliyor.
Seçmen artık neye göre karar veriyor?
Bu noktada, siyasi karar vericilerin yalnızca oy oranlarına değil, seçmen psikolojisine ve toplumsal kırılganlıklara odaklanmaları hayati öneme sahip.
Çünkü artık seçmen, sadece vaatlere değil, adalete olan yaklaşımınıza, tutarlılığınıza ve kriz anlarında gösterdiğiniz reflekslere bakıyor.
Bu destek kalıcı mı, yoksa anlık bir refleks mi?
İmamoğlu'na gösterilen yüksek destek, AK Parti tabanında da bir konsolidasyon sürecini tetiklemiş görünüyor.
Bu da bize gösteriyor ki Türkiye'de siyasi refleksler hâlâ hızlı, hâlâ duygusal, hâlâ derin.
Bu türbülans, dönüşüm yaratacak mı?
CHP ve diğer muhalefet partileri, yaşanan bu siyasal türbülansı uzun vadeli bir fırsata dönüştürebilecek mi?
Yoksa bu yükseliş, tıpkı geçmişteki birçok örnek gibi, birkaç ay sonra geri çekilecek bir kamuoyu dalgasından mı ibaret kalacak?
Türkiye'de adalet duygusuyla tetiklenen bu siyasal dalganın gerçek bir toplumsal dönüşüme evrilip evrilmeyeceğini hep birlikte göreceğiz.
Ancak belirtmek gerekir ki, her gün yeniden kendini üretebilen bir "hacıyatmaz" iktidar karşısında en büyük sorumluluk, ana muhalefet partisine düşüyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish