Çin İzlenimlerim

Gürsel Tokmakoğlu Independent Türkçe için yazdı

Bu makalemde sizlere 1998 tarihli Çin ziyaretindeki izlenimlerimden bahsedeceğim. Buradaki tespitler içinde bugüne ışık tutacak mahiyette bazı önemli hususların olduğu kanaatindeyim.


İzlenimler (1998)

İlk Çin ziyaretimi 1998 yılında yaptım, önemli yerleri gezme ve önemli isimlerle görüşme imkânı buldum. O dönem Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Jiang Zemin (1993-2003) idi. Jiang Zemin, Çin'in ABD ile ilişkilerinde ve gelişmesinde önemli adımlar atan bir liderdi. Onun için Ulu Liderler sınıfındandır. Benim orada olduğum dönem, Çin'in Batılı ülkelerle ilişkilerinde çok istekli olduğu zamanlardı.

Bu seyahatimde 9 önemli sonuç elde ettim. Başlıklarla ifade edeyim: Devlet, altyapı, kültür, ekonomi, hukuk, askeri, egemenlik, küreselleşme ve ikili ilişkiler. 

Şimdi bu başlıkları kullanarak bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak isterim (her şeyi kapsayamayacağımı takdir edersiniz). 

Çin'i görünce ilk intibamı şöyle dile getirdim:

Dünyanın yarısını biliyormuşum, yarısını ise bilmiyormuşum!


- Devlet

Çin Halk Cumhuriyeti demek, bir anlamda devlet demekti. Devleti yönetenler, Komünist Parti ve bürokrasi, aynı zamanda devletin mülkünü kontrol ediyorlardı. Toprak devletin, üzerindeki varlıklar (mülki bakımdan) halkındı. Diyelim 100 katlı bina inşa ettiniz, toprak devletin olduğu için, yetkililer, "bu binayı ister yık veya ister al başka yere taşı" diyebilmekteydi.

Devlet yatırımcıya istediği her şeyi verebilir veya her şeyi elinden alabilir güçteydi. Diyelim yatırım yapılacak. Devlet onay verdiyse, arazi, elektrik, su, vs. hepsi, istenirse ücretsiz tahsis edilebilirdi. Aynı şekilde, isterse devlet uygulayacağı vergi miktarını da kendi planına uygun biçimde belirleyebilirdi.

Elbette bu devlet otoritesinin varlığını gösteriyordu. Ama aynı zamanda açıktı ki, eşitlik, şeffaflık, vs. yoktu, sadece otoriterlik vardı.

Devlet kalkınma planları yapmaktaydı. Bu plana uymak asıl hedefti ve uygulanması için sıkı sıkı takip yapılmaktaydı.

Devlet istediğine teşvik verebilmekteydi. Sınırsız devlet gücü, medeni hak ve özgürlüklerin ekonomik ve kalkınma hedeflerine uydurulması, bu teşvikler için gayet özel bir durumdu.


- Altyapı

O tarihlerde ülke çapında planlı biçimde altyapı için bir çabanın olduğu görülebiliyordu. Hava alanları, limanlar, kentler, yollar, sanayi tesisleri ve modern tarım alanları için büyük projeler başlatılmıştı.

Ülke içinde her türlü ulaşım ve haberleşme ağları hızlı ve en iyi bir şekilde imal ve inşa ediliyordu. 

Urumçi örneği, birkaç yılda şehri öyle bir hale getirdiler ki, bu stratejik bir planlama olduğu hemen anlaşılıyordu.


Kültür

Sokaktaki biri gazete okuyabilmek için kaç karakter bilmeli diye sordu. En az 50 bin diye cevapladılar. Bunlar ezberleniyordu. Ezbere dayalı bir eğitim ve kültür sistemi vardı. Çinlilerin mühendis, doktor, hukukçu, entelektüel, politikacı, ekonomist, her neyse, önemli biri olabilmesi için yüz binin üstünde karakteri ezbere biliyor olması durumu, bireylerin zihinsel kabiliyetlerinde farklı bir yeteneği ortaya koyuyordu. Bu yetenek bilinçlice kontrol edilebilir ise ortaya yeni şeyler çıkarılabilirdi.

Bir de sosyal ve çalışma ahlakı konusu var. Gördüğüm şuydu, sanki Konfüçyüs yeniden dirilmiş gibiydi. Bu bağlamda Çin, kolektif değerlerin birey merkezli olanlardan daha değerli olduğuna inanıyor. 


- Ekonomi

İnşaatlar her yerde… Büyük bir çaba var. Şu örneği vereyim, Şangay Belediye Başkanı ile görüşmemizde, [yeni yapılan şehri işaret ederek] şöyle söyledi: "Bu gökdelenler şu an boş görünüyor, ama kiraladılar, satın aldılar, yakın zamanda hepsi tamam!"

Merak edip sordum, kimler kiraladı, satın aldı diye. Amerikalılar, Kanadalılar, İngilizler çoğunluktaydı. 
Öyküyü biliyoruz, Çin, Hong Kong'un küresel fonksiyonunu Şangay'a taşıyordu.

Diğer ifadeyle, Hong Kong'da İngilizlerin kökleri ve kültürü giderek söndürülecek, buna karşılık Çin kültürü ve gücü küresel sahneye çıkarılacaktı. Öyle de oldu.
 

Şangay 1998 (Arşivimden)
Şangay 1998 (Arşivimden)

 

Herkesin bildiği öykü, henüz 1990'lardayken Çin Komünist Partisi, ekonomik kalkınmak için derin derin düşünüyordu. Karşılarına Singapur modeli çıktı. Singapurlu yetkililerle ve Başkan Lee Kuan Yew ile oturup görüştüler. Lee Kuan Yew'in otoriteye ve komünitarizme bağlı "Asya değerleri" olarak adlandırdığı model önemliydi.

Neticede Singapur, küresel hayranlık kazanan bir ülke konumuna yükselmekteydi. Uzak Doğu için denenmiş kültürel bir modele dayalı ekonomik kalkınma Çin'de de yaratılabilirdi. 

Yapılması gerekenler:

  1. İstikrarlı bir yönetişim.
  2. Tam fikir birliği ve imkanları zorlama arasında bir denge.
  3. Otoriteye ve komünitarizme bağlılık.
  4. Küreselleşme.

Tüm devlet yönetimi ekonomi üzerine odaklanmış haldeydi. Örneğin bir diplomata gittiğinizde, elinde hangi işi yapacak üretim tesisi var ve onlara nasıl ulaşılabilir, dökümleri vardı. Sorularınıza hemen cevap verebilecek bir anlayış söz konusuydu. İster zoraki ister inanmışlar deyin, burada bir fark vardı; ciddiyet! 

Örneğin, bir fabrika ziyaretimde ev sahibi olarak karşımda duranlar kimler bir bakın: Fabrika müdürü, üretim noktasının mühendisi, o ürün ve fabrika ile ortak çalışan üniversite temsilcisi, o projenin üretilmesinde çalışan akademisyen, ilgili bakanlık temsilcisi. Ne sorarsanız sorun, cevap verebilecek bir yetkili karşınızdaydı. Eğer sorunun cevabını veremedilerse, ki öyle örneklerim var, kim sorumluysa sonra cevap vermeyi üstlendi ve bunu yaptı.

Şunu söylemek istiyorum, Çin'den devletin ekonomi politikalarından uygulayıcılara kadar herkes seferberlik halindeydi. 1998'de durum buydu.

Üstelik Çin, Dünya Ticaret Örgütü'ne girmek için fazlasıyla çaba içindeydi. 1998'de bunu ifade ediyorlardı. 2001'de bunu başardılar. Çin'in ekonomik büyümesinin anahtarı DTÖ oldu.

Sosyo-ekonomide, yukarıdan (devletten) aşağıya (halka) ve zorlayıcı-kontrollü uygulama modeli vardı. Devlet bunu "otoriter refah ekonomisi" olarak savunabilirdi. 

Hatta bunu yaparken liberal veya neoliberal ekonomileri eleştirebilirdi. Liberal bireycilikle kalkınmanın mümkün olmayacağını savunabilirdi. Ama bana göre herkesin kendini güvende hissedebileceği bir ortam yoktu. Eğer devleti ve ekonomiyi yönetenler iyi ise işleyen bir sistem, kötü ise her şey kötü! 


- Hukuk

Otoriter devletin, "gerekene" kamu mallarını sağlaması ve eşitsizliği azaltmak için imkanları geliştirmesine hukuk ne der diye düşündüm. Hukuk, devlet otoritesine dur diyememekteydi. Bu pek de güvenilir model değildi. Eğer Konfüçyüsyen iseniz belki kabul görebilir, ama bunun din ve felsefeden öte bir durumu olmalıydı. Somut bir biçimde yasalara geçmesi ve herkese eşit uygulanacak biçimde ortaya konması gerekenler olmalıydı. Burada önemli engel halinde karşıma hukuk konusu çıkmıştı. 


- Askeri

O dönem Çin, yeni yeni dışarıdan teknolojiler bularak ordusunu yenilemeye çabalıyordu. Askeri akademileri ve kışlaları asker doluydu. Askerlik kadın-erkek fark etmiyordu, hatta öğrenciler bile eğitimdeydi. Üniversite öğrencileri tatil yapmıyorlar, askerlik yapıyorlardı. Bu arada dışarıya da açılma evresindeydi. Düşünün, kendisi üzerinde çalıştığı bazı silah sistemleri ve platformları geliştirebilmek için aynı anda savunma anlaşmaları yapmaya, müttefik ve ortak bulmaya gayret ediyordu. Bu tam bir Batı tarzı proje yönetimiydi. 
 

Pekin 1998 (Arşivimden)
Pekin 1998 (Arşivimden)

 

O dönem bir büyük sel felaketi vardı. Ordudan on binlerce asker selin olduğu bölgede seferberlik halindeydi. Sivil savunma öneli bir görevdi.


- Egemenlik

Dönemin Çin Savunma Bakanı'nın şu sözleri dikkat çekiciydi:

Ülkenin egemenliği için üç konumuz var. Bunlar olmadan bize rahat uyku yok. Hong Kong'un egemenlik devri 1997'de gerçekleşti. Makao'nun yakın zamanda devri olacak, sorun yok (1999'da bu gerçekleşti). Ancak, Tayvan'ın egemenliği devredilmeden Çin kendini de egemen hissetmeyecektir. Bu eninde sonunda olmak zorundadır. Bu bizim en önemli meselemizdir.


Benim gördüğüm Çin'in Tayvan politikası, irridentist yaklaşımlarla açıklanamazdı. Durum açıktı! Bugüne bakarak ifade edeyim: Tayvan, Çin için bir pazarlık konusu değildir. Çin bu ulusal hedefinden asla vazgeçmez. Her konuda planı projesi var, ama en üstteki konusu budur. Üstelik diğer bütün imkanları bu ulusal hedefini ele geçirmeye de imkân verecektir.

Hani şimdiki Devlet Başkanı Xi Jinping 'nin 2025 Yeni Yıl mesajında "hiç kimse ulusal birleşmenin tarihsel gidişatını durduramaz" demişti ya, bu aslında yeni bir durum değildi. Çin'in egemenlik konusuydu ve benim gördüğüm en azından 1998'de işittiğim bir kararlı politikaydı.


- Küreselleşme

Çinli yöneticilerin henüz 1998'deyken ağzından küreselleşmenin çıktığını işittiğimde şaşırmıştım. Amaçları buydu: Küreselleşmek.

Ülkeme dönünce küreselleşmeye verilen değişik yaklaşımları duyduğumda da şaşırmıştım. Neoliberal küreselci politikaları benimsemek ile küreselleşen dünyaya ait ileri rollerde yer almak ayırt edilemiyordu.

Anladığım kadarıyla sistem şuydu:

  1. Otoriter devlet kapitalizmi,
  2. Komüniter ekonomi,
  3. Batı'dan gelecek yatırımcıya destek,
  4. Çok titiz çalışma programı
  5. Önemli maddi birikimle güçlü maliyenin oluşturulması,
  6. Ulusal yatırımlara geçildiğinde bunun engellenmesine karşı dirençli olunması,
  7. Bu güç elde edildiğinde ise başka coğrafyalara açılmak,
  8. Uluslararası sahnede kooperatif aktörlerle çalışmaları geliştirmek,
  9. Ama öncelikle ülkeyi savunacak ve egemenliği tamamlayacak askeri güce ulaşmak.

Bütün bu düşünceler silsilesi kalkınma programlarına yansıdı ve bugün ÇHC bir küresel kapasite oluşturdu. 


- İkili ilişkiler

Çin kendine yakın ülkelerle özel ilişkiler içindeydi. Örneğin o dönemde bile hem İsrail ile hem de İran ile yakın ilişkiler içinde olduklarını her yerde görmeniz mümkündü.

ÇHC, kendine ilişki için gelen her ülkeye olan yakın ilgisi, samimi yaklaşımı, işbirliğine girme istekliliği açık bir konuydu.
1998'de gördüğüm, Türkiye'ye yaklaşımları gayet samimiydi. Ama başka zaman ve yerlerde de gördüm ki, Çin herkese samimiyetle kucak açıyordu. Bu Çin'in kültürel yaklaşımlarıyla açıklanabileceği bir konu olmakla birlikte, ekonomik kalkınma ve devletin ileri sürdüğü hedeflere ulaşmak için kararlaştırılmış bir yöntemdi.


Sonrası

Yukarıda gözlemlediklerimi belli bir çerçeve içinde yazdım. Şurası açıktı, 1998'de görülenler 2025 yılında karşımızda duranın ne olduğunu, potansiyelini ve hazırlığını bize tam olarak yansıtabiliyordu. 

Çok defa da şu cümleyi tekrarladım: Çin 20 yılda bu duruma yükseldi.

1998'de teknolojik ilerleme konusunu ilk bakışta anlayamazdım, zira henüz erken dönemlerdi. Yüksek öğretimdeki öğrenciler henüz Windows ekranlı bilgisayarları kullanıyorlardı, üstelik İngilizceye hâkim değillerdi. Bugün Çin için en önemli konu teknoloji oldu. Adeta dünya için de çığır açtılar. 

Çin'i izlemeye devam etim, her açıdan. Konuyu dağıtmamak için belli konular hakkında ilave edeceklerimi sonraki zamanlara bırakıyorum. Hatta bugüne dair karşımızda duran konuları değerlendirmek için çok imkânımız olacak.

2025'te, Donald Trump'ın politikalarıyla beraber bugün ne diyoruz?

Uluslararası sistem ve küresel kapitalist sistem çöküyor! Çin ise hem uluslararası sisteme hem de küresel ekonomiye destek vermenin güvencesi olduğunu vurguluyor. Çelişkili bir durumu yağıyoruz ve esasen sorun büyük!

Yukarıda ele aldıklarıma ek olarak bugün Çin'in en önemli avantajları neler diye sorup özet halinde cevaplarsam, "insan gücü, üretim kapasitesi, nadir toprak elementleri, patent zenginliği, teknolojisi, çeşitli coğrafyalarda yaygın ağının olması, deniz ticaret filosunun güçlü olması" derim.

Çin küreselleşme bağlamında çok çalıştı ve somut ilerlemeler kaydetti. En önemli gücü ticareti. Artık öyle bir noktaya geldi ki şunu söylemek mümkün: Çin küresel oyuna yeni başlıyor!

Artık üstünlük kuracağı alanları biliyor, esneyeceği noktaları da. ABD bağlamında söyleyecek olursak, onların yumuşak karınları neresi, Trump sayesinde net öğrenmiş oldu. Ama hepsinin masa üstüne konmasından ziyade, zaman içinde çıkar fırsatlara dayalı, pazarlık ederek ilerleme yolunu seçiyor.

Bu bağlamda yeşil enerji, robotik sistemler, yarı iletkenler, siber teknolojiler, siber-uzay, uzay programları, silah sanayii, gibi geliştiği ve daha da gelişeceği alanlar var. 

İçinde bulunulan konjonktürde ABD Başkanı Donald Trump neredeyse dünyayı Çin'in kucağına iter tarzda çıkışlar yapıyor.

Çin bunları GO hamleleriyle kabul ediyor (bu Çinlilerin çokça oynadığı çok taşlı rakibi kuşatmayı, hareketsiz bırakmayı hedefleyen, sabırla oynanan bir strateji oyunudur). 

Trump sayesinde Çin'i eli genişliyor.

Çin ile öncelikle Avrupa'nın hangi konularda anlaşabileceğini merakla bekliyorum. Halen Afrika, Asya, Orta Doğu ve Hit-Pasifik'in dışında, Batı merkezlerinde, Londra'da ve Kanada'da (Toronto merkezli) Çin nüfuzu dikkat çekmektedir. ABD'de bile üretim bantlarında ve tüketim mallarında Çin etkisi büyük, bunu biliyoruz.

İfade ettiğim gibi, Çin, Tayvan'dan vazgeçmeyecektir. Hani denir ya, "varoluşsal", bu öyle bir konu. Askeri planları devam ediyor. Bunun için projeleri var, 2027, 2035 ve 2049 tarihli. Örneğin 2027'de nükleer silah deposu "caydırıcı" olmaya yetecek kapasiteye ulaşacaktır.

Sanırım öncelikleri daha da belirginleştirmiştir, neticede bugün ABD ile sorunlu, diğer yandan eline bir fırsat geçti, küresel baskı kurabilir. 

Çin Halk Kurtuluş Ordusu, 2035 yılında ABD Silahlı Kuvvetleri'nden güçlü olabilmeyi, Hint-Pasifik'te, dünya denizlerinde ve uzayda üstünlüğü elde etmeyi hedefliyor.

Çin'in bütün planlarının tutması demek, aynı zamanda ABD karşısında hakimiyeti ele alacak demek oluyor. Bu dünya için yeni bir durum! ABD ile giriştiği bu son mücadelede Çin'i net biçimde gösterdi. ABD için Çin bir düşman ve küresel üstünlük elde etmek adına bazı planları olan ülke. Bu bize başka sonuçları verir mahiyet taşıyor. Her alanda savaş var ve kısa sürmeyecek!

Birkaç yıl sonra (Çin'in 2027 hedeflerinin bittiği tarih ile Trump'ın da "topal ördek" olup olmamasının belli olacağı tarihler buna karşılık geliyor) şöyle söylemeye hakkımız olacak: Çin eksiksiz bir "süper güç!" 

Bunun anlamı ne? Bugün ABD'ye karşı, ticaret savaşına varım diyor. 2027 tarihi itibariyle ise, yani bir süper güç olarak kabul edildiğinde, net biçimde rakiplerine askeri meydan okuma noktasında olabilecek, ideolojik olarak "küresel güney"e arkamdan gelin diyebilecek…

Çin şu an ideoloji ihraç etmiyor, ama bu mümkün olabilir. Hem yakın zamanda kendine ait sorunlu noktaları da revizyondan geçirebilir. Ne de olsa karşımızda revizyonist bir Çin var.

Bitirmeden önce şu iki hususu hatırlatayım:

Birincisi, Politik Uyanış: Stratejik Güç Birikimi ve Akılcılık Üzerine1 isimli kitabımda Çin'in stratejik planlarına yer verdim. Merak edenler buradan okuyabilirler. Çin hangi tarihte ne yapacak, stratejileri ve planları belli.

İkincisi ise Trump ile gelişen son durum. Bununla ilgili pek çok makale yazdım. Hatta bu sitede de yayımlananlar var. Son gelişmeler ve değerlendirmelerim için buradan da yararlanabilirsiniz.

 

 

1.  Gürsel Tokmakoğlu, Politik Uyanış: Stratejik Güç Birikimi ve Akılcılık Üzerine, Destek Yayınları, İstanbul, 2024.

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU