20'nci yüzyıl Rus edebiyatının dünya çapında saygı gören kalem sahiplerinden biri olan Viktor Şklovski'nin anılarına bir kez daha müracaat etmemizin nedenini, Independent Türkçe okurlarının gayet iyi bildiğine inanıyoruz. Yine de bir kez daha hatırlatalım:
- Bu anıları okuyanlar, geçen yüzyılın en az 75 yılının sadece edebi değil, aynı zamanda siyasi gelişmelerine dair çok önemli fragmanları görebilirler. Daha önce Mayakovski'den Hlebnikov'a, Burlyuk'tan Mandelştam'a kadar en kıymetli anıların paylaşıldığı bölümleri okurlarla paylaşmıştık. Bu kez ağırlık Maksim Gorki'nin üzerine düşüyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
- İlk kez 1966 yılında basılmış "Bir Vardı, Bir Yoktu" kitabının sayfalarından aldığımız bu anılar, şu gerçeği bir kez daha onaylaması bakımından fevkalade önemli bir kaynaktır: Kalem sahibi, anılarında insan olarak; edebi eserlerinde ise kahraman olarak kendini ifade ediyor ve yaşatıyor. Bir de meslektaşlarının anılarında yaşamak var. İşte, Viktor Şklovski'nin anılarının bu bölümünde belki bugüne kadar hiçbir yerde görmediğiniz bir Maksim Gorki'yle karşılaşacaksınız. Şklovski'nin anılarının diğer dünya yazarlarınınkinden farklı olmasını sağlayan en önemli özelliklerden biri de budur: Kendinden çok, kilit insanların öykülerini anlatmak.
- Şimdiye kadar okuduğum anılar arasında ikisini en çok önemsediğimi ifade etmemde herhangi bir sakınca yok: Öğrencilik yıllarımda okuduğum "Bir Vardı, Bir Yoktu" ve bu yüzyılın başlarında okuduğum "Anlatmak İçin Yaşamak" (Vivir para contarla); yazarı, Gabriel García Márquez. İşte, Reiner Maria Rilke'nin "Yazmadan yaşayabileceğine inanıyorsan, yazma" ilkesini her sayfasında doğrulayan ve haklı çıkaran anılar.
Her hafta sonu Independent Türkçe okurlarıyla edebiyat yazıları aracılığıyla buluşmaktan mutluluk duyduğumu ifade etmek isterim.
Yazılarımı büyük özenle yayına hazırlayan kıymetli editör arkadaşım Merve Bayrakçı Hanımefendi'ye bir kez daha şükranlarımı sunuyorum.
Gorki'nin dairesine siyah merdivenden çıkılıyordu. Kediye benzeyen uzun bir merdiven…
Ardından sıcak mutfağa açılan kapılar ve onun ardında soğuk odalar…
Yemek odasında taşınabilir bir soba vardı. Sobanın önünde demir borular duruyordu.
Ben, o boruların kısa süreli koyu kırmızı rengine bakmayı severdim.
Soba, Rappoport soyadlı bir kişinin getirdiği kırılmış kasa ahşaplarıyla ısıtılıyordu.
Masanın arkasında Gorki oturuyordu.
Masanın başköşesinde ise artık genç olmayan, fakat çok güzel bir kadın olan Mariya Fyodorovna Andreyeva bulunuyordu.
Çaydanlık ve semaver onun önünde olurdu. Öteki kişiler değişirdi.
Ben orada sık sık bulunurdum.
Heyecanlı öyküleriyle Larisa Reysner gelirdi.
Daha sonra, bu heyecanın karşısında Mariya Fyodorovna kendisini çaydanlık gibi sıcak bir kılıfa bürüyordu.
O zamanlar çayın iyi demlenmesi için çaydanlıkların kapağı yumurta biçimli kapitone bir örtüyle kapatılırdı.
Daha sonra masanın arkasında akıllı ve aynı zamanda güzel olan Mariya İgnatyevna Buderberg peydahlandı.
Kadın ressam Hodaseviç de masanın arkasına oturuyordu. Ve Gorki'nin oğlu Maksim Peşkov da düşüncelere dalardı.
Aleksey Maksimoviç, büyük pencereli bir odada yaşıyordu.
Duvarların alt kısmında kitap dolapları vardı.
Halk edebiyatı üzerine çok kitap bulunuyordu.
Aleksey Maksimoviç'in üzerinde, dirseklerine kadar mürekkebe batmış eski bir ceket vardı.
Ceketinin üstünde ise geniş kollu yün bir Çin bornozu bulunurdu.
Ayağında birkaç kat tabanlı, yağlı kâğıttan yapılmış sıcak Çin ayakkabıları vardı.
Kendisi her zaman sabahları yazardı. Büyük harflerle ve her harfi ayrı ayrı, büyük sayfalara yazıyordu.
17'nci yüzyılın iyi yazısı… Aleksey Maksimoviç, açılabilen bir Çin koltuğunda otururdu.
Raflarda mütevazı ve ince Çin nefriti bulunuyordu.
Mariya Fyodorovna'nın odalarında 19'uncu yüzyıl sonlarına ait eşyalar vardı.
Orada da çok sayıda Çin eşyası bulunuyordu.
Ancak bu, farklı bir Çin tarzıydı; bayanların sevdiği bir stil: Siyah verniğin içinde yontulmuş, bombeli fil dişi…
Rakitski'nin odası kocamandı.
Duvarlarda, renkli vernikle yapılmış ve maymunların bulunduğu dönencelerin tasvir edildiği, Rakitski'nin kendi tabloları asılıydı.
40 yaşındaki, bıyıksız ve sakalsız İvan Nikolayeviç, kırpılmış mavi renkli deriyle örtülü kanepede yatıyordu.
Bunun dışında odada ısıtıcı hiçbir şey yoktu.
Aleksey Maksimoviç Gorki, devrimin ilk yıllarında zor ve gerilim dolu bir hayat yaşıyordu.
1920 yılında Yakutsk'tan, Gorki'nin yanına, Kapri'den eski bir ahbabı gelmiş ve gelir gelmez tifüse yakalanmıştı.
Ben o kadını, Gorki'nin yanında iyileştikten sonra görmüştüm: Zayıftan daha zayıf, erkek bir çocuğa benziyordu.
Kadının evdeki lakabı "Hodya" idi. Yarısı Moğol olan Semyonova, Çinceyi iyi konuşuyordu.
Evde adeta herkesin bir lakabı vardı: Aleksey Maksimoviç'e "Duka", Hodaseviç'e "Kupçiha", Rakitski'ye "Solovyov" diye hitap ediliyordu.
Hatta Semyonova, Petersburg'a gelmemiş; oraya kadar sürünerek ulaşmıştı.
İç savaş sürüyordu. Nehirlerin üzerindeki ahşap köprüler yanmış, demir köprüler patlatılmıştı.
Ancak rayların vidalı olmasından dolayı, yanmış bağlantılarla birlikte nehirlerin üzerinde asılı duruyordu.
Bu emniyetsiz yollardan geçen Semyonova, Uzak Doğu'dan Petersburg'a kadar sürünerek gelmiş ve yanında maden örnekleri getirmişti.
Gorki'nin eski ahbabı olan kocası, Verhoyansk sırtlarında yaşayan Tungus-Mançular için yardım istemişti.
Çok sayıdaki geyiğin ölümünden sonra açlık çekiyorlardı.
İmkanları ölçüsünde yardım eden Aleksey Maksimoviç, Semyonova'nın kendisiyle getirdiği kurşun örneklerini inceledi ve mektubunda Aleksandr Aleksandroviç Semyonov'a, Petersburg'un çok soğuk olduğunu belirterek oranın bilim insanlarına daha fazla deri getirmesi ricasında bulundu.
Semyonovlar uzun zamandır hayatta değiller.
1960 yılında, Novıy Mir dergisinin 11. sayısında, Aleksey Maksimoviç'in "Tekil Üzerine" yazısını okuduğumda Nataşa'yı hatırladım.
Gorki'nin evinde çok farklı "tekil"ler bulunurdu. Sıradan tekiller bile kocaman görünür, kendi görüntüleri ve ilgi alanlarının beklenmedik yönleriyle insanı şaşırtırdı.
Evde her zaman en farklı milletlerden insanlar olurdu. Sessiz, sarışın, güçlü, akıllı ve hiçbir şeye şaşırmamaya çalışan Wells, genç kimyager oğluyla birlikte gelirdi.
Kendisi, Gorki'yle çevirmen Mariya İgnatyevna aracılığıyla konuşur ve konuşmanın gidişatına göre daha fazla şaşkınlığa kapılarak ciddi, gamlı ve heyecanlı bir hâl alırdı. Bazen buraya Şalyapin de gelirdi.
Ben hiçbir zaman böyle güzel bir insan kafası görmemiştim: O kadar incelikle biçimlenmişti ki adeta mükemmel bir keman ustasının eseri gibiydi.
Dakik kesilmiş burun delikleri, gerilimsiz ve isabetle çizilmiş bir ağız... Sanki Şalyapin kesinlikle sanat tarafından yaratılmıştı.
Hatta boynundan ensesine ve ensesinden kafasının orta kısmına geçişi bile kusursuzdu.
Daha sonra ben Şalyapin'i Gorki'nin Berlin'deki evinde görmüştüm.
Konuşurken ülkeye dönüşü için yardım istiyordu:
Benim Rusya'ya dönmem gerekir. Oradaki Marino Tiyatrosu orkestrasında üçgen çalan bir müzisyen var. İşte o da Şalyapin, ancak az para alıyor. Orada ben itfaiyelerin önünde de iyi şarkı söyleyebilirim.
Ve o, gitti. İstemek bir işse karar vermek başka bir işti. Kronverk Caddesi'nde Şalyapin'i Petersburg Bolşevikleriyle konuşurken görmüştüm.
Kendisi onlarla aynı dönemin ve aynı ırkın insanıydı. Şalyapin sık konuşmazdı, fakat sakince ve iyi konuşurdu. Gorki'nin evinde ben kendisini defalarca şarkı söylerken görmüştüm.
Oyuncu Borisov, gelip oğlunun öldüğünü söylediğinde, o gün akordeoncu Dımşa da Gorki'nin evindeydi.
Akordeon eşliğinde Şalyapin ve Borisov gece yarısına kadar söylediler.
İşte o zaman ben Şalyapin'in hem şarkı söylediğini hem de konuştuğunu duydum.
Aleksey Maksimoviç konuşurken düşünüyordu.
Onun için konuşmak, düşünceyi netleştirme metoduydu.
Kendisi Dünya Edebiyatı Yayınevi'nin toplantısından dönerek kupkuru, kibirli Akim Volınski'nin sessiz ve kederli Aleksandr Blok ile tartışmalarını anlatıyordu.
Tartışma, eski hümanizmin tepetaklak olması ve yeni hümanizm üzerineydi.
O zaman Gorki, Blok'la ilgili coşkuyla konuşuyordu. Mükemmel bildiği eski edebiyat üzerine konuşmayı severdi.
Onun beklentilerini, kaybetmediği becerisini ve sonsuz talepkârlığını biliyordu.
Ancak onun terk-i dünyalığını da seviyordu.
Flaubert'in Madame Bovary'si, eğitimini yarım bırakmış bir doktorun karısıdır. Kendi sevgisiyle nasıl bir görevi yerine getirdiğini görünüz. Ancak güzel Anna Karenina ve güzel Vronski, İtalya'da yaşıyor. Tolstoy ise, Roma'nın aylı gecesinden bile onlara geçme izni vermezken, bunun onlar için ne kadar iyi olduğunu görmemize izin veriyor. Demir gözlüklü ihtiyar, her şeyin üstünü çizmiştir.
Elini çabuk tutan yaşlı insanların eğildiği gibi, masanın üzerine az daha sonuna kadar eğilen Aleksey Maksimoviç, Lev Nikolayeviç Tolstoy'un nasıl çizdiğini gösteriyordu.
O, Tolstoy'un sevgiyi ve nefreti sakladığını düşünüyordu. Belki benim düşüncem aydın değil.
Ancak çok açık düşünceler de çoğu zaman bitmiş düşünceler oluyor.
Düşünme sücedı ise bilindiği üzere her zaman sürüyor.
Aleksey Maksimoviç, Lev Tolstoy'a hayranlık duyuyordu, ancak Tolstoy'un yaşama olan coşkulu yaklaşımını din adına kendinden nasıl sakladığını görüyordu.
Allah'tan korkan, Allah'a itaat eden, kiliseye giden, Troitsa Günü elinde solmuş kuş kirazı tutan ve sadece Allah'a inanmayan bir köylü...
Kendisi hayatı seviyordu, yaşamı güzel yerlerde kuruyor, eşini seviyor, hızlı atlara ve insan gücünü hayranlıkla izliyordu.
Aleksey Maksimoviç, adaletin geç kalmayan bir cengaveriydi. Cengaverler hep haklı değildir; cengaverin zırhı, elbisesini yalayan ve hareketlerini sınırlayan ağır bir yüktür.
Ancak ben Gorki'yi edebiyata ve adalete olan yorulmaz sevgisiyle gördüm.
O, edebiyatı seviyor, adeta genç bir aşık gibi ona doyamıyordu.
Hint, Moğol, Çin, Hollanda ve her tür edebiyata ihtiyaç duyuyordu.
O, devrimi herkesi savunacak bir sevgi gibi bekliyordu.
Ancak devrim, nefret de getirdi.
Gorki, artık kendisinin de nefret etmeyi becerdiğini bilmiyordu.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish