Her günün sonunda Viktor Şklovski’nin iki ciltli eserinin baş kısmına “Sonya Şklovskaya’ya. Gün hep kısa. İlerliyoruz” yazdığını hatırlamak nasıl bir duygu acaba?
92 yıllık bir yaşamın her gününe “Hep kısa” demiş bir kalem sahibinden bunu öğrendiysek bile şimdiye kadar zamanımızı o kadar da boşuna harcamadık demektir.
Dünyanın en zikzaklı coğrafyasının en çalkantılı dönemlerine tanıklık etmiş bir kalem erbabının yaşadığı olayları herkesten farklı yorumlarla okumanın günümüz Türk edebiyat severleri için de önemli bir şey olması gerektiğini düşünerek “Bir vardı bir yoktu” kitabından kısa bir parçayı daha Independent Türkçe okurlarıyla paylaşıyoruz.
Lenin
Zırhlı Alayın içinde birçok işçi vardı: Demirciler, tornacılar. Onlar Bolşevik hücreleri oluşturmuştu. Bolşevikler Petrograd tarafındaki imalathanelerdeydi. Finlandiya Garı’nın önünde Lenin’i karşılayan zırhlı araç da o taraftan gelmişti. Bizim şoförler okulu takımı, mesleği gönüllü seçenlerin etkisi sayesinde savunma nitelikliydi. Mihaylovsk Maneji’ndeki garaj takımı tereddüt içindeydi (şimdi burada Kış Stadyumu var). Bu, gündüz iki tarafın da penceresinden düşen zayıf ışığın yere kadar uzandığı kocaman bir yapıydı; camlar toz içindeydi. Binanın içinde zırhlı araçlar duruyordu: Çift kuleli ‘Austin’ler, tek kuleli ‘Lanchester’ler, ağır topların bulunduğu ‘Harford’lar ve diğer araçlar. Biz araçların hepsini yurtdışından alıyorduk ve silahlanma alanında “Tek bir el” prensibi yoktu. Lenin buraya geldi. Bu, 15 Nisan 1917’de yaşandı. Kamyonlardan birinin yan kısımlarını indirdiler. Kamyon dirseklerini platforma koymuş insanlarca çevrelenmişti. İnsanlar Lenin’e yukarıdan aşağıya bakıyordu. Boyu uzun olmayan çok geniş göğüslü bir insan gördüm. Lenin kasketini çıkardı. Kızıl sarı saçlı ve yüksek alınlı olduğu anlaşıldı. Lenin’in yanında gelenler onun paltosunu ve paltosunun yanı sıra ceketini çıkardılar. Ben Lenin’in pehlivan cüssesini, fiziksel bakımdan çok güçlü bir insanın güçlü ellerini gördüm. Lenin ceketini giydi ve devrimin görevleriyle ilgili konuşmaya başladı. Sakin, sanki geyik gibi canlanarak, adeta rüzgâra karşı uçan büyük bir kuş rüzgârı yönlendiriyordu. Genelde bizde büyük insanları trajik çelişkiler yaşamış, azap yaşamış mutsuz insanlar olarak tasvir ediyorlar. Sanki büyüklük ağır bir marazmış. Ben Lenin’i iki kere büyük konuşma yaparken görmüştüm. Ben bu insanın mutlu olduğunu görmüştüm. O ne istediğini biliyordu, ne olacağını biliyordu. Devrimin bu kadar uzun süre beklendiği gün gelmişti. Devrimi gerçekleştiren insanlar Lenin’in önünde bulunuyordu. İnsanların ruhunu devrim sarmıştı. Bu, onların işiydi. Devrim onlar için gerçekleştiriliyordu. Onlara kendi özel çıkarlarının anlatılması gerekiyordu. Onlara gelecekteki günlerinin anlatılması gerekiyordu ve bu Lenin için bir zevkti. Mantıklı ve sade konuşuyordu: Aynı düşünce giderek daha sakin ve belirgin şekilde silsile olarak geri dönüyordu. Bu, dünya kapitalizmine karşı çıkış, işçilerin örgütlenme gereksiniminin anlatılmasıydı. Burada konuşan insan ile onu dinleyenler arasında hiçbir gizli sır yoktu. O, platformun üzerinde hareket ederek farklı yönlere hitap ediyordu. Yüksek sesli olmayıp hafif tınılıydı, diksiyonu sonuna kadar aydınlıktı. Burada söylemenin yeri olup olmadığını bilemiyorum ancak söyleyeyim: Bir öğrenci olarak ben Lenin’in kişiliğinde farklı bir insan görüyordum, bir profesör. Konuşmasını bitirince kamyonun üstünden indi ve bankın üzerine oturdu. Bir kadın ona sesleniyordu, yerinden kalktı ve farkına varmadan kadınla konuşmaya başladı. Ardından arkasını kitleye dönerek ve hiç çekinmeden küçük not defterine bir şeyler yazdı. O çalışan bir insandı, tekrar ediyorum havadaki kuştu. Lenin aşırı mutlu ve uzağı gören bir insandı. O, bugün ile mutlu değildi, yarının bin yılıyla mutluydu.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish