Dünyanın en büyük adliye binasını yaptırmak övünülecek bir şey mi?

Prof. Dr. Ulvi Saran Independent Türkçe için yazdı

Bakan Tunç, inşa edilecek olan yeni Ankara Adalet Sarayı’nın proje görsellerini de Meclis kürsüsünden milletvekillerine göstermişti / Fotoğraf: Rıza Özel/Hürriyet

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, basına yaptığı açıklamada, "622 bin metrekare kapalı alana sahip Dünyanın en büyük adalet sarayını Ankara'da inşa edeceklerini" söyledi…

Keşke bu bahtsız açıklama hiç yapılmamış olsaydı…

Açıklama, esasen iki temel çelişki ve sorun içeriyor:

  1. Devletin son yıllarda kapıldığı beton fetişizminin sonucu, histerik biçimde hesapsız kitapsız yaptığı, baştan aşağı israf abidesi kamu binalarına bir tanesini daha ekliyorsunuz.
     
  2. İçinde adalet olmayan ve adına saray dediğiniz bu yapıların sayısını ve hacmini akıl almaz biçimde arttırarak Türkiye'deki yargı sisteminin ne kadar işlevsiz, hantal, adalet dağıtmaktan aciz ve çökmüş halde olduğunu ispatlamış oluyorsunuz.

Böylesine devasa bir yapı yapma kararını önce fiziki yönüyle inceleyelim:

Ne yazık ki, devletin kamu parasını harcarken en hesapsız ve en beceriksiz olduğu konuların başında, kamu binası yapımı geliyor.

Bunu, özellikle son yıllarda, gereğinden çok büyük ve gösterişli bakanlık merkezi ve kamu kuruluşu binalarının, birbiri ardı sıra, büyük bir hız ve yaygınlıkla yapılıp hizmete açılmalarından görüyoruz.

Doğrudan bakıldığında, bir şehirde yapılacak adliye binasının çok büyük ve hatta dünyanın en büyüğü olmasıyla övünmenin mantıklı ve tutarlı bir tarafı yok.

Sanki sözünü ettiğiniz şey, dünyadaki en büyük bilim merkezi veya üretim merkeziymiş gibi…

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Neden böyle devasa bir yapıya gerek duyulduğunu sorduğunuzda, cevap olarak "Efendim mevcut mahkemelerin ve adli birimlerin sayısı ve bunların faaliyet gösterdiği binalar, artan yargı hizmeti ihtiyacını karşılamıyor" olacaktır.

Halen Ankara'da, 1989 yılında hizmete giren merkez adliye binasında (105 bin metrekare kapalı alanlı) ve şehrin diğer semtlerindeki adliye binalarında, 5 bin civarında personel, toplam 190 bin metrekare kapalı alanda halka hizmet vermektedir.

Yeni yapılacak adliye sarayının sağlayacağı toplam 622 bin metrekarelik devasa kapalı alandan bağımsız olarak, mevcuttaki toplam 180 bin metrekarenin gerçekte hizmet ihtiyacına yeterli olup olmadığı sorusuna verilebilecek cevaplar birçok yönden tartışılabilir mahiyettedir.

Ankara ile karşılaştırılabilecek bazı önemli dünya kentlerinin nüfuslarını ve ana adliye binalarının büyüklüğünü gözden geçirmek, bu konuda sağlıklı bir fikir vermesi bakımından faydalı olacaktır:

  • Barselona: Nüfus 4 milyon 840 bin, Adliye sarayı 32 bin metrekare
  • Berlin 1: Nüfus 4 milyon 840 bin, Adliye sarayı 75 bin metrekare 
  • Berlin 2: Nüfus 3 milyon 645 bin, Adliye sarayı 60 bin metrekare
  • Los Angeles, 3 milyon 967 bin, Adliye sarayı 80 bin metrekare
  • Singapur: Nüfus 5 milyon 700 bin, Adliye sarayı 67 bin 500 metrekare 
  • Tokyo: Nüfus 37 milyon, Adliye sarayı 180 bin metrekare 

Bu şehirlerde şüphesiz ana adliye binaları dışında başka binalar da bulunmaktadır.

Ama tek bir binada Türkiye'deki kadar kapalı alan büyüklüğü söz konusu değildir.

Hatta dünyadaki adliye binalarının hiç birisi, büyüklük yönünden İstanbul'da önceki yıllarda yapılıp hizmete açılan 343 bin metrekarelik Çağlayan ve 480 bin metrekarelik İstanbul Anadolu adliye binalarının yanına bile yaklaşamamaktadır.

Ayrıca bu ülkelerde, kamu binalarında, personel başına düşen brüt alan miktarı Türkiye'dekine göre çok daha küçüktür ve dolayısıyla hizmet binaları çok daha etkili ve verimli kullanılmaktadır.

Büyük ve gösterişli kamu binalarında hizmet verme isteği, ülkemizde özellikle son dönemlerde ciddi bir takıntı haline gelmiştir.

Dünyanın en büyüğü olarak inşa ettiğimiz İstanbul'daki yeni merkez bankası binası 327 bin metrekare kapalı alanıyla, Amerikan Merkez Bankası binasının 6 katı büyüklüğündedir.

Şehir hastanelerimiz tek alandaki hastane büyüklükleri ve hasta yatağı başına düşen m2 kapalı alanları itibarıyla, mekanlarını sınırsızca kullanan hastaneler listesinin en başında yer almaktadır.

Gereğinden büyük ve gösterişli kamu binası yapma sendromu, buna karar verenlerin, sonunda yaptıkları harcamanın doğrudan kendi ceplerinden değil de kamu adına devlet hazinesinden çıkıyor olmasından doğan hesapsızlık ve rahatlıklarından kaynaklanmaktadır.

Titiz ve detaylı araştırmalara ve israftan kaçınma hassasiyetine dayanmadan projelendirilen kamu binaları, hiçbir zaman ihtiyaca cevap vermemekte, bu nedenlerle kamu binalarının ihtiyaca yetmezliği kronik bir hal almaktadır.

Bu anlayışla devam ettiğimiz takdirde belki bundan 20 yıl sonra, şu anda yapımına başlanacak aklımızın almadığı büyüklükteki bu yeni adliye binasının da ihtiyaca yetmediğini konuşuyor olacağız.

Giderek büyüyen adliye binaları gerçeğinin, yargı hizmetlerinin fonksiyonları yönünden hangi temel açmazlara ve çelişkilere işaret ettiği konusuna gelelim:

Önce sorulması gereken temel soruyu soruyoruz:

Bir ülkede, adliye binalarının sayıca çok fazla ve hacim olarak çok büyük olması, basit bir mantıkla neyi anlatır?

Bu bize, o ülkede;

  • Siyasi, sosyal ve ekonomik düzenin istikrardan, huzur ve barış ortamından uzak olduğunu,
     
  • İnsanların toplumsal kurallara ve yasalara riayet etmediğini, işlerin usulünce yürütülmediğini, yasaya aykırı ve haksız davranışların fazla ve yaygın olduğunu,
     
  • Çok fazla hukuki ihtilaf yaşandığını ve ihtilafların karmaşıklığını; insanların sözleşme hukukuna, ahde vefaya ve ticari teamüllere uygun davranmadığını, anlaşmazlıkların rutin uygulamalarla ve yürürlükteki yasaların gösterdiği yol ve yöntemlerle çözülemediğini ve bu nedenle insanların mahkemelere işlerinin çok düştüğünü,
     
  • "Hukuk devleti," "hukukun üstünlüğü" ve "kanun önünde eşitlik" ilkelerinin gerektiği şekilde hayata geçirilmediğini,
     
  • Toplumda çok fazla suç işlendiğini, asayiş ve güvenliğin bozuk olduğunu,
     
  • Suçluların takip edilmesinde, yakalanmasında, yargılanmasında ve gerekli cezalara çarptırılmasında, suç takip ve yargı birimlerinin gerektiği şekilde etkili, önleyici, cezalandırıcı ve caydırıcı olamadıklarını,
     
  • Hukuk sisteminin karmaşık, hantal ve verimsiz olduğunu; yargı örgütlenmesinin ve bu bağlamda itiraz, inceleme ve karar kademelerinin işlevsellikten uzak olduğunu,
     
  • Adli işlem ve yargılama süreçlerinin gereksiz ayrıntılara ve formalitelere boğulduğunu ve yavaş işlediğini, bu nedenle çok uzun süre alıcı ve usandırıcı olduğunu, 
     
  • Adaletten ve yargı mercilerinden hakkını arayanların şikâyet ve dava başvurularının sonuçsuz kaldığını veya kendilerine hiç bir fayda sağlamayacak şekilde geciktiğini, bu nedenlerle vatandaşların adalete ve devlete olan güvenlerinin kaybolduğunu ifade eder.

Yargı, kendisine düşen görevleri ve bu kapsamda topluma sunduğu hizmetleri, amaç ve hedefleriyle uyumlu, gereken yeterlilik düzeyinde ve vatandaş memnuniyetini sağlayacak şekilde yerine getirememektedir.

Buna karşılık, fiziki kapasite, bina varlığı, örgütlenme ölçeği, mali kaynaklar, personel mevcudu, kullandığı imkân ve araçlar ve işlem hacmi yönünden sürekli büyümesi, bu bağlamda süreçlerinin karmaşıklaşması ve ağırlaşması, önemli bir soruna, "adaletin sektörleşmesi", diğer bir deyişle "adaletin piyasalaşması" sorununa işaret etmektedir.

Burada kastedilen, adaletin ideal fonksiyonlarından uzaklaşarak hantallaşması, verimsizleşmesi, yargılama süreçlerinin uzaması ve sonuç getirmeyişi nedeniyle kendinden bekleneni veremeyen dejenere bir yapıya dönüşmesidir.

Bunun sonucunda adalet, negatif faktörleri bünyesine çeken, sorunları çözmesi beklenirken daha çok sorun üreten ve ürettiği sorunlar yumağının büyüten olumsuz bir işleyiş mekanizmasına evrilmiştir.

Adalet "sektörleştiği" veya "piyasalaştığı" takdirde şu sonuçlar ortaya çıkar:

  • Devletin olmazsa olmaz bir işlevi ve temel bir kamu hizmeti olan adalet, sosyal bir değer olmaktan çıkıp ekonomik bir değere dönüşür. Sisteme erişim avantajına ve yeterli mali imkanlara sahip olanların, belli ilişkileri yönetmesi ve süreçleri izlemesiyle elde ettikleri ticari bir meta ve araç haline gelir.
     
  • Herkes için erişilebilir olması, eşit ve tarafsız işlemesi gereken adalet, güçsüz, savunmasız ve yoksul insanların mahrum kaldığı ya da yeterince faydalanamadığı; güçlü, nüfuzlu ve zengin olanların ise rahatlıkla erişebildiği ve en ileri düzeyde faydalandığı bir yapıya dönüşür.
     
  • Yargı süreçlerinin gereğinden fazla uzaması, davaların yıllarca sürmesi ve buna rağmen adaletin tam olarak tecelli etmemesi yargıya olan güveni zedeler. Geciken adalet, adaletsizliğe dönüşür ve sistem sorun çözme kabiliyetini kaybeder. Yargı sistemi bir çözüm mekanizması olmaktan çok bir sorun üreticisi haline gelir. Bu da kirli ve haksız kazançların doğmasına yol açar.
     
  • Yargı süreçlerinin uzaması ve karmaşıklaşması, bu bağlamda itirazların incelenme ve karar kademelerinin çoğalması, sistemin işleyişinden getiri sağlayan aktörlerin önem ve ağırlığını ve bu bağlamda bilgi ve uzmanlıklarının değerini arttırır.

    Bu süreç, sistemde rol üstlenen savunma temsilcileri, avukatlar ve bilirkişiler için temelde bir gelir maksimizasyonu fırsatı oluştururken, hakkını arayan insanlar için giderek daha yüksek maliyetlere katlanmak, mali imkân ve erişim yetersizliği olanlar için de yargı sisteminden daha az hak elde edebilmek demektir.
     
  • Bilirkişi raporlarının yargı sürecindeki ağırlıklarının artması, bilirkişi raporlarına aşırı bağımlılık, bazı durumlarda raporların taraflı ya da yetersiz olması, davaların objektif şekilde sonuçlanmasını zorlaştıran ve sistemin daha da karmaşıklaşmasına ve süreçlerin ağırlaşmasına neden olan bir faktördür.

    Öte yandan, avukat, bilirkişi ve karar mercileri arasında kurulabilen informel ve etik dışı ilişkilerin, adaletin gereği gibi işletilmesinde çok, tarafların kazancını maksimize etmeye yönelik bir çıkar piyasasına yol açması, yargı sisteminde ciddi bir yozlaşma ve çürüme nedenidir.
     
  • Yargı süreçleri yozlaştıkça, yasadışı yapılar ve suç örgütleri, adalet sistemine sızarak avantaj elde etme yoluna giderler. Özellikle adaletin geciktiği, karmaşıklaştığı ve sonuç getirmediği durumlarda, suç örgütleri davaları kendi lehlerine çevirmek için parayı, edindikleri korkutucu gücü ve nüfuzlarını kullanırlar.

    Öte yandan yargı sisteminin normal  işleyişi üzerinden bir şey elde edemeyen insanlar, haklarını suç örgütlerinin ve mafyatik yapıların korkuya ve zora dayalı yol ve yöntemleri üzerinden sağlama yoluna giderler.


Burada kavranması gereken önemli bir nokta, adalet sisteminin, toplumdaki genel sosyo-ekonomik, siyasi, kültürel ve ahlaki çöküntüden bağımsız, kendi iç olumsuz dinamikleriyle değil, bozulan bütünsel yapının bir parçası olarak ve ona paralel biçimde dejenere olması ve piyasalaşmasıdır.

Bu negatif ilişki yapısının doğrudan sonucu;

Adalet mekanizmasının varlık nedeni ve temel işlevleri gereği, toplumsal, siyasal ve ekonomik alanda görülen yozlaşma süreçleri ve bunların sonuçlarıyla mücadele etmesi gerekirken, onlara rağmen onları iyileştirme ve değiştirme şansına sahip olmayışıdır.

Aksine, bir taraftan kendisi toplumsal olumsuzluklardan beslenirken, diğer taraftan toplumun genel çürüme süreçlerinde de olumsuz yönde ağırlıklı bir  rol oynar. 

Özetle; 

Dünyanın en büyük adalet sarayına sahip olmak, doğrudan işaret ettiği bu yapısal ve işlevsel olumsuzlukları nedeniyle asla övünülecek bir şey değildir.

Övünülmesi gereken şey, dünyanın en büyük adliye binasına sahip olmak değil;

  • "Hukuk devleti" ve "hukukun üstünlüğü" ilkelerinin geçerli olduğu ve kanun önünde herkesin eşit olduğu bir hukuk sistemine, 
     
  • Zengin ve yoksul olmalarına bakılmaksızın toplumdaki herkesin rahatlıkla erişebildiği, haksızlığa uğrayanların haklarını en kısa sürede aldıkları ve devlete tam güven besledikleri bir adalet sistemine,
     
  • Hükümleri tavizsiz uygulanan, suçluları suç işlemekten caydıran ve gerektiği gibi cezalandıran etkili bir ceza yasasına ve infaz sistemine sahip olmaktır.

 

 

Kaynaklar:

https://rayp.adalet.gov.tr/resimler/54/dosya/2023-yili-faaliyet-raporu-10253157555-29-03-20249-17-am.pdf
https://www.spo.org.tr/resimler/ekler/f899c64f5d75cb5_ek.pdf
https://www.trthaber.com/haber/gundem/bakan-tunc-dunyanin-en-buyuk-adalet-sarayi-ankaramizda-insa-ediliyor-876145.html

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU