Türkiye'ye resmi bir ziyaret gerçekleştiren Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeyer'ın beraberinde 60 kiloluk kocaman bir dönerle gelmesi, herkesi şaşırttı ve kafalarda soru işaretine yol açtı.
Akla gelen soru şu: Steinmeier yanında niçin döner getirmiş olabilir ve bununla nasıl bir mesaj vermek istemiş olabilir?
Soruyu birkaç Alman arkadaşıma sordum ama tatmin edici bir yanıt alamadım. Söyledikleri genel olarak şuydu:
Döner artık Almanya'nın da fastfood yiyeceği sayıldığından, Almanya ile Türkiye arasındaki en önemli ortak özelliğe dikkat çekmek istemiş olabilir.
Bana göre, Alman cumhurbaşkanının resmi bir ziyarette Türkiye'ye döner getirmesi gülünç olmasının yanında, anlamsızdır da.
Ayrıca bu, Almanya'nın çevresindeki ve dünyadaki gelişmeleri okumakta zorlandığı anlamına geliyor.
Türkiye, artık işçi dövizlerine ihtiyaç duyan fakir-gariban bir ülke değil, Almanya'daki Türkler de artık sadece belediyede çöpçülük yapan, madenlerde ağır işlerde çalışan toplumun en alttaki kesimi değil.
Aksine, bu ülkedeki 3 milyon civarındaki Türk, toplumun orta gelir düzeyinde yer alıyor.
Almanya'da artık ticaretten turizme, bankacılıktan işletmeye, sanattan siyasete ve bilime, her alanda başarılı Türk bireylere rastlamak mümkün.
Alman medyasında ve dizi sektöründe en ön saflarda yüzlerce Türk yer alırken başta Alman parlamentosu Bundestag olmak üzere, siyasetin tepesinde kendisine yer edinen Türklerin sayısı da yüzleri buluyor.
Bırakın diğer alanları bilim ve edebiyatta bile Türkler, Almanya'da en ön saflarda yer almaya başladı.
Alman edebiyat dünyasında onlarca Türk yazarın eseri bestseller listelerinde yer alırken, başını Özlem Türeci ve Uğur Şahin'in çektiği bir bilim insanı grubu da Almanların dikkatini çekiyor.
Diğer bir deyişle, bu ülkedeki Türkler artık tereciye tere satıyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Türkiye'ye gelince, bu ülkenin son yıllarda bilim ve teknoloji alanında kaydettiği gelişme, bırakın dostlarını, rakiplerinin bile teslim ve takdir ettiği bir gerçek.
Yüzlerce ülkeye dizi satan ve bundan hatırı sayılır bir gelir elde eden Türkiye, aynı başarıyı teknoloji alanında da tekrarlamaya başladı.
Bundan 20-30 yıl önce "Türkiye yüzlerce ülkeye sanat ürünü ihraç edecek, yine onlarca ülkeye silah ve mühimmat satacak" deseydiniz, herkes size gülüp geçerdi.
Antalya ve Akdeniz sahilleri her yaz turist kaynarken, İstanbul'un iki yakasında bulunan iki havaalanı, Asya ile Avrupa asındaki en büyük transit noktası olmuş durumda.
İki havaalanı öylesine kalabalık ki geniş koridorlarda insanlara çarpmadan yürüyemiyorsunuz.
Buna karşın Frankfurt Havaalanı'nda her gün olmasa bile, bazı günler in cin top oynuyor.
Bunları, bir yerlerden duyduğum için değil, bizzat gördüğüm ve şahit olduğum için yazıyorum.
Bir hafta önce Sabiha Gökçen Havaalanı'ndaydım, öylesine kalabalıktı ki, yürümekte zorlandım.
Böyle bir ülkenin ve böylesine dinamik bir toplumun sadece döner üzerinden okunması, Almanya gibi bir ülke için şanssızlıktan da öte mahcubiyet verici bir durum olsa gerek.
Zaten Almanya, uzun zamandır çevresindeki gelişmeleri okumakta zorlanıyor.
Öyle olmasaydı, önce İsrail'in Gazze katliamına destek verip, ardından onu durdurmaya çalışmazdı.
Veya Rusya-Ukrayna savaşında ABD'nin direktifleri doğrultusunda hareket ederek, kendisini hem siyasi hem de ekonomik olarak zor duruma sokmazdı.
Aksine tüm AB'yi çevresine toplayarak, Ukrayna konusunda ABD'den farklı bir politika geliştirip, Rusya ile orta yolu bulmaya çalışır, böylece Avrupa'nın orta yerinde bir savaşı önlemiş olurdu.
Doğrudur, Türkiye şu an ekonomik olarak büyük sorunlarla boğuşuyor, gelir dengesizliği, demokrasi ve hukuk alanındaki sorunlar, ülkenin imajını bozuyor ve itibarını sarsıyor.
Yine de Türkiye, sadece döner üzerinden okunacak, değerlendirilecek bir ülke değil.
Tam aksine dostlarının ve düşmanlarının saygı duyduğu ve dikkate aldığı bir bölgesel güç.
Almanya ekonomisini, siyasetini ve savunmasını ABD'nin insafına terk ederek tam bir kukla devlet görüntüsü çizerken Türkiye, Ukrayna savaşından Gazze trajedisine, İran'dan Afganistan'a oradan Dağlık Karabağ sorununa kadar her alanda kendi ulusal çıkarlarına göre hareket ederek, herkesin takdirini ve saygısını kazanıyor.
Almanya'nın ise hiçbir konuda kendisine ait bir politikası yok, aksine bir konuda karar alacağı zaman Washington'dan gelecek işareti bekliyor.
Aslında bunda tuhaf olan bir şey yok. Bu, uzun zamandır yukarıdan emir almaya alışmış insanların, toplumların ve devletlerin geliştirdiği bir refleks.
Almanya da II. Dünya Savaşı'ndan beri, kararlarını ABD'den gelen direktiflere göre belirliyor.
Moskova'dan emir almaya alışmış bizim Türk Cumhuriyetleri de 1991'de bağımsız olduktan sonra bir süre bocalamış ve yönlerini bulmaları zaman almıştı.
Almanya'nın da artık bağımsız bir ülke olduğunu, II. Dünya Savaşı'nın gölgesinden çıkması gerektiğini hatırlaması gerekiyor.
Yoksa Almanya gibi koca bir ülke ve toplum, şu ana kadar olduğu gibi bundan sonra da ABD-İsrail ikilisinin gölgesi altında yaşamaya devam edecektir.
Türk-Alman ilişkilerine gelirsek, sorunlu konuların hiçbirinde ilerleme kaydedilmiş değil.
FETÖ'nün ve PKK'nın Almanya'daki faaliyetleri, vize sorunu, AB üyeliği gibi konularda bir karış ilerleme yok, aksine her şey olduğu gibi duruyor.
Almanya, birçok konuda Türkiye gibi ABD'den bağımsız hareket edebilseydi ve kendisinin ve Avrupa'nın çıkarlarını dikkate alan bir politika izleyebilseydi, en önemlisi de İsrail'in gölgesinden ve tasallutundan kurtulabilseydi, şu an Ukrayna'da ve Gazze'de şahit olduğumuz trajediler belki de hiç yaşanmayacaktı.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish