Suriye'de yaşananlar bir aşamanın sonu mu yoksa gerçek bir çözümün başlangıcı mı?

"Durum istikrarlaştığında silahlı örgütler arasında çatışma çıkma potansiyeli yüksek ve dış taraflar arasındaki görüşmeler bir süre devam edecek anlaşmalarla sonuçlanabilir"

Suriyeliler, Şam'ın merkezindeki Emevi Meydanı'nda Beşşar Esad'ın devrilmesini kutluyor / Fotoğraf: AFP

Olayların hızlanması, Suriye rejiminin iki haftadan kısa bir sürede devrilmesi, Beşşar Esad'ın Moskova'ya kaçması ve Moskova'nın da kendisine ve ailesine insani gerekçelerle sığınma hakkı tanımasının ardından, yaşananları ve gelecekte neler olacağını anlamaya çalışırken, cevaplardan çok sorular var.

Bu adım, Arap dünyasının Suriye'yi Arap Birliği'ne geri döndürme kararı almasından yaklaşık bir yıl veya biraz daha fazla bir süre sonra geldi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Gelgelelim Cumhurbaşkanı Esad, Rusya, İran ve Hizbullah'ın yardımıyla iktidarda kalmayı ve Suriye topraklarının büyük bölümünü kontrol etmeyi başardığında yakaladığı fırsatı anlayamadığı gibi, Arap Birliği’ne dönmesinin sunduğu fırsatı anlamakta yine başarısız oldu.

Her iki seferde de acele edip zaferini ilan etti ve bunun kendi politikalarının doğruluğunun kanıtı olduğunu açıkça söyledi. Ama her iki seferde de yanılmış ve akılsızca davranmıştı.


Uluslararası ve bölgesel bağlam

Aslında Suriye savaşının sonucunun belli olduğu şeklindeki yanlış değerlendirmeye sadece Suriye rejimi değil, aynı zamanda müttefikleri, özellikle de Hizbullah ve İran da kanaat getirmişti.

Hizbullah'ın Lübnan arenasındaki müttefikleri de bu kanıdaydı. Şaşırtıcı olan bu bakış açısının, bu zaferin en baştan tamamlanmamış olduğu ve meselenin henüz sonuçlanmamış olduğu gerçeğini göz ardı etmesidir.

Keza bahsi geçen galiplerin ülkenin tamamı üzerinde kontrolü yeniden sağlamaya devam edemedikleri ve Suriye'nin büyük alanlarının diğer güçlerin kontrolü altında kaldığı gerçeği de göz ardı edildi.

ABD başından beri ve hatta Rusların müdahalesinden önce bile, ülkenin kuzeybatısında, Washington'un Suriye Demokratik Güçleri'ndeki (SDG) müttefiklerinin kontrolünde bulunan Kürt bölgelerinde 10 üs kurmuştu.

O dönemde SDG, IŞİD'e karşı kurulan uluslararası koalisyon ile birlikte bu radikal milislere karşı savaştı ve onları Kürt bölgelerinden kovmayı başardı.

Bu üslerde bulunan Amerikan ve Batılı güçler ile SDG arasındaki karşılıklı koruma ilişkisi, bir yandan el-Kaide ve IŞİD militanlarına karşı, diğer yandan da Suriye ordu güçlerine karşı koruma sağladı.

Suriye ordusu ve müttefiklerinin ilerleyişinin ilk günlerinden itibaren bu bölge, rejimin sözde zaferini tamamlamasının önünde bir engel teşkil etti.

Öte yandan Suriye ordusunun daha zayıf bir rolü ile Hizbullah ve Rusya'nın da radikal milislerin peşine düştüğü görüldü.

Bunun üzerine söz konusu milisler, başlıca destekçileri olan ve askeri birlik gönderen Türkiye'nin koruması altına girmek için kuzeybatıya, sınır ili İdlib'e doğru ilerlediler.  

Belki de bu aşamada yoğun gerginliklerin yaşandığını ve karşılıklı tehditlerde bulunulduğunu hatırlatmamız gerekiyor.

Türkiye, Astana mutabakatlarıyla bu gerginlikleri kontrol altına almayı başardı. Buna göre Türkiye, radikal unsurları ılımlı olanlardan ayıracak ve onları ağır silahlardan arındıracaktı.

Bu sırada bir çatışma yaşanması halinde, yoğun nüfuslu ve çok sayıda yerinden edilmiş Suriyelinin de yaşadığı İdlib'de sivillerin tehlikeye maruz kalabileceği yönünde yoğun bir Türk ve Batı propagandası da yürütüldü ama bu taahhütlerin hiçbiri yerine getirilmedi.

Ama burada askeri operasyonlar donduruldu ve Türkiye bu bölgeyi kendi siyasi, askeri ve ekonomik nüfuzunun coğrafi uzantısı ve bölgedeki operasyonlarının yönetimi için bir depo haline getirmeyi başardı.

Libya’daki birçok önemli çatışma sırasında bölgeden gruplar halinde milisleri Libya’ya nakletti. Bunların katıldıkları ilk önemli çatışma, 2014 yılında Trablus Havalimanını kontrol altına almak içindi.

İkinci olarak, Libya ordusunun başkent Trablus’a yönelik kuşatmasını kırma ve ordunun doğuya doğru geri çekilmesini sağlama savaşında kullanıldılar.

Diğer bir deyişle askeri operasyonlar durduğunda ve silahlı çatışmalar dondurulduğunda dahi Şam'ın ülkenin tamamına hâkim olması gibi bir durum söz konusu olmadı.

Ülkenin bazı bölgelerinde ABD-Batı ve Türk askeri varlığı ile radikal milislerin kontrolü devam etti.

Karşı taraftaysa Rusya, İran, Hizbullah, Irak ve Afgan Şii milis güçlerinin askeri varlığı vardı.

Yani Suriye devleti egemenliğinin büyük bir kısmını kaybetmişti veya bu egemenlik eksik ve çarpık hale gelmişti.

Beşşar Esad'ın ilan ettiği zafer, sadece Şam ve ülkenin bazı kesimlerinde bir süreliğine de olsa iktidarını sürdürmesini sağlama zaferiydi. Ülkesini, halkının çıkarlarını veya egemenliğini koruduğu bir zafer değildi.

Suriye'nin Arap Birliği şemsiyesi altına dönmesini destekleyenler arasındaydım; bu dönüşün Suriye rejiminin uyanmasına ve meşruiyetini yeniden kazanmasına, tüm yabacı askeri varlıkların ve İran'a olan tüm bağımlılığın ortadan kalkmasına, yeniden inşaya ve iç uzlaşıya odaklanacak doğal bir hukuki formül arayışına yardımcı olacağını umuyordum.

Ama mekanizmaları ve tarihiyle bu rejim, bunları yerine getirebilecek kapasitede değildi ve sonuçta bunları yapması mümkün olmadı.

Suriye rejimi hatalarını sürdürdü; bunların en önemlisi sadece baskıcı politikalar değil, aynı zamanda yerinden edilmiş kişilerin ve mültecilerin geri dönüşü konusundaki utanç verici dar görüşlülüktü.

Rejim onların geri dönmelerini istemediğine dair ve onları anavatanlarına sadakatsizlikle suçlayan açıklamalar yaptı.

Geçen zamanın işleri çözmediğini, aksine daha da karmaşıklaştırdığını görmezden geldi.

Elbette bu tutum, ekonomik durumun kötüleşmesi, dış güçleri veya Suriyeli iş adamlarını ülkelerine yatırım yapmaya teşvik etmeyen siyasi bir tutumun ışığında yeniden imar ve inşaya yönelik bir ufkun yokluğuyla bağlantılıydı.

Buna ek olarak, birçok habere göre Türkiye, Suriye'de iç uzlaşının sağlanmasının ve mültecilerin topraklarına geri dönmesinin gerekliliği konusunda koşullar koyarak rejim ile etkileşim kurmaya çalıştı fakat Suriye'de onu dinleyecek dikkatli bir kulak bulamadı.
 


Bitmemiş bir çatışmanın halkası

Yukarıdaki yaklaşım, bahsi geçen Rus-İran zaferini eksik ve Suriye üzerinde halen devam eden uluslararası ve bölgesel çatışmanın yalnızca bir aşaması olarak değerlendirmeye odaklandı.

Böylece Türkiye ikinci turu kazandı ve müttefikleri aracılığıyla Esad rejimini ortadan kaldırmayı başardı. Bu, büyük olasılıkla değiştirilmesi pek mümkün olmayan kesin bir tasfiyedir.

Rejimin geride bıraktıkları ve daha sonra ortaya çıkacak olanlarla birlikte bundan farklı bir sonuç düşünmek mümkün değil ama sahne bundan daha karmaşık ve yaşananların devam edebilecek bir çatışmanın bir bölümü olma ihtimali yüksek.

Galipler haritasının başında, el-Kaide bağlantılı Heyet Tahrir eş-Şam örgütünün lideri el-Colani yer alıyor. Kendisi yeni bir kıyafetle ve gerçek ismi Ahmed eş-Şara olarak geri döndü.

İçeride ve dışarıda, en önemlisi de elbette çeşitli azınlıklara sahip Suriye halkına ılımlı, güven verici mesajlar gönderiyor.

Ancak durum istikrarlaştığında silahlı örgütler arasında çatışma çıkma potansiyeli yüksek olup, sadece bir olasılık değil.

Bütün bunlardan daha önemlisi, ordunun bu korkunç çöküşünden sonra, devlet dışı silahların kaderinin ne olacağı konusundaki zor sorudur.

Çoğu Suriye topraklarını gerçekten terk etmiş olsa da halen var olan İran ve Şii milislerin en kısa sürede Suriye topraklarını terk etmesi bekleniyorsa, geriye Amerikan, Rus ve Türk kuvvetlerinin varlığı problemi kalıyor.

Bu problem ise güçlü bir seçilmiş hükümetin varlığı dışında büyük ihtimalle çözülemeyecek. Ancak Suriye sahasında dış taraflar arasındaki etkileşimler ve pazarlıklar, bir süre devam edebilecek düzenlemelerin ortaya çıkmasına neden olabilir.

En büyük problem Kürt sorunu olmaya devam ediyor ve Kürtlerin kuzey bölgelerinde elde ettikleri kazanımlar ve yarı özerklik, onların bundan vazgeçmesini düşünmeyi zorlaştırıyor.

Burada her an Türkiye ve ona bağlı fraksiyonlar ile diğer fraksiyonlar arasında potansiyel bir çatışma patlak verebilir.

Ama Türkiye’nin Şam'da müttefik veya kendisine bağlı bir hükümetin başa geçmesine ilişkin oynadığı bahis, bu çatışmayı erteleyebilir.

Ne var ki, Türkiye'nin özellikle kırsal kesimde ve yerinden edilmiş Sünni kesimler arasında halihazırda sahip olduğu nüfuza rağmen, Suriye halkının demografik ve kültürel yapısı göz önüne alındığında bu bahsi kazanması zor görünüyor.

Bu düzenlemelerde ABD'nin rolünün belirleyici olacağı da açık. Nitekim ABD, Münbiç'te Türkiye yanlısı fraksiyonlar ile Kürt fraksiyonlar arasında arabuluculuk yapmaya başladı bile.

Silah probleminin yanı sıra, Beşşar sonrası Suriye'nin karşı karşıya olduğu zorluklar, Beşşar dönemindeki zorlu ekonomik koşullar, yerinden edilmiş kişilerin geri dönüşü, yeniden inşa ve dağınık güçler arasında siyasi uzlaşmayla sınırlı değil. Ahmed Şara'nın Suriye'yi içinde bulunduğu çıkmazdan kurtaracak dengeli liderliği ortaya koyabileceğinden emin olmak mümkün.

Öte yandan, ortalığı karıştıran, zarar veren ve ülkenin onurundan ve gücünden geriye kalanları da yok eden İsrail problemi var.

Müdahalelerinin sonuçları kapsadığı alanlarda açıkça görülüyor, Suriye ordusunun ve devletin imkân ve kabiliyetleri sistematik olarak tahrip ediliyor.

Bu aşamada pek çok şey geçiş dönemine ilişkin düzenlemelere, yabancı nüfuzun sadece Türkiye, Batı ve İsrail müdahaleleriyle mi sınırlı kalacağına, yoksa henüz ufukta görünmeyen ama ülkenin başka gerekçelerle bölünmesi ile çatışma senaryolarının önüne geçilmesi için çıkış yolu sunabilecek, önemli Arap müdahaleleri için bir fırsat mı olacağına bağlı olacak.

Çatışmaların patlak vermesi ve ülkenin bölünmesi durumunda gelecek yeni zaferi, Suriye etrafındaki çatışmada başka bir aşamaya veya raunda dönüştürecektir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Bu makale Independent Türkçe için Independent Arabia gazetesinden çevrilmiştir.

Independent Arabia

DAHA FAZLA HABER OKU