ABD'nin Suriye politikası, kaynak zengini bölgelerde faaliyet gösteren Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile işbirliğinden de anlaşılacağı üzere, bölgenin petrol kaynaklarına erişimi sürdürmeyi amaçlıyor.
Şu anda, çoğunlukla YPG (PKK'nın Suriye kolu)-YPJ I'den (YPG'nin kadın kolu), Asurlulardan ve Arap aşiretlerinden oluşan SDG, ana petrol ve gaz sahalarının bulunduğu Fırat topraklarının neredeyse tamamını kontrol ediyor.
Bu alanlar, 10 yıldan uzun süredir Amerikan yanlısı güçler tarafından kontrol ediliyor ve bu da Washington'a Suriye'yi açık hammadde üssü olarak kullanma ve petrolü yasadışı olarak Irak'a taşıma fırsatı veriyor.
Suriye ordusunun 9 Aralık'ta teslim olmasının ardından ülkede iki ana karşıt güç kaldı: Etkili bir şekilde Amerikan vekili olan SDG ve şu anda Şam'da kontrolü sağlayan El Kaide'nin Suriye kanadının eski üyelerinden oluşan Hey'etu Tahrir el-Şam (HTŞ).
HTŞ, ABD tarafından terör örgütü olarak tanımlanmış ve lideri Ahmed Hüseyin el-Şara da, (daha çok Ebu Muhammed el-Cevlani olarak biliniyor) yakalanması için 10 milyon dolar ödül konulan terörist başı olarak biliniyordu.
Bu durumda ABD'nin Cevlani'ye karşı düşmanca tutum alması beklenirdi.
ABD, Suriye'deki kimyasal silahların varlığı konusunda endişelerini dile getirdi, ancak OPCW (Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü) 2016'da bunların tamamen imha edildiğini doğruladı.
Bu endişeler, yeni Suriye hükümetine ABD çıkarları doğrultusunda hareket etmesi için baskı yapmak amacıyla bir bahane olarak kullanılabilir.
Nitekim İsrail'in Suriye'de 300'den fazla askeri tesise yaptığı bombalamanın gerekçesini sözde kimyasal silah depolarının HTŞ'nin eline geçmemesi gibi saçma sapan bir gerekçeye dayandırması da ABD'nin HTŞ'yi kontrol altında tutma oyununun bir parçasıdır.
Beyaz Saray, hali hazırda çatışmaya aktif olarak müdahale ediyor.
HTŞ'yi Deir ez-Zor ve Rakka'da bulunan SDG kontrolündeki bölgelere ilerlememesi ve İsrail'in Suriye'deki eylemlerini desteklememesi konusunda uyarıyor.
İslamcı kesimlerden ve Suriye Türkmenlerinden oluşan, ancak HTŞ'ye dâhil olmayan başka bir güç daha var: Türkiye tarafından desteklenen Suriye Milli Ordusu (SMO).
Şimdi bu yapı, SDG'ye aktif olarak karşı çıkıyor. 11 Aralık'ta SMO güçleri, PKK/PYD'yi Deyr ez-Zor'dan sürdü.
Ve 5 gün boyunca tuttukları Deyr ez-Zor'dan çıkararak Fırat'ın doğu yakasına doğru geri püskürttü.
Medya ayrıca, SDG ve SMO'nun "ABD'nin arabuluculuğuyla", şiddetli çatışmaların yaşandığı Münbiç kentinde ateşkes konusunda anlaşabildiklerini bildirdi.
PKK/PYD medyası, SDG'nin daha önce ele geçirdiği topraklardan çekilmeyi HTŞ militanlarıyla yapılan bazı anlaşmalarla açıkladı.
Aslında, bu anlaşmalar SDG ile uzlaşmanın imkânsız olduğunu ilan eden Ankara'yı atlayarak yapılıyor.
SDG Komutanı Mazlum Abdi, Şam'daki yeni yetkililerle işbirliği yapmaya hazır olduklarını resmen duyurdu.
Hatta şimdiden üç yıldızlı Şam HTŞ yönetim bayrağını gönlere çekmeye başladılar.
ABD'nin SDG'ye ve İsrail'e verdiği destek, Türkiye için riskleri artırıyor.
Netanyahu, Golan Tepeleri'nin "sonsuza dek İsrail'in bir parçası olarak kalacağını" zaten belirtti.
Son saldırılardan sonra İsrail, Suriye'nin askeri yeteneklerini önemli ölçüde zayıflattı.
Çok sayıda roketatar sistemini, havacılığını, savunmasını ve donanmasını yok etti.
Bu, İsrail'in bölgedeki konumunu güçlendiriyor ve yeni Suriye hükümetinin savunmasız kalacağı yeni bir çatışma olasılığını da artırıyor.
Donald Trump'ın göreve gelmesiyle ABD'nin İsrail'e verdiği desteğin artması bekleniyor.
Türkiye için bu gelişmeler, Irak'ta da olduğu gibi sözde Kürdistan adı altında İkinci İsrail'in kurularak sınırımızda bir terör devleti oluşması tehlikesi yanında Suriye'deki istikrarsızlıkların ve iç savaşın sonucunda artacak göç dalgalarının içerideki sosyo-ekonomik yansımaları ciddi beka sorunu oluşturabilecektir.
ABD ve İsrail'in önderliğinde bir adım daha ilerlemiş olan Büyük Ortadoğu Projesi'ne Türkiye ancak ittifak gücü ile "dur" diyebilir.
Bu ittifak gücü, bölgeyi kana bulayan, ülkemizi bölmeye çalışan sözde NATO müttefikimiz ve sahte stratejik ortağımız ABD olamaz.
Kissinger'ın 1968'de söylediği sözü hatırlayalım:
Amerika'nın düşmanı olmak tehlikeli olabilir, ama dostu olmak ölümcüldür.
Türkiye bölgemizde petrol yataklarına enerji yollarına göz dikmiş, bölge ülkeleri için büyük tehdit olmuş ABD'ye karşı bölge ülkeleri ile birlikte ittifak oluşturmak zorundadır.
Burada potansiyel müttefik olarak başta Rusya olmak üzere İran öne çıkmaktadır.
Moskova, Suriye'deki Tartus ve Hmeimim'deki deniz ve hava üslerini elinde tutmaya devam ediyor.
Hem Doğu Akdeniz'deki hak ve menfaatlerimizin korunması hem de Afrika ülkeleri ile dostluk ve iş birliğimizin geliştirilmesi açısından Rusya'nın bu üsleri elinde tutması, hatta ABD'nin Güney Kıbrıs'a üsler açması karşısında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Rusya tarafından tanınması Türkiye'nin de Rusya'nın da menfaatinedir.
Doğu Akdeniz'de de ortaklık mümkündür. ABD'nin tek kutuplu dünya düzeni dayatmasına ve bölgemizde hegemonya kurmasına ancak böyle karşılık verilebilir.
Hak ve menfaatlerimiz bölgesel ittifaklarla korunabilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish