Kars’a şubat ayında yaptığım seyahat için günlük notlarıma şu cümleleri yazmışım:
Kışın en soğuk günleri. Her taraf donmuş, yer buz, şehir ıssız ve sessiz. Soğuktan kuşlar bile uçmuyor. Günün erken saatleri. Kars sokakları boş; fırınlar ekmek yetiştirme telaşında, çorbacılar ve kahveler kapılarını henüz açıyor; zaman soğuk ama güneşli bir güne hazırlanıyor.
Kars’ın sokaklarını, tarihi dokusunu, bazalttan örülen eski yapılarını, soğuk iklimini kısa bir zaman diliminde fotoğraflarken; kentin kış yüzünü yansıtan Çıldır Gölü’ne gitmemek olmazdı.
Kışın yakıcı yüzünü, donmuş gölün hayata yansımalarını görmek için kısa da olsa bir gezi gerçekleştirdik.
Genel olarak Türkiye’de benzersiz bir göl olan Çıldır Gölü, Kars’ın kuzeydoğusuna düşen, kış mevsimi boyunca tamamen donan, alışılmışın dışında bir tatlı su havzasıdır.
Hani öyle küçük bir gölet filan değil, oldukça geniş bir alana sahip ve kış boyunca giderek daha fazla donarak, üzeri kalın bir buz tabakasıyla kaplanan, kutupları andıran devasa bir göldür.
Yüz ölçümü bakımından bölgenin ikinci büyük gölüdür. 123 kilometrolik alanıyla hem Kars’a hem de Ardahan’a can veren, doğasını benzersiz kılan, ekonomik döngü sağlayan doğal bir su alanıdır.
Gölün etrafı hafif yükseltilerle çevrilmiş olsa da tam kapalı bir göl sayılmaz.
Özellikle baharla birlikte ısınan hava buzları çözmeye başlar; eriyen kar suları, çevredeki kaynaklar ve dereler göle akmaya başlar ve su hacmi genişler, fazlalık oluşur.
Yükselen su, tek çıkış ağzı olan Arpaçay’a akmaya başlar. Göl sularıyla beslenen Arpaçay, bu sayede coşar, deli dolu bir akıntıya dönüşür ve geçtiği yerlere hayat verir.
Çıldır yolculuğumuz boyunca kar altında köyler, ıssız tepeler, yolcularını bekleyen yıkık dökük duraklar ve arada bir yağan kara tanıklık ettik.
Farklı bir dünyaya doğru ilerleyerek, doğunun kapısında mistik melodiler, Kürdi stranlar, aşıkların dokunaklı seslerini dinledik.
Yol bizi Çıldır’a götürürken, uçsuz bucaksız toprakların rakımı 2 bin metreyi aşar ve hava sıcaklığı iyice düşer.
Yolculuk boyunca her tarafın karla kaplı olduğu Kars doğası, baharda nasıl olur diye düşündüğümde, sanki içimi okuyan sürücümüz kendinden emin bir ses tonuyla, “Baharda karlar erimeye başlar, her taraf yemyeşil olur, dağ taş bin bir türlü çiçek açar ve yaz boyunca canlı kalarak güzelliğini korur” dedi.
Şoförümüzün sözü üzerine söylenecek sözümüz yoktu, fotoğraf ortadaydı ve biz de “Bunca kar boşa yağmaz, muhakkak ki baharı heybetli kılan suları coşturur, toprağı canlandırır” diyorduk.
Kars merkezden 70 kilomtre uzaklıkta olan Çıldır’a yolculuk yaklaşık bir saatten daha fazla sürdü.
Mesafe kısa olsa da, kış koşulları yolculuğun biraz yavaş ilerlemesine neden oldu.
Çıldır Gölü, bildiğimiz göllerden oldukça farklı olduğu için göle vardığımızda neyle karşılaşacağımızı bilmiyorduk.
Fotoğraflardan, belgesel ve filmlerden göl hakkında yüzeysel bilgilerimiz olsa da derinlemesine bilgi sahibi olduğumuz söylenemezdi. Sadece içimizde görme merakımız ve araştırma isteğimiz vardı.
Çoğumuz ilk defa buralara seyahat ediyorduk ve kışın sert koşullarına uyum sağlamakta zorluk çekiyorduk. Devasa bir su kütlesi nasıl donar, buz tutunca ortaya nasıl bir manzara çıkar tahmin bile edemiyorduk.
Biz zannediyorduk ki, kıyılar buz tutar, sığ olan yerler ise buza karşı su halini korurdu. Oysa kısa zamanda yanıldığımızı görecek, gerçek donmuş bir gölle karşılaşacaktık.
Çıldır bizim için oldukça ilginç geliyordu. Ne de olsa ova kentlerinin insanıydık. Kışa yabancı olmasak da, buzlu havalara oldukça uzaktık.
Yaşadığımız coğrafyada birazcık ortam donsa, kar yağsa, soğuklar uzun sürse; bütün hayat etkilenir, ağaçlar soğuktan yanar, bitkiler solar, canlılar sığınacak yer arar.
Oysa Serhat Bölgesi’nde tam tersi yaşanır. Kışın sert geçmesi bir gerekliliktir. Ortalık soğuktan donacak, kar haftalarca yağacak, uzun süre yerde kalacak ki heybetli bir bahar yaşansın ve her taraf yazın bile çiçeklerle bezensin.
Çıldır Gölü kıyılarına vardığımızda, güneş bütün görkemiyle karla kaplı alanı ışığa boğmuş, göz kamaştırıcı bir manzara oluşturmuştu. Kutup havasını andıran ortam, ziyaretçilere beyaz, hatta beyazdan öte bir görsel şölen sunuyordu.
Araçtan indiğimiz yer, görülen alana göre hafif yükseltisi olan bir tepeydi ve ilk iş olarak her şeyden önce Çıldır Gölü’nü aramaya başladık.
Ortada göl filan yoktu, her taraf karla kaplıydı. Gözün gördüğü yere kadar en küçük bir su birikintisi bile görülmüyordu. Dikkat çekici olan, karla kaplı düz bir alanın varlığıydı.
Biz gölün daha uzaklarda olduğunu düşünmeye başladığımızda, rehberimiz imdada yetişip, anlattığında meseleyi anlıyorduk.
Rehberimizin dediklerine göre, Çıldır Gölü karla kaplıymış ve bu düzlük alanmış. İnanmıyorduk, alışılagelen düşünceyle gözlerimiz gölü arıyordu.
En azından üzeri cam gibi parlayan bir buz tabakası olmalı diye düşünüyorduk. Oysa gözün görebildiği kadar kar ve yüksek yaylalar arasında sıkışan düz bir alan karşımızda duruyordu.
Çevrede nereye baksak kar, karla kaplı yükseltiler ve dümdüz bir alan görüyorduk. Dikkatli baktığımızda, alanın yükseltiler arasında oluşan devasa bir çanağı andırdığını anlıyorduk.
Buranın buzla kaplı olduğuna inanmak istemesek de, gölün kış boyunca donduğu gerçeği söz konusuydu. Ortada veriler, ölçüm bilgileri ve yığınla görsel varken, inanmamak olmazdı.
Göl kıyısı olduğu anlaşılan yamaçtan, 3-5 metre aşağıya indiğimizde, karla kaplı dümdüz alan göz kamaştırıcı bir şekilde bizi karşılıyordu.
Göl yüzeyi, kutup bölgesini çağrıştıran kar örtüsüyle insanda şaşkınlık, hayranlık ve biraz da korku duyguları yaratıyordu.
Su, don, kar, yine kar ve baharda çözülen buz tabakası bambaşka bir dünyada olduğumuzu bize hissettiriyordu.
İnsan, biraz korku, az şaşkınlık sosu ile harmanlanan duygularla göl yüzeyini kaplayan karlı ortama adım atarken, doğal olarak biraz ürperir, korkar.
Çoğu kişi bunu ifade etmese de, buzun varlığını bilenlerin çoğu tedirgin olur, kaygılanır. Çünkü donan yüzeyin altında suyun olduğu gerçeği, insanın içindeki korku ve kaygıları depreştirir; bir an göl yüzeyinde bulunan buz tabakasının kırılacağı düşüncesi belirir.
Alanda atlı kızakların cirit attığını, onlarca kişinin gezindiğini görünce insan biraz da olsa rahatlar ve ortamın beyaz büyüsüne kendini bırakıp, buz tabakasını unutarak anı yaşamaya başlar.
Dehşet bir sessizlik içinde göl yüzeyinde, karda gezinirken, buzun varlığı hiçbir şekilde hissedilmez, daha çok kar dokusunun serin ve göz kamaştırıcı beyazlığı öne çıkar.
Kıyıdan uzaklaştıkça kar daha bir beyaza döner ve ıssız kutup manzarası ortaya çıkar. En azından bende yaşanan buydu. İlk anda göl olduğuna gerçekten inanmadım.
İlk defa bu denli geniş bir alanda karla kaplı buz kütlesinin varlığına tanıklık ediyordum. Hem kar örtüsü hem de buz tabakası bana kutup bölgelerinin belgesellere yansıyan ıssızlığını hatırlatıyordu.
Hiç kutuplara seyahat etmesem de, Çıldır Gölü’nde kutupların olağanüstü atmosferini, gölün kemiklerime kadar işleyen soğuk yüzünü gördüm.
Araştırma notlarıma göre, Çıldır Gölü iklim koşullarına bağlı olarak kasım sonunda ya da aralık başında hızla donmaya, yüzeyi buz tabakasıyla kaplanmaya başlar.
Hava sıcaklığı kış mevsimiyle birlikte sürekli sıfırın altında seyrettiği için buz tabakası her gün biraz daha kalınlaşır, derinlere doğru iner ve buzun kalınlığı yer yer 90 cm ile 2 metreyi aşar.
Ardından buzun üstüne kar, karın üstüne yine kar yağmaya devam eder ve ortalıkta gölü andıran hiçbir şey kalmaz.
Göl çevresinde rakım 2 bin metreyi aşsa da, göl yüzeyi daha çukurda olduğu için rakım 1959 metredir. Ayrıca 42 metre derinliği ve 123 km²’lik alanıyla Ardahan ve Kars arasında oldukça farklı bir ekosistem oluşturur.
Buranın büyüleyici atmosferi, kışın ayrı bir hava, yazın ise bambaşka bir ortam sunar. Eğer benim gibi gölü ilk defa görüyorsanız, burasının suyla kaplı bir alan olduğuna inanmakta zorluk çeker, olsa olsa düz bir ova olduğunu düşünürsünüz.
Çıldır Gölü, Kars ve Ardahan illeri arasında yer alan tektonik bir su havzasıdır. Göl, daha önce tamamen Kars sınırları içerisindeyken, Ardahan’ın il olmasıyla birlikte bölünmüş; büyük kısmı Ardahan sınırlarında kalmış, Kars ise küçük bir kısmına razı olmak durumunda kalmıştır.
Göl çevresi, bahar mevsiminden başlayarak yaz boyunca yeşil kalan geniş otlaklara sahip olması sayesinde büyükbaş hayvancılık için elverişli bir ortam sunar.
Bu çayırlık alanlarda on binlerce büyük ve küçükbaş hayvan yayılarak bölgenin ekonomik döngüsünü sağlar. Ayrıca göl, balıkçılık açısından da önemli olanaklar sunar.
Gözlerimizle görmesek de, kış boyunca buzla kaplanan gölde balıklar, buzun alt kısmında çoğalmaya devam eder. Bir Eskimo geleneği olan, buzu kırarak balık tutma yöntemi gölün en ilginç manzaralarından birini oluşturur.
Bahar mevsiminde birçok dere ve kaynak suyunun döküldüğü göl, aynı zamanda bölge için önemli bir tatlı su kaynağıdır.
Gölde balıkçılık, ciddi bir geçim kaynağı olarak görülse de, asıl ekonomik gelir, göl çevresindeki geniş otlaklarda yapılan büyükbaş hayvan besiciliğinden sağlanır.
Elde edilen sütle üretilen beyaz peynir, kaşar ve gravyer, Ardahan ve Kars yöresi için önemli bir kazanç kapısıdır.
Kars, Ardahan ve Çıldır; iklimsel koşullar nedeniyle sürekli göç veren bölgeler arasında yer alır. Göç olgusu, son yılların en ciddi sorunlarından biridir.
Kırsal nüfus küçük kentlere, kentler ise büyük şehirlere göç ederken, işsizlik ciddi boyutlara ulaşmaktadır.
Ayrıca gölün ekosistemi için de tehlike çanlarının çaldığı araştırmalarla ortaya konulmaktadır.
Son yıllarda hem su miktarının azalması hem de DSİ’nin tarımsal alanlar için inşa ettiği drenaj kanallarının göle kirlilik, kimyasal ve tarımsal ilaç atığı taşıdığı bilinmektedir.
Bu durum göl suyunun kalitesini düşürmekte, canlı çeşitliliğini olumsuz yönde etkilemektedir. Dolayısıyla göl suyu giderek kirlenmekte, insan eliyle ekosistemi bozulmaktadır.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, göl hâlâ canlılığını korumaktadır. Bu canlılığın devamı ise sürdürülebilir bir havza yönetimine bağlıdır.
Gölün gerçeklerinden sıyrılıp mitolojik söylemlere kulak verdiğimizde, karşımıza gerçekle hayal arasında bir söylence çıkar.
Anlatımlara göre, gölün bulunduğu yerde eskiden bir şehir varmış. Kentin beyi, şehrin su ihtiyacını karşılayan dokuz burmalı çeşmeden su alınırken, çeşmenin kesinlikle açık bırakılmaması gerektiğini ilan eder ve buna kati surette uyulmasını ister. Eğer çeşme açık unutulursa, kentin sular altında kalacağını söyler.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Gel zaman git zaman, anlatımlara göre bir gün, bu çeşmeden su dolduran genç bir kız, yedi yıldır bilinmeyen bir şekilde ortadan kaybolan ya da uzak diyarlara giden ağabeyinin geri döndüğü haberini alır.
Heyecanla eve koşarken çeşmeyi açık unutur. Açık kalan dokuz burmalı çeşmeden gürül gürül su akar, çeşme dâhil birçok yer su altında kalır ve kentin tamamını su basar.
Suların yükseldiğini gören halk, evlerini terk ederek canlarını zor kurtarır. Su yükseldikçe kent kaybolur ve böylelikle Çıldır Gölü oluşur.
Bu efsanenin yanı sıra, Çıldır Gölü’nün dibinde batık bir kentin olduğu ve bu şehrin kalıntılarının zaman zaman görülebildiği rivayet edilir.
Söylencelere göre varlığına inanılan dokuz burmalı çeşmenin yeri henüz tespit edilememiştir, ancak kalın buz tabakasının altında bambaşka bir dünyanın olduğu kesindir. Kim bilir, belki de gölün altında gerçekten batık bir kent vardır.
Buz gibi bir havada biraz gezinip fotoğraf çektikten sonra, geri dönüş için hazırlanırken göle fısıldıyoruz:
"Sevgili Çıldır, çok soğuksun ama söz, buzların eriyince yeniden gelmek için kendimizi örgütleyeceğiz. Buz tabakana ve altındaki dünyaya iyi bak" diyerek ayrılıyoruz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish