Rahmetli annem, çorap giymemiş kadınlar için "kamçı bacaklı" derdi ve bu kadınların bacaklarının cehennem ateşine odun olacaklarını söylerdi.
Köy toplumunun bir üyesi aynı zamanda kadın olan birinin, bazı hemcinslerine Tanrı'nın reva gördüğü (öyle zannettiği) bu cezayı sırf onun cehaletiyle, geriliğiyle, tutuculuğuyla açıklamak eksik olur.
Bunun toplumsal nedenleri üzerinde durmak daha açıklayıcı olur: Kadınlar, bedenlerini erkeklerden sakınmalıdır. Erkeklerin cinsel iştahlarını harekete geçirme ihtimali olan bedenlerini çeşitli örtülerle gizlemelidir.
Bunu bütün kadınlar bilir ve kız çocuklarına daha küçük yaştan başlayarak öğretirler.
Gerçi bir erkeğin zihni, her türlü örtüyü deler ve geçer! Muhayyile sınır tanımaz. Bu, erkekler için olduğu kadar kadınlar için de doğrudur.
Canlı hayatının öteki türlerinde de görüldüğü gibi cinsellik insan cinsinin yaratılışında vardır.
Bu olmasaydı, canlılar, soylarını sürdüremezlerdi.
Ancak çeşitli karışıklıkların önlenmesi için insanların sosyal düzeni, cinselliği denetim altına alma yoluna gitmiştir.
Nişanlılık, evlilik, aile, miras gibi, giyim ve bazı davranışlar bu denetim yollarından bazılarıdır.
Annem, sağ olsaydı, çorapsız gezen kadınlar için "cehennem odunu" benzetmesini herhâlde yapmazdı.
Nitekim, başörtüsü takmayan kadınlar hakkında düşünceleri, kızlarından biri de baş açık gezdiği ve bildiği, tanıdığı kadınlar arasında bu tiplerin de bulunması nedeniyle o görüşünü çoktan değiştirmişti.
Annem ve onun kuşağından kadınlar yaşıyor olsalardı bugün kentlerimizi saran daha çok genç kızların giyimlerini görseydi, "kamçı bacaklar"ı bir rahibe gibi görme ihtimali vardır.
Caddede, otobüste, markette, metroda, filmlerde, sık sık karşılaştığımız o giyim tarzı da nerden çıktı?
Memlekette eteklik kumaş kıtlığı varmış gibi dizden bir karış yukarıda, hatta nerdeyse apış arasının görüneceği kadar kısa etekler; bunun yanında göbeği açık bırakan, göğüslerin yalnızca ucunu kapatıyormuş gibi görünen üstlükler!
Burjuva gazetelerindeki magazin sayfalarında edebi ile giyinenin kadınların fotoğrafına rastlamak nerdeyse imkânsız.
Verdikleri pozlarda bacaklarının ve göğüslerinin mümkün olduğu kadar çok yerini açıkta bırakmaya özen gösteriyorlar.
Bu medeniyet addına bir burjuva salgınıdır
Kadınların açık saçık giyinmeleri modası bir burjuva salgınıdır ve kaynağını Avrupa burjuva yaşantısından alıyor.
Bu, biyolojik bir salgın hastalık kadar tahrip edicidir. Öldürmez fakat toplumsal, kültürel yapıyı tahrip eder.
Gönül isterdi ki, Türk kadınının bir giyim tarzı olsun. Bu tarz nüfusun büyük kısmını oluşturan köylerde, kasabalarda, tarlalarda ve fabrikalarda devam ediyor.
Bunlar halk kadınlarıdır. Halk kadınları, edepleriyle oturup kalkmasını bilir.
Halk kadını da beğenilmek ister, bunu altını üstünü son sınırına kadar açıkta bırakarak değil, zarafetiyle, becerikliliği ile, konuşma adabıyla yapmak ister.
Kendine yakışan giyim tarzını arar bulur veya becerikli elleri ve zekâsıyla yaratır.
Bazı kadınların açık saçık giyinerek ilgi çekme salgını, onların zihinlerinde halkla kaynaşmak, halkı eğitmek ve onlara politik mücadelelerinde önderlik yapmak gibi bir kavramın olmadığını, varsa da bunun çoktan öldüğünü gösteriyor.
Söyler misiniz, hangi genç kadın bir işçi grevini desteklemeye mini etekle gidebilir?
Hangi kadın bu kıyafetle bir siyasi partide görev alır, köylerde ve esnaf arasında propaganda yapabilir?
Bu durum, bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de devrim ve demokrasi mücadelesinin zayıflamasının sonucudur.
Benim derdimin ne olduğu anlaşılmış olmalı
Daha önce de bu konuda birkaç yazı yazdım. Birinin başlığı "Kadınlar Nasıl Giyinmeli?" diğerinin başlığı ise "Kadınlar Nasıl Giyineceklerini Bilir" idi.
Okuyucularımın büyük çoğunluğunun benimle aynı düşünceleri paylaştığını gördüm.
Bununla birlikte aşırı "Batılılaşmış" bazıları beni gerici olarak ilan ettiler "Ne karışıyorsun kadınların giyimine, nasıl isterlerse öyle giyinirler!" gibi şeyeler yazdılar.
Şimdi bazılarına göre Türkiye'de ilericiliğin ölçüsü insan haklarına, sahip çıkmak, bilimi savunmak değil, kadınların mümkün olduğu kadar açılıp saçılması haline geldi.
Bu bir özgürlük değil, Batının burjuva değerlerinin esiri haline gelmektir.
Ülkemizde kadın giyimi, toplumsal yapımızın göstergesi hâline geldi.
Bir yanda onu bütün sosyal faaliyetlerden uzak tutan ve dışarı çıktığı zaman da nerdeyse çuvala sokulmuş gibi (Afganistan'da olduğu gibi) giyinmeye mecbur eden feodal anlayıştır.
Bu, gericiliğin anlayışıdır. Ne var ki kadının alabildiğine açıldığı ve vücudunu erkeklerin gözlerine batırmak için uğraşan kadınların yaptığı da ilericilikle hiçbir ilgisi yoktur.
Bütün toplumlar için değişme gerekli ve kaçınılmazdır. Yalnız bunun başkalarını taklit biçiminde yapılması toplumu kişiliksizleştirir.
Türklerin başlıca sorunlarından biri budur.
Değişim, milletin esas kitlesini oluşturan halkın kültürü üzerine bina edilmeli ve bu kültürün izlerini taşımalıdır.
Benim esas derdim bu.
Kendimize ait neyimiz var?
Halk kültürü üzerine bina edilecek, onun modernize edilmiş bir giyim tarzı olması gerekmez mi?
Zaten hangi toplumsal kurumumuz var ki Türk damgasını taşıyor olsun. Kentlerin ana caddelerinin iki yanına dizilmiş işyerlerinin adlarına bakın.
Türkçe ad taşıyan mağaza ve işyerleri giderek azalıyor. Lüks otellerde verilen yemeklerde Türk mutfağından kaç yemek var?
Burjuva düğünleri giderek yaygınlaşıyor? Bu düğünlerde halaya ancak kafalar tütsülendikten sonra sıra geliyor?
Söyler misiniz: mimari tarzlar içinde Türk mimarisi denebilecek olanların sayısı kaçtır?
Kabul. Biz bozkır halkından gelme, çoban ve göçebe bir toplumduk.
Temas ettiğimiz yerleşik uygarlıkların çarçabuk etkisine girdik.
Farslar, Araplar, Bizanslılar derken Avrupa işle temasa geldik. Dilimizi bile koruyamadık.
Adlarımızın çoğu bile Türkçe değil. İnançlarımız başka bir coğrafyanın ürünü.
Başkalarının icat ettiği bir yazı kullanıyoruz.
Serpuşlarımızı değiştirerek uygarlaşacağımızı sandık.
Kullanmaya çalıştığımız politik kavramlar bile bize ait değil.
Hamasete gelince Türkiye burjuvazisi geçmişle övünerek ve çevre ülkelerden toprak tırtıklayarak övünüyor.
Ancak milletler ailesi içinde Türk tarzı ve uygarlığının eseri olarak gösterilecek kaç kurumumuz var?
Bize özgü bir giyim tarzı bile yok!
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish