Alevilikten ayrılan bir cemaatin Esad rejimiyle hazin hikâyesi

Faik Bulut Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Baba Hafız Esad ile oğlu Beşşar Esad'ın Alevi inançlı oldukları biliniyor.

Türkiye'deki Sünni kesimlerin siyasal İslamcı kanadı ile Arap düşmanlığı yapan çevreler de "Suriye'yi yöneten Aleviler, Alevi tayfasıyla Sünni Suriye halkını ezen zalim Esad zümresi!" ibarelerini sıkça kullanırlar.

Oysa gerçek durum böyle değil.

Nitekim asker kökenli Hafız Esad, 12 Mart 1971'de darbeyle iktidarı aldığı sıralarda ve Suriye anayasası ülke başkanının "Sünni inançlı" olmasını şart koştuğu halde bile kendisine muhalif olan koyu Sünnilerle İhvan (Müslüman Kardeşleri hareketi), "Nasıl olur da bir Alevi ülkemizi yönetir?" tarzında propaganda yaparak halk arasında kargaşa çıkarıyorlardı. 

Esad bunun önünü almak için iki şey yaptı:

Bir: Sünni dünyanın simgesi sayılan Emevi Camisi'nde namaz kılıp o zamanın Diyanet İşleri Başkanı önünde mezhep değiştirerek "Sünni" olduğunu resmileştirdi.

İki: Kurduğu hükümetlerde Sünni inançlı bakanların çoğunlukta olmasına özen gösterdi. Oğlu Beşşar da aynı yolu izledi. 

Esasen birinin şu yahut bu inançtan olması değil, iktidarda kalması önemliydi ki; baba ve oğul Esad'ın, 53 yıl boyunca yönettikleri Suriye'de aynı inançtan oldukları Alevi toplumuna bir faydaları olmadı.

Tam tersine yönetim ve siyasetlerini eleştiren, kendilerine muhalif olan, iktidarın katı kurallarına uymayan, solcu olan, siyasal bakımdan karşıt tutum alan Alevilere her türlü baskıyı uyguladılar, tehlikeli gördüklerini ise yok ettiler.
 


Nitekim Mart 2013 yılında Mısır'ın başkentinde toplanan Suriyeli Alevi aydınlarla gençler "Kahire Bildirisi" adı altında "Esad rejiminin Alevileri temsil etmediği" yolunda bir açıklama yapmıştı.

Pek çoğu tutuklandı, eziyet gördü.

Keza Mart 2014 tarihinde silahlı rejim muhalifleri, Lazkiye kırsalındaki köyleri basıp onlarca kız ve erkek çocuğun salıverilmesi karşılığında tutuklu militanların serbest bırakılmasını talep ettiler.

Esad yönetimi değiş tokuşa karşı çıkınca bu sefer de Hums, Hama ve Tartus illerinde yaşayan aileler "Alevi geçinen Esad'ın kendilerine sırt çevirdiğini" söyleyerek hükümeti protesto ettiler. 

Doğrudur; baba ve oğul Esad, aynı zamanda aşiret çocukları ve akrabaları sayılan belli bir zümreyi hem zenginleştirip ihya ettiler hem de ordu ve istihbarat birimlerinin hassas makamlarına özellikle akraba ve aşiretinden olan kimseleri yerleştirdiler.

Ancak bu, onların Alevi olmasından kaynaklanmıyordu.

Tam tersine, iktidar kavgası denen hassas oyunda, kendini güvenceye almak için kaçınılmaz olarak başvurulan ve dünyanın hemen her ülkesinde geçerli olan bir tercihti.

Mesela diktatör Saddam Hüseyin'in hassas ve kilit mevkilere yerleştirdiği Sünni akrabalarının çoğu doğum yeri olan Tikrit kentindendi.

ABD Başkanı Donald Trump ise Beyaz Saray'da görev yapacak 4 bin kişinin seçilmesi görevini çok güvendiği Yahudi milyarder işadamı Howard Lutnick'e verdi.

Bu arada pek güvendiği Tulsi Gabbard'ı ülkedeki bütün istihbarat kurumlarının baş sorumlusu olarak tayin etti.

Önemli bakanlıkları İsrail yanlısı Siyonist veya Siyonizm sempatizanı kişilere teslim etti.

Türkiye'deki iktidara bakarsak, yönetim erkinin hemen her kademesinin Karadenizlilerin, bilhassa Trabzon ve Rizelilerin elinde olduğunu kolayca görebiliriz.

Konumuza dönelim: İki Esad'ın Suriye'deki Alevi topluluklarıyla ilişkisini idrak etmek için Arap Aleviliğinin tarihi ve genel çerçevesine değineceğim. 


Arap Aleviliği nedir?

Başından belirtmeliyim; okuyucuya sunduğum bilgiler, Vikipedi ansiklopedisinden alınmıştır. Yazanı kim olursa olsun çok sayıda kaynak gösterilmiştir.

Aleviler (Arapça: علويون 'Alawiyyun), Arap Alevileri veya Nusayriler (Arapça: نصيرية Nusayriye), çoğunlukla Doğu Akdeniz bölgesinde yaşayan, dini ve etnik bir topluluktur. Şiiliğin erken dönemlerinde ortaya çıkan bir Galiyye kolu olduğu düşünülmektedir.

12 İmamcı mezhebin ilk imamı olarak saygı duyulan Ali bin Ebu Talib, Alevi inancının bazı yorumlarında ilahi bir varlık olarak görülmektedir. Grubun 9. yüzyılda İbn Nusayr tarafından kurulduğuna inanılmaktadır. Bu nedenle Alevilere 'Nusayri' de denilmektedir. Ancak bu ifade günümüzde bu topluluğa mensup kişilerce tercih edilmemektedir. 

Aleviler, Suriye sahilinde ve kıyıya yakın kasabalarda baskın dini grup olup, bu bölgelerde Sünniler, Hıristiyanlar ve İsmaililer ile bir arada yaşıyorlar. Anket çalışmaları, Alevilerin Suriye'de nüfusun önemli bir bölümünü oluşturduğunu ve Türkiye'nin Hatay İli ve Kuzey Lübnan'da önemli bir azınlık olduğunu gösteriyor. Ayrıca Suriye-Golan Tepelerindeki Gacar köyünde yaşayan bir Alevi nüfus da bulunuyor.

Aleviler, tarihsel olarak dini kurucuları İbn Nusayr el-Numeyri'ye atfen Nusayriler olarak kendilerini tanımlamışlardır. Ancak, 'Nusayri' terimi 1920'lerden itibaren kullanılmıyor. Fransız sömürgeciliği sırasında topluluk içindeki entelektüeller tarafından başlatılan bir hareket, bu tanımı modern 'Alevi' kavramıyla değiştirmeyi amaçlamıştı.

Arap Alevilerinin kimi önderleriyle aydınları, o tarihten itibaren etnik ve dini kimlik ima eden 'Nusayri' adlandırmasını, 'tarikatın düşmanlarının bir icadı' olarak nitelendirdiler. Özellikle Şii mezhebine bağlılık vurgusuyla 'ana akım İslam ile bağlantı' üzerinde durmayı tercih ettiler. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Lübnan ve Suriye'de mandat (sömürge) yönetimi kuran Fransızlar da onları resmen 'Aleviler' olarak sınıflandırdılar.
Böylece 'Nusayri' terimi artık genel olarak eskimiş kabul ediliyor. Hatta aşağılayıcı ve hakaret içerikli anlamlar taşıdığı da iddia ediliyor. Nitekim 'Nusayri kavramı' Beşşar Esad rejimine karşı savaşan mezhepçi Sünni köktendinciler tarafından Suriye İç Savaşı'nda sıkça nefret söylemi olarak kullanılmaktaydı.

 

Alevilerin genetik kökeni tartışmalıdır. Geleneksel yerel anlatımlar, onların on birinci İmam Hasan el-Askeri'nin (ö.873) ve öğrencisi İbn Nusayr'ın (ö.868) takipçilerinin soyundan geldiklerini öne sürer.

19 ve 20'nci yüzyıllarda bazı Batılı bilim adamları Nusayrilerin, Aramiler, Kenanlılar, Hititler ve Mardaitler gibi eski Orta Doğu halklarının soyundan geldiğine inanıyorlardı. 

Milattan önce 13'üncü yüzyılda Sami kökenli Aramilerin, Hurri ve Hititlerin yaşadığı Hatay, Adana, Lazkiye ve Mersin çevresine yerleştiği görülüyor.

Birçok önemli Alevi topluluğu 13üncü yüzyılda Irak Kürdistan bölgesine bağlı Êzdîlerin günümüzde yaşadıkları Sincar'dan gelen yerleşimcilerin soyundan geliyor.

"Nazerini" adı verilen küçük bir dağ silsilesi günümüzde El Nusayri Dağları olarak kabul ediliyor.

Günümüzde de olduğu gibi bu dağlar civarında yaşayanlar Nazerani (Nasrani) yani El Nusayrilerdir. 

Bununla birlikte, bazı bilim adamları Nazerani ve Nasuralılar arasında bağlantı kurmaktan kaçınsalar da "Nazerani" kelimesi Sami dil ailesine mensuptur.

"Nasrani" veya "Nusayr" sözcüğü Sami kökenli bir kelime olup üç harfli kökten oluşan N-S-R'dan gelir.

Nasır veya Nazzara (Ansar) kelimesi ilginçtir ki Doğu Aramice ve Arapçada 'Koruyucu-Bekçi-Gözcü' anlamına geliyor. 

Fransız araştırmacı Louis Massignon (1883-1962) Hıristiyan dünyasının İslam dünyasıyla diyalogunu başlatan en önemli Katolik din bilginlerinden biridir.

İslam ve Şii tasavvufu, bilhassa da Hallac-ı Mansur üzerindeki çalışmalarıyla ün yapan Massignon, Nusayrilerin aslında Nazaretliler olduğunu iddia etmiştir.

Aleviler daha sonraları Kuzey Suriye'deki Hamdaniler yönetimi (947-1008) sırasında, Muhammed bin Nusayr'ın doktrinini taşıdığını iddia eden İshakiye mezhebiyle bir rekabetin ardından yaklaşık 969 yılında Halep'te ölen, kendisi de İbn Nusayr takipçisi olarak bilinen El Hasibi tarafından örgütlendiler.

Suriye'nin kıyı dağlarındaki nüfusun çoğunluğunun Aleviliği benimsemesi ise muhtemelen birkaç yüzyıl süren uzun bir süreçti.

Modern araştırmalar, Aleviliğin Halep'te ilk kuruluşundan sonra şu yörelerde yayıldığını gösteriyor: Sarmin, Selemiye, Hums, Hama, Baarin, Deyr Şamil, Deyr Mama, Vadi El Uyun, Tartus ile Safita çevresindeki dağlar. 

Tarih boyunca Arap Aleviliğinin Irak, Suriye, Lübnan ve Türkiye'de birkaç yerel yani alt kolu bulunuyor: El Cerrâniye, El-Gaybiye, Kilâziye, El Haydariye, El Mâhusiyye, El Neyâsıfa, El Zuhurâtiye. 

Zaman içinde bunların bir kısmı ortadan kalkmış, bir kısmı da daralarak sadece bir köy, kasaba, bölge veya din önderinin (Şıh) etrafındaki topluluklar olarak kaldı. 

1939'da Aleviler, Hatay nüfusunun yaklaşık yüzde 40'ını oluşturuyordu. Fransız coğrafyacı Fabrice Balanche'a göre, Türkiyeli Arap Aleviler ile Suriye Alevileri arasındaki ilişkilerin bağı sınırlı oldu.

Türkleştirme politikası ve Suriye-Türkiye sınırının onlarca yıl kapalı kalmasıyla bu ilişkilerin sınırlandığı görülüyor.

Türkiye'deki Arap Aleviler geleneksel olarak Suriye Arap Alevileri gibi Doğu Akdeniz yöresinin Arapçasıyla konuşuyorlar. Arapça, kırsal topluluklarda ve Samandağ'da ve Arsuz'da korundu. 

Bu hususta yıllar önce yaptığım araştırma sırasında Mersin-Tarsus-Adana-İskenderun-Samandağ hattında yaşayan 2 milyon Arap Alevisinden bahsedilmişti.

Belli oranda asimile olmasına rağmen Samandağ Alevilerinin, dilleri ve kültürlerine bahsedilen şehirlerde yaşayanlardan daha fazla sahip çıktıklarını da gözlemiştim. 
 

Lazkiye kırsalındaki Cebel el-Ekrad'daki Mürşidi köylerinden genel bir görünüm / Fotoğraf: Al Jazeera (Arşiv)
Lazkiye kırsalındaki Cebel el-Ekrad'daki Mürşidi köylerinden genel bir görünüm / Fotoğraf: Al Jazeera (Arşiv)

 

Suriyeli Alevilerden muhalif ve mağdur kol: El Mürşidiye

Arapça El Mürşidiye (المرشدية) olarak isimlendirilen bu inanç mensupları küçük bir topluluk olup sadece Suriye'nin Lazkiye, Hums, Hama ve Şam illerine bağlı mahalle, köy veya beldelerde yaşıyorlar.

Yoğun bulundukları yöre, Hama kırsalında El Ğab adı verilen mıntıkadır. 

El Mürşidiye'nin 20'nci yüzyılın ilk çeyreğinden bilinen Arap Aleviliğinden kopup ibadet ve yol açısından kesinlikle farklı bir inançsal mecraya saptığı söylenebilir.

Kesin sayıları bilinmemekle birlikte tahmini olarak 150-250 bin yahut 350 bin ile bir milyon kadar oldukları varsayılıyor. 

Şimdilerde Fransa'nın Marsilya'daki bir üniversitede görevli olan Prof. Muhammed Ali Abdulcelil (d.1973) aynı zamanda yazar, hattat ve mütercimdir.

"El Mürşidiye mensuplarının dini önderlerin (şıhların) tahakkümünden kurtularak aklına ve vicdanına göre davranması" hareketini başlatan bir düşünür olarak kabul ediliyor.

Ona göre El Mürşidiye, insanı dinden kurtarma sürecinde kişileri dine/inanca bağlayan bir yoldur.

Suriyeli dinler ve mezhepler hakkında mukayeseli araştırmalarına ilaveten dini hususlara eleştirel yaklaşımlarıyla da meşhur olan yazar Nebil Fayyad, Cemal Barut ve benzeri aydınlar dini bağımlılıktan kurtulma yolu olarak El Mürşidiye inancını savunuyorlar. 

Bu inançsal kolun kurucusu Salman El Murşid (1907-1946) olup, mensupları tarafından İmam Salman El Mürşit olarak anılıyor.

Tam adı Salman bin Murşid bin Yunus'tur. Lazkiye dağlarının doğu mıntıkasındaki Covbet-i Berğal köyünde doğmuş, 1946 yılında darağacında asılarak öldürüldü. 
 

Salman El Murşid (1907-1946)
Salman El Murşid (1907-1946)

 

Vatansever ve feodalizm karşıtı Salman Murşid'in idamı

1920'de Fransız sömürgecilere karşı başlayan isyan sonrasında milli bir koalisyon hükümeti kuruldu.

3 yıl sonra da Salman Murşid, "Beklenen Mehdi'nin yakında gökten ağıp yeryüzüne inerek adaleti sağlayacağı" müjdesini yaymaya başladı.

Cemaatin kurucu lideri sayılan Salman Murşid aslında sadece "Mehdilik" iddiasıyla sınırlı bir muhalefet yapmıyordu. Siyasal, sınıfsal, toplumsal ve milli meselelere de değiniyordu.

Somut birkaç örneği şudur:

İşgalci Fransızlara karşı ülkenin bağımsızlığından yana tutum aldı.

Fransız sömürgecilerinden kurtulma yolunda çağrı yapmakla yetinmemiş; sömürge yönetimine hizmet eden asker ve kolluk kuvvetlerinin derhal istifa ederek halkın saflarına geçmesi yolunda açıklamalar yaptı. 

Sömürgecilerin işbirlikçisi feodal güçlere karşı köylülerin, bilhassa maraba ve ırgatların mücadele etmesi için uğraşmış, bu maksatla bir fedai grubu kurdu.

Bu sınıfsal mücadele söyleminin ortaya çıkmasında, 1924 yılında Suriye ve Lübnan komünist partilerinin kurulmuş olmasının da rolü vardı. 

O tarihten sonra tehlikeli muhalif tanımına alınan Salman Murşid, Fransız yönetimi tarafından tutuklanıp hapse atılmış, eziyet ve işkence gördü.

1925 yılında Lazkiye'den Rakka şehrine kadar yaya yürüme ve üç yıl boyunca sürgün kalma cezasına çarptırıldı. Sürgün dönüşü mecburi ikamete tâbi tutuldu. 
 

Salman El Murşid
Salman El Murşid

 

1938'de kendisine bağlı inanç mensuplarının yaşadıkları köylerde özerk bir yargı aygıtı oluşturdu.

Vergi toplamaya başladı. Kendisine bağlı Fedailer birimini oluşturdu; onlara özel askeri üniformalar giydirdi.

Suriye parlamentosunu Alevi toplumunun vekili sıfatıyla sıkça ziyaret ediyordu.

Derken taraftarları ve bazı fedaileriyle birlikte yakalanıp "isyancı" ithamıyla yargılandı.

1946 yılında ise Şam'da idam edildi.
 

Salman El Murşid
Salman El Murşid

 

İdamından sonra oğlu Mucib (1930-1952) babasının postuna oturdu.

Mucib kendi tarzına has yeni bir dua ve namaz, kısaca ibadet sistemi geliştirdi.

İleri sürdüğü fikirler, bilinen Arap Aleviliğinden hem farklı hem de onunla çelişkiliydi.

Taliplerine-müritlerine sıkı bir disiplin uyguladı. Adını taraftarları arasında kutsallaştırdı. 

Arap Aleviliğin alt kolu sayılan El Mürşidiye inancının gerçek kurucusu olan Mucib'in iddiasına göre; "Bu yeni din, mevcut Arap Aleviliğinden daha büyük ve kapsamlı" idi.

27 Kasım 1952'de Abdülhak Şehade isimli bir polis amiri tarafından katledildi.

Kendisinden sonra El Mürşidiye'nin önderliğini kardeşi Saci El Murşid (1931-1998) aldı.

Şıh lakabı yerine İmam unvanıyla anılmaya başladı.

Vefatından sonra El Mürşidiye'nin dini önderliğini üstlenen olmadı. 

El Mürşidiye mensuplarına El Murşidi veya El Meraşide de deniliyor.

Genelde içine kapalı bir cemaat olup dini fikirlerini ulu orta söylemekten kaçınırlar.

Zira Suriye'deki geleneksel ve tarihsel Arap Alevi toplumundan sert tepki görüyorlar.

Nitekim iki toplum arasında çıkan kavgalar sonucunda her iki taraftan da çok sayıda insan hayatını kaybetti. 

El Mürşidiye mensupları, Sünni toplum tarafından büyük tepkiyle karşılanıyor.

Nitekim inanç yolunun kurucu önderi Salman El Murşid'in "Mehdilik" iddiası üzerine, Sünniler kendisini karalayıp gammazlamış ve cemaat hakkında "cinayet şebekesidir" diyerek Sünni inançlı Suriye Başkanı Şükri Kuvetli (veya Kutlu) zamanında darağacında asılmasına yol açtılar. 


Esad zümresinin El Mürşidiye mensuplarıyla trajik hikâyesi

El Mürşidiye mensupları kendi halinde, içine kapanık, barışçıl bir cemaat olmakla birlikte ülkede bağımsızlığın kazanılmasından sonra yaşanan kargaşa, şiddet olayları ve askeri darbeler ister istemez bu topluluğu da kendi girdabına çekti.

Şöyle ki:

Eski Devlet Başkanı Hafız Esad, İsrail ile yaptığı 1973 tarihli savaşta bu topluluğun gençlerini askere alarak cephenin ve siperlerin önüne konuşlandırdı.

Suriye ordusunun bu savaşta yenilmesi sonucu verilen askeri kayıpların çoğu bu topluluğa aitti. 

Aynı şey, yine Esad yönetiminin 1982'de İhvancı (Müslüman Kardeşler hareketi) militanlarla yapılan ölümcül çatışmalarda da yaşandı.

El Mürşidiye mensubu gençler, ön cepheye sürüldü ve yine büyük can kaybı verildi. 

Abi Hafız Esad ile küçük kardeşi Rıfat, acımasız bir iktidar kavgasına tutuşmuşlardı.

Abisinin koltuğuna göz diken General Rıfat, El Mürşidiye mensubu gençleri "Savunma Muhafızları Alayı" saflarına aldı.

Rıfat darbe yapmayı hazırlandı; iki kardeşe bağlı askeri birimler harekete geçirildi. Yer yer kanlı çatışmalar yaşandı.

Kurbanların çoğu yine El Mürşidiye inançlı askerlerdendi. 

İktidar kavgasını kazanan Hafız Esad, özellikle El Mürşidiye mensuplarına yöneldi.

Kendilerine baskı ve zulüm yaptı; önde gelenlerini azarlayıp aşağıladı, kimilerini uzun yıllar hapiste tuttu. Ordu saflarından temizledi.

Suçu olmayanların ise komuta kademesine yükselmesini yasakladı, bazılarının rütbelerini söktü veya terfilerini geri aldı. 

Bu hazin hikâyeyi aktaranlardan biri olan Suriyeli aydın ve cemaat mensubu Muzdehir Naise'nin anlatımına bakılırsa vaziyet şöyleydi:

Hafız Esad ile kardeşi Rıfat, El Mürşidiye cemaatiyle kedinin fareyle oynadığı gibi oynadılar. Havuç ve sopa siyaseti gereği; ihtiyaç duyduklarında cemaat gençlerini İhvan ile çatışmada veya iki kardeşin taht kavgasında cömertçe kullandılar. Karşılığında ise onlara hiçbir şey vermediler.


2011 yılında ülkede başlayan iç savaş sırasında El Mürşidiye dini ve kanaat önderleri başlangıçta tarafsız kaldılar.

Bu tarafsızlık 4 yıl sürdü.

Cemaat arasında dolaştırılan bir genelge uyarınca mensuplar, bulundukları devlet dairesi veya askeri kurumlarda işlerine devam edeceklerdi.

Sivil itaatsizlik ve iç savaşa asla katılmayacaklardı.

4 yıldan sonra durumu fark eden Suriye istihbarat birimleri El Mürşidiye inançlı gençleri zorla alıp, iktidar karşıtı gösterileri şiddet yoluyla bastırmak veya isyancıları tutuklamak ve katletmek gibi görevlerde kullandılar.

Ordu saflarındaki cemaat mensubu askerlerin kitlesel protestoları bastırma operasyonlarına katılmaları karşılığında kişi başına 1000 Suriye lirası verilmekteydi. 

Aynı cemaate mensup emekli öğretmen Muntecib Asiman anlatıyor: 

İstihbarat, Kedin isimli El Mürşidiye köyüne kamyonlar gönderip gençleri toplayarak göstericilerin yoğun bulundukları Hama ve İdlib'e, Cebel'ül Zaviye gibi alanlara taşıyordu. Gençler kitleyi bastırma işinden hoşlanmıyorlardı; ancak istihbaratçılar kendilerini bunu yapmaya mecbur ediyorlardı.

Hal böyle olunca, gençlerin gönülsüz yaptıkları bu tür operasyonlar isyandan yana olan Sünni kesimleri öfkelendirmeye başladı. Bunun üzerine muhalif silahlı grupların oluşturdukları Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) militanları El Mürşidiye inançlıların yaşadıkları Lazkiye civarındaki köylere baskınlar yaparak yakaladıklarını öldürüyor ve mallarını talan ediyorlardı. Buna dayanamayan ahali baba ocaklarını bırakarak başka yerlere kaçtılar.  

Çatışmalar ve iç savaş şiddetlenip her tarafa yayıldıkça gençlerimiz kontrollerini kaybettiler ve biz de onları zapt edemez hale geldik. Derken cemaat delikanlıları Esad yönetiminin kurduğu Şebbihe (Hayalet Avcılar veya Hayalet Birimler) isimli milislere katıldılar.

Gerçekte El Mürşidiye yolunu izleyen gençlerimizin devletin safında yer almalarının baş nedeni silahlı muhalefetin kötü muamele ve icraatlarıydı. Adeta bizleri karşı tarafa ittiler.


Her şey bir yana, El Mürşidiye cemaati eskiden Esad rejiminin pençesine düşmüş ve kurtulmak için çaba harcıyordu.

Şimdiyse Suriye iç savaşının en altta kalanı ve mağdur kesimi oldular. 

Şam'ın HTŞ ve SMO gibi acımasız militanların eline geçmesinin ardından cihatçıların bu cemaate yönelerek intikam ve mezhepsel açıdan onları ezmesi, belki de imha etmesi her zaman muhtemel.

Dikkatlerden kaçırılmaması gerekir.

 

 

Yararlanılan kaynaklar: 

https://ar.wikipedia.org/wiki/yüzde D8yüzde A7yüzde D9yüzde 84yüzde D9yüzde 85yüzde D8yüzde B1yüzde D8yüzde B4yüzde D8yüzde AFyüzde D9yüzde 8Ayüzde D8yüzde A9
https://ar.wikipedia.org/wiki/yüzde D8yüzde B3yüzde D9yüzde 84yüzde D9yüzde 85yüzde D8yüzde A7yüzde D9yüzde 86_yüzde D8yüzde A7yüzde D9yüzde 84yüzde D9yüzde 85yüzde D8yüzde B1yüzde D8yüzde B4yüzde D8yüzde AF
https://www.aljazeera.net/news/2015/2/14, 14 Şubat 2015.
https://feneks.net/index.php/43-36-09-25-04-2020-35643 
https://www.facebook.com/Nahralbard/posts/...26856751/

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU