Türkiye, tarihinin en büyük ekonomik buhranını yaşıyor. Enflasyon ve hayat pahalılığı inanılmaz yüksek oranlara çıktı; insanlar zamlardan bunalmış durumda.
İnsanlar, ceplerindeki parayla artık hiçbir şey alamaz hale gelmişlerdir. Türk parası, artık bir puldan başka bir işleve sahip değil.
İnsanların mevcut halini her an yoksullaşma ve yoksulluk altında ezilme olarak ifade edebiliriz.
Ekonomik buhrandan çıkış için ortada sahici, ciddi, rasyonel, sistematik ve güven veren ekonomik politikalar üretilmiyor ve uygulanmıyor.
Türkiye, içeride yıkıcı bir ekonomik buhran altında ezilirken; dışarıda ise bütün kriz coğrafyalarında boy gösteriyor ve yeni krizlerin baş aktörü olarak uluslararası alanda yer alıyor.
Türkiye, Irak'ta uzun süreden beri büyük bir askeri müdahale gerçekleştiriyor. Suriye'ye de yeni bir askeri müdahalede bulunmasının an meselesi olacağını dünyaya ilan etti.
Ayrıca Türkiye, Finlandiya ve İsveç'in NATO üyeliklerine karşı çıkıyor ve bu ülkelerin üyeliklerini veto edeceği tehdidinde bulunuyor.
Uluslararası bütün büyük krizlerin vazgeçilmez unsuru olmayı başaran Türkiye, Rusya ve Batı arasındaki çelişkilerden yararlanıp, ikisini birbirine karşı kullanarak her iki taraftan da çıkarlar elde etme şeklindeki politikasını uzun zamandan beri uyguluyor.
Son olarak Türkiye ve Yunanistan arasında Ege adaları üzerinden bir kriz yaratıldı.
Atina ve Ankara, karşılıklı olarak birbirini suçluyor ve her iki taraf da kendi pozisyonunun haklılığını savunuyor.
Atina ve Ankara, Birleşmiş Milletler'e Ege adalarıyla ilgili pozisyonlarını anlatan mektuplar yolladılar.
Türkiye, Yunanistan'ın Lozan'a aykırı olarak Ege adalarını silahlandırdığını söylüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Adalar konusunda Atina'yı sert ifadelerle uyardı:
Ülkelerinin kaynaklarını, enerjilerini ve vakitlerini asla güçlerinin yetmeyeceği hayallerle heba edenler tarih önünde bunun hesabını mutlaka verecektir.
Bir kez daha Yunanistan'ı 'gayri askeri' statüdeki adaları silahlandırmaktan vazgeçmeye, uluslararası anlaşmalara uygun davranmaya davet ediyoruz. Şaka yapmıyorum, ciddi konuşuyorum. Özellikle bu millet kararlıdır ve bir şeyi söylerse ardını da takip eder.
Yunanistan'ı tıpkı 1 asır önce olduğu gibi, pişmanlıkla sonuçlanacak hayallerden, söylemlerden ve eylemlerden uzak durması, aklını başına alması konusunda tekrar ikaz ediyoruz. Kendine gel. Türkiye Ege'deki haklarından vazgeçmeyeceği gibi, adaların silahlanması konusunda uluslararası anlaşmaların kendisine tanıdığı yetkileri gerektiğinde kullanmaktan geri durmayacaktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Efes'teki konuşmasında aslında Yunanistan'a değil, Amerika'ya mesaj vermektedir.
Erdoğan, Amerika tarafından dediklerinin ciddiye alınmasını ve kendisiyle ilişki kurulmasını istemektedir.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, "Adaların egemenliği tartışmaya açılır" diyerek Yunanistan'a meydan okudu.
Yunan Hükümet Sözcüsü Giannis Oikonomu "Ülkemizin jeostratejik ve jeopolitik gücünün yanı sıra ulusal egemenliğini ve egemenlik haklarını her an koruyabileceği caydırıcı gücünü geliştirdiği herkesçe biliniyor" diyerek Ankara'nın söylemlerine askeri dahil; her alanda karşılık verebilecek güce sahip olduklarını söyledi.
Ankara'nın Adaların silahlandırılmasıyla ilgili söylemleri hakkında "Bu kadar absürt bir şey üzerine tartışamayız" diyen Yunanistan Başbakanı Miçotakis, reddedici bir tavır ortaya koydu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Artık benim için Miçotakis diye biri yok" diyerek Miçotakis'i hiçbir şekilde muhatap almayacağını ifade etti.
Yunanistan ise Türkiye'nin Lozan'a aykırı bir şekilde Montro'yü kullanarak Boğazları silahlandırdığını, Ege'de kendisine karşı bir ordu kurduğunu, Paris Antlaşması çerçevesinde On İki Ada'nın İtalya tarafından kendisine devredildiğini söylüyor.
Yunanistan, yaptıklarını değişen şartların gereği gerekçesiyle meşrulaştırıyor.
Atina ve Ankara, karşılıklı olarak birbirlerini uluslararası hukuku ve antlaşmaları tanımamakla ve ihlal etmekle suçluyorlar.
Türkiye, hava sahasının Yunan uçakları tarafından sürekli olarak ihlal edildiğini ve bu ihlallere en sert karşılıklı verileceğini söylüyor.
Ankara, Yunanistan'ın ihlallerinin kendisine bunlara gerekli karşılığı verme hakkı verdiğinin altını özenle çiziyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Ankara ve Atina arasındaki krizlerin tarihi çok uzun yıllara dayanıyor.
Ukrayna-Rusya savaşı gibi çok kritik bir durumun yaşandığı bugünlerde, iki NATO üyesinin birbirine karşı tehditler savurması ve karşılıklı olarak askeri güç göstermesinin, uluslararası toplumda çok olumlu olarak değerlendirildiğini söylemek zor.
Atina ve Ankara, karşılıklı olarak birbirine karşı sert söylemlerde bulunmalarına rağmen, iki ülke arasında sıcak bir çatışmanın veya savaşın çıkabileceğini söylemek de gerçekçi değil.
Amerika, kesinlikle bir Türkiye-Yunanistan savaşına izin vermeyecektir. Amerika ve NATO'nun hiç istemediği tek şey, Yunan-Türk çatışmasıdır.
Amerika, NATO'nun birlik halinde Rusya'ya karşı bütünlüğünü sağlamasını ve işbirliği yapmasını istiyor.
NATO'yu Rusya karşısında zayıf düşürecek Yunanistan-Türkiye krizi gibi durumların oluşmasına Amerika hiçbir şekilde olumlu bakmaz.
Washington, son çıkan krizi yapay bir kriz olarak değerlendiriyor ve üzerinde durmuyor. Atina-Ankara arasındaki krizin Washington'da yeterince yankılanmadığı görülüyor.
Atina ve Ankara arasındaki krizin, tarafların algıları açısından çok önemli bir özelliği bulunuyor.
Miçotakis yönetimi, Amerika'yla ileri düzeylerde ilişkiler kurmayı ve "Washington'da sizin gerçek müttefinizim benim" algısını yaratmayı başarmış durumda.
Miçotakis'in Washington'da en üst düzeyde ağırlanması ve Kongre'de konuşması, çok az yabancı devlet yöneticisine tanınan bir ayrıcalıktır.
Kongre'de yaptığı konuşmada Miçotakis, "Kıbrıs'ta kimse iki devletli bir çözümü asla kabul edemez" ifadelerini kullandı.
Türkiye ve Yunanistan arasındaki mevcut krizde kırılma yaratan olay, Miçotakis'in Washington ziyaretiydi.
Efes 2022 tatbikatında 9 Haziran'daSdaların silanlandırılmasıyla ilgili yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Erdoğan, aslında, Miçotakis'in Kongre konuşmasına cevap verdi.
Amerika'nın Yunanistan'da kurduğu askeri üsler, iki ülke arasındaki ilişkilerin deriniğini göstermesi açısından önemli.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yunanistan'daki Amerikan üslerinin Türkiye için tehdit olduğunu söyledi:
9 tane şu anda Amerika'nın Yunanistan'da üssü var. Peki, bu üsler kime karşı kuruluyor, bu üsler niye var? Söyledikleri şu; 'Rusya'ya karşı…' Yalan… Dürüst değiller.
Türkiye; Yunanistan ve Amerika'nın kendisine karşı düşmanca bir ittifak oldukları söylemini sürekli olarak dile getiriyor.
Öte yandan Türkiye'nin Amerika ve NATO'yla ilişkileri çok düşük ve zayıf seviyelerde seyrediyor.
Türkiye'nin Rusya'dan S-400 hava savunma sistemlerini alması, Ankara'nın Washington ve Brüksel'de çok zayıflamasına yol açtı.
S-400 hava savunma sistemine sahip olduğu sürece Türkiye, NATO ve ABD ilişkileri krizlerle dolu bir seyir takip edecektir.
Atina, Ankara'nın NATO ve Amerika tarafından olumsuz algılanan politikalarını kendi lehine olacak şekilde kullanıyor.
Atina, özellikle Türkiye'nin F-16 savaş uçaklarının modernizasyonunu engellemek için Washington'da yoğun bir lobi faaliyeti yürütüyor.
Atina ve Ankara arasındaki krizde savaş olasılığı düşük olduğu gibi, çözüm olasılığı da düşük.
İçte ekonomik ve siyasal sorunlarını çözemeyen yöntimler, krizler çıkarmaya, savaş tamtamları çalmaya, hamaset edebiyatı yapmaya ve düşmanlıkları derinleştirmeye kendilerini mecbur hissederler.
Ekonomik buhrana çözüm bulunulmaması sonucunda dış politikada krizler çıkarılması işleri iyileştirmez, bilakis kötüleştirir.
İç politik hesaplarla kriz çıkartmanın iki ülkeye kaybettirdiğini söyleyen eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, şu tespitlerde bulundu:
Olağandışı bir durum yaşanmazsa hem Türkiye hem de Yunanistan'ın 2023 yazında seçime gitmesi bekleniyor… Ülkenin hazinesinin boş olduğu bir ortamda böylesine çatışma ihtimalleri üzerinde durmak, hele hele iktidarın böylesine bir yöneliş içerisinde olduğu gibi imalarda bulunması gerçekten Türkiye için risk yaratır. Maalesef taktiksel olarak karşılıklı çatışma riskleri ortaya çıkar mı sorusu Türkiye'de kimsenin cevaplandırabileceği bir durum değil. Türkiye maalesef yönetilemiyor ve bu konuları iç politika malzemesi yapmak halkın içinde bulunduğu ağır şartları daha da derinleştiriyor.
İktidarda kalma ve seçim kazanma uğruna içte ve dışta krizlere mecbur olma, ekonomik yoksulluğu artırır, siyasal belirsizlik oluşturur ve halkın geleceğe olan umutsuzluğunu derinleştirir.
Siyasetin görevi kriz ve çatışma üretmek değil, kriz ve çatışmayı çözmektir.
Krizlere mecbur ve bağımlı olma saplantısından kurtulmadıkça siyasal, sosyal ve ekonomik açılardan normalleşmek, demokratikleşmek ve sivilleşmek mümkün değildir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish