Almanya'da aşırı sağ parti AfD'nin, önümüzdeki pazar günü, 23 Şubat 2025 tarihinde yapılacak genel seçimler için propaganda amaçlı, nüfusunun yüzde kırkının göçmenlerden oluştuğu Hamburg'un en merkezi caddesinde kurduğu standı ziyaret ettim.
Stantta duran AfD milletvekili adayına, göçmen kökenli olduğumu ve AfD'nin iktidar ortağı olması durumunda beni Almanya'dan sürüp sürmeyeceklerini sordum.
Benim soruma o da 2 soruyla karşılık verdi.
Birinci sorusu, Almanya doğumlu olup olmadığım yönündeydi.
Almanya doğumlu olmamama rağmen, Almanya doğumlu olduğumu belirttim.
İkinci sorusu ise, herhangi bir suç işleyip işlemediğimdi.
Sicilimin temiz olduğunu söyledim.
Bunun üzerine beni sürmeyeceklerini, sadece Almanya doğumlu olmayıp suç işleyenleri süreceklerini söyledi.
Bu cevabına karşılık, suç işleyen organik Almanları da sürüp sürmeyeceklerini sordum.
Buna karşılık, Türklerle bir problemi olmadığını, her yıl Türkiye'de tatil yaptığını belirterek lafı dolandırmaya başladı.
Bizzat yaşadığım bu anekdotun, Almanya'daki siyasi iklimi yansıtan iyi bir örnek olduğu gerçeğinin altını çizmek gerekiyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Pazar günü yapılacak seçimin ana gündemi göçmenler üzerine kurulu.
Aşırı sağcı parti AfD, son yıllarda Almanya'nın yaşadığı tüm sorunların kaynağı olarak göçmenleri göstererek bu konuda söylem üstünlüğünü ele geçirdi ve meseleyi seçim kampanyasının ana gündem maddesi haline getirdi.
Bu söylemin toplumda bir hassasiyeti yansıttığını ve oy getirdiğine inanan merkez partiler de AfD'nin söylemini benimseyerek parti programlarını ona göre şekillendirdi.
Wissenschaftszentrum Berlin für Sozialforschung, Almanya'daki siyasi partilerin seçim programlarını inceleyerek aşırı sağ söylemlerin partilerin seçim programlarına yansıyıp yansımadığını araştırmış.
Buna göre, aşırı sağ parti AfD'nin seçim programının yüzde 25'ten fazlası aşırı sağ söylemler üzerine kurulu.
İlginç olan, merkez olarak adlandırılan partilerin de programlarına aşırı sağ söylem olarak adlandırılabilecek unsurları yazmış olmaları.
Buna göre, oyları anketlerde yüzde 30'larda seyreden Hristiyan Demokrat Parti CDU'nun seçim programının yüzde 15'i aşırı sağ söylemlerden oluşuyor.
Benzer şekilde, Sosyal Demokratlar ve Yeşiller de seçim programlarına yüzde 7-8 oranında sağ söylemleri eklemiş durumda.
Bu durum, söylem üstünlüğünü elinde tutan AfD'nin, daha iktidara gelmeden Almanya'da sadece siyasi iklimi değil, siyasi uygulamayı da aşırı sağ bir eksene kaydırmış olması anlamına geliyor.
Bu perspektiften bakıldığında, Almanya'da seçim sonrası süreçte göçmen kökenli insanları zor bir dönemin beklediğini öngörmek bir kehanetten ziyade, somut bir gerçeğin dile getirilmesidir.
Burada asıl soru, göçmenlerin bu seçimlerde bu durum karşısında nasıl bir tutum takınacaklarıdır.
Almanya nüfusunun yüzde 30'u göçmen kökenli insanlardan oluşmaktadır.
Eldeki verilere göre, göçmen kökenli insanlar arasında oy kullanma hakkı olanların sayısı yaklaşık 9 milyon civarındadır.
Bu rakamın 7,5 milyon olduğunu iddia eden araştırmalar da var. Bu rakamlar, yaklaşık 60 milyon olan toplam seçmen içinde oyların yüzde 12 ile 15'ine tekabül ediyor.
Bu perspektiften bakıldığında, göçmen kökenli insanlar aslında oy olarak seçimin kaderini değiştirebilecek bir potansiyele sahipler.
Fakat burada göçmenler açısından bir ana sorun ortaya çıkıyor. Birincisi, göçmen kökenli insanlar seçme haklarını ciddiye almıyorlar.
Normalde Almanya'da genel seçimlerde toplam seçmenin ortalama yüzde 70'i oy kullanırken, bu oranın göçmen kökenli insanlar arasında son seçimlerde yüzde 20'ler civarında olduğu söyleniyor.
Enteresan olan, aynı zamanda geldikleri ülkelerin vatandaşı olan göçmenlerin Almanya'da yaşamalarına rağmen, geldikleri ülkelerdeki seçimlerde oy verme oranlarının daha yüksek olması.
Örneğin, Türkiye'deki son genel seçimlerde Almanya'da yaşayan Türk seçmenlerin ortalama yüzde 60'ı oy kullanma hakkını değerlendirdi.
Bu durumu sadece göçmenlerin Almanya'ya yeterince entegre olmamasıyla açıklamak mümkün değil. Burada farklı faktörler de devreye giriyor.
Örneğin, Türkiye'deki partilerin Almanya'da yaşayan göçmenlere yönelik aktif propaganda yapmaları ya da Alman partilerinin göçmenleri gerçek anlamda temsil edebilecek insanları aday göstermemesi gibi.
Fakat bu durum, göçmenlerin özellikle aşırı sağ parti AfD'nin yükselişte olduğu ve söylemleriyle siyasi arenayı şekillendirdiği bir seçimde oy verme haklarını ciddiye almamaları için bir mazeret değil.
Olaf Scholz hükümeti, Almanya'nın toplumsal yapısını önümüzdeki yıllarda değiştirecek bir yasayı, koalisyon ortağı Yeşiller ile birlikte hayata geçirdi.
Bu yasaya göre artık çifte vatandaşlık mümkün. Şu an Almanya'da 11 milyon göçmen kökenli insan Alman vatandaşı olma hakkını elde etmiş bulunuyor.
Ayrıca, Almanya'ya uzman olarak çalışmaya gelen insanlar da belli şartları yerine getirdikleri takdirde, 3 yıl içinde Alman vatandaşlığını alabiliyorlar.
Bu durum, orta vadede göçmen kökenli insanların seçmenler arasındaki sayısal oranının artacağı anlamına geliyor.
Dolayısıyla, göçmenler aleyhine geliştirilecek söylemler böyle bir sosyolojide iktidar olma şansını kaybeder, şimdiki durumun aksine.
Bundan dolayı, Scholz hükümetinin çıkardığı bu çifte vatandaşlık yasasından geri adım atılmaması için mutlaka bu yasayı getiren partilerden birinin iktidar ortağı olması gerekir.
Bu gerçeklerden yola çıkarak, göçmen kökenli insanlar bu seçimde mutlaka oy verme haklarını ciddiye alarak stratejik oy kullanmalıdırlar.
Göçmen kökenli seçmenlerin içinde Türkiye kökenli olanların sayısının da 1 milyon 100 bin olduğu söyleniyor.
Türk kökenli seçmenler ile birlikte Müslüman kökenli seçmenler, özellikle mevcut partilerin Gazze olayında açık ve net bir şekilde İsrail'i desteklemiş olmalarından dolayı tüm partilere tepki gösteriyorlar.
Bu nedenle bir kısmı hiç oy vermeyi düşünmüyor, bir kısmı ise daha uç ve protest partilere oy vermeyi düşündüklerini söylüyorlar.
Bu duygusal tepkileri insani olarak anlamakla birlikte, bu tutumun orta vadede Almanya'da yaşayan göçmenlerin aleyhine olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekiyor.
Bu tablodan yola çıkarak, bu seçimin göçmenler için bir kader seçimi olduğu gerçeğini göz ardı etmeden, oy verme hakkını ciddiye alarak ve kısa vadede Alman partilerinde daha fazla aktif rol alarak siyasi süreçlere dahil olunmalıdır.
Bu anlamda, mevcut Alman partilere yönelik tüm eleştirilere rağmen, bizzat göçmenler tarafından kurulan etnik partilerin bir işe yaramadığı, yarardan çok zarar getirdiği belirtilmelidir.
Etnik parti romantizminden uzak durmak, uzun vadede göçmenlerin lehine bir durumdur.
Göçmen kökenli insanlar siyasi süreçlere dahil olmazlarsa, birkaç dönem sonra AfD'nin iktidar olduğu bir ortam oluştuğunda, herkes için iş işten geçmiş olabilir.
Unutulmamalı ki Almanya, 20'nci yüzyılda kendi mantığı içinde faşizmi başarılı bir şekilde uygulamış ve soykırım yapmış bir ülkedir.
I. Dünya Savaşı'nda Alman üniforması giyip Almanya'nın safında savaşan Yahudi kökenli göçmenlerin önemli bir kısmı, savaş sonrası vaftiz olarak Yahudiliği bırakıp Hristiyanlığı seçtiler; Almanya'ya olan sadakatlerini belirtmek için.
Fakat Hitler liderliğindeki Naziler iktidar olduklarında, bu insanları Yahudi kökenlerinden dolayı soykırıma maruz bıraktılar.
AfD'nin iktidar ortağı olduğu bir Almanya'da benzer bir durumun bu sefer Müslümanlara yönelik olmayacağının hiçbir garantisi yok, belli dinamikler harekete geçtikten sonra.
AfD korkusundan Almanya'yı terk etme planları yapan göçmen kökenli insanlar da şu gerçeği unutmamalılar:
II. Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'nın yeniden kurulmasında göçmenlerin inkâr edilemeyecek bir payı var.
AfD korkusundan Almanya'yı terk etmek isteyen göçmen kökenli insanlar, öncelikle bu hareketleriyle birinci nesil göçmenlerin kemiklerini sızlattıklarının farkına varmalılar.
Almanya'yı terk etmekten ziyade, siyasi süreçlere katılarak, II. Dünya Savaşı'ndan sonra göçmenlerin birlikte inşa ettikleri çoğulcu ve demokratik Almanya'nın kalıcı olması için mücadele etmek gerekir.
Dolayısıyla bu yönde birinci vazife, pazar günü oy verme sorumluluğunu yerine getirmektir.
Bu yüzden, "Toparlanın, gitmiyoruz."
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish