Bilindiği üzere, "maraba"nın sözlük anlamı, birinin toprağını işleyerek yalnızca ürüne ortak olan kimse demektir.
Fakat bu makalede kullandığımız anlamındaki "maraba" avam kültürünü temsil eden ve bunu olağan zanneden tip manasındadır.
Yani ekmeğini taştan çıkaran ırgatlık yapıp hayatını idame ettirene değil söz söylemek ancak şapka çıkarırız.
Meseleyi şöyle izah edeyim:
Benim doğup büyüdüğüm Trabzon'un bir köyünde çocukluğumda eski komşularımız vefat edince yaşadıkları evlere marabalar yerleşmişti.
Köklü ailelerin çocukları büyükşehirlere taşındıkları için toprağı işlemek yahut fındığı-çayı toplamak için o evler yukarı köylerde gelen bir maraba aileye teslim edilirdi.
Maraba aileler konaklarda yaşama kültürünü, oradaki komşuluk adetlerini bilmedikleri için yeni geldiği yere adapte olmakta hem kendileri zorlanırdı hem de köyde yaşayan eski aileleri dolaylı olarak rahatsız ederlerdi.
Mesela marabalar farkında olmadan bağıra çağıra sesli konuşur, gürültü kirliliği yapardı.
Ya da belli başlı patika yolu kullanmak yerine daha kısa olan bir ailenin bahçesinden geçip karşı yola varırdı.
Biz yazları köye çıktığımızda böyle bir şeyle karşılaşmıştık.
Rahmetli dedem buranın şahsi mülk olduğunu ve ortada sınır çizgisi yok diye bahçesinin yol olarak kullanılmayacağını yeni gelen marabaya öğretmişti.
Fakat maraba aileler zamanla köylerdeki evlerin çoğunu işgal ettikleri için artık eski düzeni bilip o nizama alışan köklü aileler aksi huysuz olarak anılır oldular.
Yani eski düzen ve görgü kuralları artık göze batmaya, maraba takımını rahatsız etmeye başladı.
Ben Trabzon'da liseyi bitirip üniversitesi eğitimi için şehir dışına çıktığım zaman, köyümüzde 80 haneden ancak 6 tanıdık eski aile kalmış, tabiri caizse marabalar köyü istila etmişlerdi.
O kırmızı kiremitli eski köy evlerinde biz Yakup Kadri'den Peyami Safa'ya kadar bütün Türk klasiklerini okumuş, Gogol, Gorki, Dostoyevski, Viktor Hugo gibi yazarların eserleriyle ufkumuzu genişletmiştik.
Babam bazı akşamları odasında tambur çalar, Süznak makamının hüznü evde bir sükûnet havası yaratırdı.
Dedem kendi odasında kitap okur, bazen mırıldanarak Kuran okur, o seda çatıya doğru yükselen soba dumanına karışırdı.
Hava soğuk-sıcak fark etmez evde her daim soba yanar, sobanın üstünde çay, fırınında köy ekmeği pişerdi.
Akşam ezanı okunmadan çocuklar eve girer belli bir saatte sofralarda yemek yenir, çay içilirdi.
Cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden olan dedem çarşıdan eve gelirken İş Bankası'nın çıkardığı Başak Çocuk dergilerinden getirir; henüz ilk okulda olan ben ve kardeşlerimi okumaya teşvik ederdi.
En az 100 yıldır komşuluk yaptıkları aileler birbirlerini bilir, birisi diğerine süt getirir, ondan yumurta alırdı.
"Komşu komşunun külüne muhtaçtır", "Ev alma komşu al" gibi atasözleri boşuna doğmamıştı.
Yaşadığımız o dünyayı usta sanatçı merhum Ferdi Tayfur kendi köyü için, şu şarkı sözleriyle çok güzel anlatır:
Bir başkadır Torosların yağmuru
Anam evde hazırlamış hamuru
Çok özledim havasını, suyunu abo
Hadi gel köyümüze geri dönelim
Fadime'nin düğününde halay çekelim.
Benim çocukluk dönemimde ise o kırmızı kiremitli evlerde kitap okuyarak, Türk örf ve adetlerine göre yetişen çok güzel insanlar yaşadı ve göçtüler.
Ne yazık ki artık sosyal medyadan siyasete, günümüzde hâkim olan yaşam tarzı bu değil de o bahsettiğim yol-iz bilmeyen maraba takımının baskın olduğu bir dünya oldu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Türkiye'nin gündemini işgal eden maraba tip ve zihniyetinin empoze edildiği, mikrofon tutulduğu bir dönem her tarafı sarmış durumda…
Bir özenti kültürünün erozyonuna sürüklenmiş bütün kanallarıyla halkı çukura doğru çeken bir sosyal çürüme ile imtihan ediliyoruz.
Açık konuşacağım;
Sürekli ülkenin sosyal medyasını işgal eden D. Polat, Ş. Subaşı, M. Övünç gibi karakterler ülkeye ne verebilir, halkımıza sormak isterim.
Gerektiğinde her şeyi kapatan RTÜK, Acun Ilıcalı'nın yaptırdığı, resmen ruh sağlığına zararlı programlara neden müdahale etmiyor?
Türkiye'de birileri çıkıp seyirciye küfür ve hakaret ederek ekranlarda halka ne vermeye çalışıyorlar?
Ülkede bazı üniversiteler bile esas olması gereken ciddi bilim insanlarını değil de tabiri caizse artık "medya maymunlarını" konuk edip popülerlik peşinde hareket ediyorlar.
Ortalık kolay para kazanmak için türlü rezillikler yapan, etkileşim için her şeyi mübah gören, ninesinin başında yumurta kıran TikTok şaklabanlarıyla doldu.
"Tarihçi" diye ekrana çıkan birisi "Osmanlı'yı kuranlar at hırsızıydı" diyecek kadar seviyesizleşebiliyor.
Çocuk yetiştiren annelerin yerini, çocuğu kayınvalidesine bırakıp piramit görmeye Mısır'a giden, sosyal medya platformlarında boy gösteren tipler aldı.
Bayramlar artık bayramlaşma değil tatil planlarının yapılacağını günlere dönüştü.
Her halükârda bu maraba kültürünün avamlığına teslim olmuş durumdayız.
THY'nın yurt dışı uçuşlarında izletilen Türk komedi filmleri bile bu kalitesizliğin izlerini taşıyor.
Açıp izleyeyim deyince 5 dakika tahammül edemiyorsunuz.
Bunların bazıları T.C. Kültür Bakanlığı'nın desteklediği sinema filmleri...
Şener Şen'e, Kemal Sunal'a, Şevket Altuğ'a, Sami Hazinses'e, Nejat Uygur'a gülen bir milletin, şimdiki tiplere gülmesi nasıl beklenir?
Bu kadar mı değişti bu millet?
Eskiden saraya at alırken bile soyuna sopuna bakan bir millet gitti, yerine ülkenin en kritik ya da mahrem makamlarına liyakatten asaletten uzak tipleri bulup koyan, buna tahammül eden bir millet geldi.
Bir milletin örnek alınacak şahsiyetleri, alimleri, edipleri, erenleri ya köşelerine çekildiler ya da küstürüldüler.
Dünyanın bir başka ucunda başka bir coğrafyanın insanlarına ders veren bir hoca olarak söylüyorum.
Türkiye'deki kadar bayağı bir maraba kültürünün istila edip, ağırlığını hissettirdiği; eskilerin tabiriyle, "ayakların baş, başların ayak olduğu" bir başka dünya yok.
Sömürgecilikle imtihan olan Afrika ülkeleri dahi bu tuzağa düşmezken Türkiye'de siyasetçilerin çocuklarından sanatçılarına kadar popülerlik yarışında yol iz bilmeyen ve kalitenin yerlerde gezdiği bir nevi maraba kültürünü temsil eden kesim, 1071'den beri Anadolu'yu ekip biçen üreten Türk toplumunu şiddetle rahatsız ediyor.
2071'e çok da büyük bir zaman kalmamışken o tarihe Türkiye'de doğru düzgün Türkçe konuşup anlaşabilen sağlıklı bir neslin ulaşabileceğine dair ciddi şüphelerim var.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish