Batı Şeria bariyeri, İsrail tarafından Filistin'in bazı bölgelerinde inşa edilen günümüzde dünyanın en çirkin duvarıdır, denilebilir.
İsrail, bu duvarı zulmettiği Filistin'deki halkla mücadele için güvenlik bariyeri olarak tanımlarken Filistinliler bunu ırkçılığın bir unsuru, İsrail apartheidinin bir temsili olarak tanımlıyor ve "Apartheid Duvarı" olarak adlandırıyorlar.
Tamamlandığında toplam uzunluğu 708 kilometre olacak olan bariyerin güzergahı, Yeşil Hat'ın uzunluğunun 2 katından fazla olup, yüzde 15'i İsrail içinde, geri kalan yüzde 85'i ise Batı Şeria'nın 18 kilometre içine kadar uzanarak, yaklaşık 25 bin Filistinliyi diğer Filistin topraklarından izole ediyor.
İsrail'in Batı Şeria duvarı gibi fiziksel ve mecazî duvarların Filistin toplumu üzerindeki sosyal zulüm ve psikolojik travmaları bu makalenin konusunu teşkil ediyor.
Dünyanın en çirkin duvarı: Batı Şeria bariyeri
Siyonist İsrail'in bir icadı olan Batı Şeria bariyeri, 2002 yılında İsrail tarafından inşa edilmeye başlanan duvarlar, hendekler ve kontrol noktalarından oluşan bir dizi engel olarak, ilk başta İkinci İntifada (2000'den 2005 yılına kadar devam eden ikinci Filistin ayaklanması) sırasında "terörist saldırıları" önlemeyi amaçlayan bir güvenlik tedbiri olarak sunulmuştu.
Ancak zamanla etkileri, güvenlik endişelerinin çok ötesine geçti.
Bu duvar sadece fiziksel bir yapı değil, aynı zamanda İsrailliler ve Filistinliler arasındaki derin sosyal bölünmenin bir simgesi olarak psikolojik etkileri geniş çapta eleştirilere sebep oldu.
Fiziksel olarak, duvar 700 kilometreden fazla bir mesafeye yayılıyor, Filistinli toplulukları birbirlerinden, tarım arazilerinden ve önemli sosyal ve ekonomik kaynaklardan ayırıyor.
Duvarın inşası, binlerce Filistinliyi yerinden etti, aileleri birbirinden ayırdı ve belirsizlik içinde bir yaşam alanı yarattı.
Birçok kişi için bu duvar, ırkçılık, korku, derinleşen siyasi ve toprak çatışmalarının sürekli bir hatırlatıcısı durumunda.
Varlığı, hem somut hem de sembolik olarak bir hapishane gibi hissedilip bireylerin belirli coğrafi sınırlarla hareketlerini kısıtlıyor.
İnsanlık dışı sistematik zulüm
Duvarın inşası ve geçiş uygulaması, modern çağda sosyal zulmün belki de en bariz örneği.
Burada, bireylerin ve bütün toplulukların sistematik olarak marjinalleştirildiği, bastırıldığı ve kontrol altına alındığı bir durum söz konusu.
Sosyal zulüm, bir grup üzerinde kasıtlı olarak zarar verildiği, çoğunlukla egemenlik kurmak, başkalarını insanlık dışı zulme maruz kaldığı veya marjinalleştirilenlerin zararına olarak kendi çıkarlarını korumak amacıyla yapılan bir eylemdir.
Filistin topraklarındaki duvar, mevcut sosyal bölünmeleri daha da derinleştirip, bireyleri ve grupları birbirlerinden izole ederken, öfke ve çaresizlik duygularını da artırıyor.
Esasında bu haliyle mevcut duvar soykırım kavramının ilk maddesini dolduruyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Filistin nüfusu, duvarın her iki tarafından da evlerine, işlerine, okullarına ve sağlık hizmetlerine kısıtlı erişimle karşı karşıya.
Özellikle eğitim üzerindeki menfi etkileri oldukça büyük. Birçok Filistinli öğrenci, kontrol noktaları ve kapalı alanlar nedeniyle okullarına gitmekte zorlanıyor ya da tamamen gidemiyor.
Okullar çoğu zaman duvara yakın bir şekilde inşa edilmiş olduğundan, çocuklar askeri baskınlara karşı savunmasız kalıyorlar.
Ayrıca, hareket özgürlüğü üzerindeki kısıtlamalar, aile üyelerinin özellikle düğünler, cenazeler veya tatil gibi zamanlarda birbirlerini ziyaret etmelerini engelliyor.
Bu izolasyon, kolektif bir travma ve acı duygusunu pekiştiriyor.
Duvarın somut etkilerinin yanı sıra, sosyal zulüm, Filistinlilerin yaşadığı güvensizlik, mağduriyet ve duygusal sıkıntıların sürekli hatırlatılması yoluyla kendini gösteriyor.
Duvarın taşıdığı mesaj, yabancılaştırma, ayrım ve aşağılanmadır.
Bu, Filistinliler arasında sürekli bir boyun eğmişlik hissi oluşturuyor ve kaosa sebep oluyor.
Duvarın psikolojik travması
Bu tür zulmün geçerli olduğu toplumlarda da en çok etkilenen savunmasız kesim çocuklar oluyor.
Bunun son örneğini 1994 yılına kadar süren Güney Afrika'daki Apartheid rejiminde görmüştük.
Bu tür travmalar bazı bilim adamlarının çalışmalarına konu oluyor.
Mesela Bruno Bettelheim, özellikle Holokost sırasında çocukların duygusal travması üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Avusturya asıllı Amerikalı bir psikologdur.
Bettelheim, travmanın, bireylerin acılarını anlamakta zorluk çektiği, tamamen güçsüz hissettikleri ve kendilerini, koşulları değiştirme imkanlarından mahrum hissettikleri durumlarda ortaya çıktığını savundu.
Bettelheim'in perspektifinden bakıldığında, bu duvarın yarattığı psikolojik çöküntü, kolektif bir travma biçimi olarak görülebilir.
Algı, sadece Filistinlileri birbirinden fiziksel olarak ayırmakla kalmıyor, aynı zamanda onları benliklerini gelecekleriyle de ayrıştırıyor.
Zulmün günlük olarak hatırlatılması ve bireylerin koşullarını değiştirememeleri, psikolojik yaraların kuşaklar boyu devam etmesine yol açar ki bu bir soykırım suçudur.
Bettelheim, bireylerin keyfi ve anlam verilemeyen bir şiddete maruz kaldıklarında travmanın daha da derinleştiğini ifade ediyor.
Duvarın arkasında sıkışıp kalan insanlar, aşağılanma, kayıp ve duygusal sıkıntı ile her gün yüzleşmiyorlar.
Duvar, sadece hayatın normal akışını engellemekle kalmıyor; aynı zamanda insanların psikolojik iyileşme fırsatlarını da köreltiyor.
Filistin bağlamında, birçok yerli birey uzun süreli şiddet, yerinden edilme ve kayıp deneyimleri yaşadı.
Bettelheim'in travma üzerine teorileri, özellikle şekillendirici yıllarda yaşanan deneyimlerin uzun süreli psikolojik hasara yol açabileceğini vurguluyor.
Duvarın gölgesinde büyüyen çocuklar, şiddet, kısıtlamalar ve belirsiz bir gelecek görüyorlar ve bu yaraları hayatları boyunca taşıyorlar.
Ayrıca, travma, bireylerin acılarını destekleyici ve uyumlu bir topluluk içinde işlemelerinin engellenmesiyle daha da kötüleşir.
Duvarın, toplulukları parçalayarak ve aile bağlarını zayıflatarak, bireylerin yaşadıkları travmalarla başa çıkmalarını zorlaştırması, bu noktada daha da önem arz ediyor.
Bettelheim'in, travmayı iyileştirmede yapısal, istikrar ve sosyal desteğin önemine dair söyledikleri, burada özellikle geçerli.
Çünkü duvar, bu unsurların tümünü bozuyor ve bireyleri acılarında yalnız bırakıyor.
Duvar nedeniyle Filistinlilerin yaşadığı travma döngüsel, çünkü fiziksel ayrım, psikolojik zararı güçlendirir ve bu da daha fazla sosyal yabancılaşmaya yol açar.
Bu döngü, bir tuzağa düşmüşlük hissiyle işaretlenmiştir ki insanlar, fiziksel engellerin onları temel kaynaklardan mahrum bırakması nedeniyle yaşadıkları psikolojik acıdan kaçamazlar.
Bu travma yalnızca bireylerle de sınırlı değildir zira toplumun tamamına yayılır.
Duvarın yarattığı kolektif acı, kayıp ve umutsuzluk duygusu, gelecek nesillere aktarılır.
Bu tür bir ortamda büyüyen çocuklar, bu travmaları içselleştirme eğilimindedir ve bir müdahale olmadıkça bu döngü devam eder.
İsrail bu duvarla sadece tehlikeli görüp bombaladığı bir halkın önünü kesmekle kalmıyor aynı zamanda gelecekte hastalıklı bir neslin yetişmesine vesile oluyor.
Sonuç
2020 yılında, Uluslararası Adalet Divanı'nın (ICJ) İsrail'in ayırma duvarını yasa dışı olarak nitelendirmesinin 24'üncü yıldönümündeyiz.
2002 yılında İsrail, ikinci intifadanın zirveye ulaşmasından sonra, Filistinli yerleşim alanları, tarım alanları ve tarlalarından geçerek duvarı inşa etmeye başlamıştı.
İsrail yetkilileri, bu duvarı "terörizm"e karşı gerekli bir güvenlik önlemi olarak tanımladı.
Ancak Filistinliler, bunun, duvarın Batı Şeria'da, 1967'de kabul edilen İsrail ve Batı Şeria arasındaki sınır olan Yeşil Hat boyunca değil, derinlere inşa edilerek Filistin topraklarını ilhak etme amacı güden bir İsrail mekanizması olduğunu savunuyorlar.
ICJ'nin kararı bağlayıcı olmasa da duvarın uluslararası hukuku ihlal ettiğine ve yıkılmasını talep ettiğine hükmetmiş hatta İsrail'in neden olduğu zararlara karşı tazminat ödemesini de kararlaştırmıştı.
ICJ kararından bir ay sonra, BM Genel Kurulu, İsrail'in BM'nin en yüksek yasal organına uymasını talep etmek için büyük bir çoğunlukla oy kullandı.
Oylama, BM üye devletlerine "işgal altındaki Filistin topraklarında, özellikle Doğu Kudüs çevresinde, duvarın inşasından kaynaklanan yasa dışı durumu tanımamaları" ve "bu tür bir inşaatla yaratılan durumu sürdürmeye yönelik yardım veya destek sağlamamaları" çağrısında bulundu.
Batı Şeria Duvarı, sadece toprak bölünmesinin bir sembolü değil aynı zamanda sistematik zulüm ve baskının derin psikolojik ve sosyal sonuçlarının somut bir örneğidir.
Filistin'deki bu ırkçı ayrım duvarı, siyasi kararların duygusal bedelinin sert bir hatırlatıcısı olarak duruyor.
Bu sebeple duvarın yarattığı travma sadece fiziksel bir yara değil, aynı zamanda insanlıktan dışlamanın ve ayrımcılığın neden olduğu derin, kolektif bir psikolojik yaradır.
Edward Said'in ifadesiyle "İsrail bir sabah uyanıp 'ah ben ne yaptım' dediğinde" altından kalkamayacağı bir bedel ödeyecektir.
Kaynaklar:
Bettelheim, Bruno. The Uses of Enchantment: The Meaning and Importance of Fairy Tales. New York: Alfred A. Knopf, 1976.
Bettelheim, Bruno. Surviving and Other Essays. Chicago: University of Chicago Press, 1979.
Karmi, Ghada. The Palestinian Exodus: The End of the Road. London: I.B. Tauris, 2000.
Pappe, Ilan. The Ethnic Cleansing of Palestine. Oxford: One World, 2006.
Roy, Sara. The Gaza Strip: The Political Economy of De-Development. Washington D.C.: Institute for Palestine Studies, 1995.
Zunes, Stephen. The Israeli Palestinian Conflict: A History. London: Zed Books, 2011.
Said, Edward W. The Question of Palestine. New York: Vintage Books, 1992.
UN Office for the Coordination of Humanitarian Affairs (OCHA). The Humanitarian Impact of the West Bank Barrier. United Nations, 2005.
Suleiman, Michael. The Palestinian People: A History. Princeton: Princeton University Press, 1999.
Khalidi, Rashid. The Iron Cage: The Story of the Palestinian Struggle for Statehood. Boston: Beacon Press, 2006.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish