Lübnan, ABD ile Abdunnasır Mısır'ı arasında arabulucuydu!

"İran projesi bitti, geriye yine Lübnan kaldı"

Fotoğraf: Emilie Madi/Reuters

Lübnan'da iki grup arasında tarihsel ve süregelen dikey bir bölünme vardır.

Birinci grup, Lübnan'ın hem ülkelerin hem de geçimini sağlamak için dünyanın ücra köşelerine göç eden insanların yıkımına yol açtığını deneyimlerle kanıtlayan bölgesel sorunlarla başa çıkma kapasitesinden yoksun, zayıf ve bölünmüş bir ülke olduğunu söylemektedir.

Diğeri ise, Lübnan'ın bölgenin bir parçası olduğunu ve bölgedeki sorunlardan ayrı düşünülemeyeceğini, egemenliğe saldırı, toprak ihlali, insanların pusudaki düşmanlar tarafından öldürülmesinin zayıflık iddiasından kaynaklandığını, düşmana karşı silah ve füzelerle mücadele etmenin vatanı koruyup saldırganlığı caydıracağını söylemektedir.

Her iki tarafta da bazılarının mezhepsel nedenleri ve kökenleri olduğu gerçeğini kimse göz ardı edemez, ancak bu başka bir günün konusu.

Dikkat çekici olan, bu bölünmüşlüğün ortasında her iki tarafın da kuşkusuz bir zayıflık değil, bir güç kaynağı olan tarafsızlığın gerçek anlamını gözden kaçırmış olmalarıdır.

Tarafsız Lübnan, dünyanın dört bir yanındaki karar alma merkezleriyle güvene, saygıya, söze sadık kalma ve çıkarların uzlaşısına dayalı güçlü ilişkilere dayanmaktadır.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Lübnan, yerleştikleri her yerde üstün başarı göstermiş ve en yüksek mevkilere ulaşmış gurbetçilerinin etkisi ve kabiliyetleri sayesinde görevleri başarabilecek yeterliliklerden yoksun değildir.

Böylece Lübnan, ülkelerin kararlarının konusu değil, onlarda söz sahibi, özne değil aktör haline gelebilir.

Bu bir hayal ya da Platon'un ütopik cumhuriyeti mi?

Kesinlikle öyle değil ve bir keresinde gerçekleşmişti.

İşte size 1950'lerin sonlarında, Körfez'den okyanusa kadar Arap dünyasını harekete geçirme gücüne sahip Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır döneminde, ABD'nin Mısır Büyükelçisi Raymond Hare'nin anlattığı, ABD Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde yer alan ve bunu gösteren bir hikâye (Raymond Hare röportajı, Kongre Kütüphanesi, sayfa 43).

Büyükelçi Hare, "Abdunnasır ile görüşmelerinde kendisine açılmamasından, ABD'nin ilişkileri güçlendirmek için ne gibi yardımlarda bulunabileceğine ilişkin sorularına genel ifadelerle karşılık verip, somut bir yanıt vermemesinden rahatsız olduğunu" anlatıyor.

Ardından bir gün, Suudi Arabistan'da ABD büyükelçisi olarak görev yaptığı dönemden tanıdığı Lübnan'ın Mısır'daki müsteşarı Galip el-Türk'ü ziyaret ettiğini söyleyerek sözlerini şöyle sürdürüyor:

"Türk bana 'Nasılsınız?' diye sordu. Ben de ona Abdunnasır ile yaşadığım zorlukları anlattım.

O da: 'Cumhurbaşkanlığı ile güçlü ilişkilerim var. Bu konu hakkında onlarla konuşmamı ister misiniz?' dedi.

Ben, bir itirazımın olmadığını söyledim.

İkinci gün, Abdunnasır'a çok yakın olan Muhammed Hasaneyn Heykel yanıma geldi ve sandalyeye oturarak şöyle dedi:

'Galib Türk ile konuştuğunuzu duydum, gerçekten ne istediğimizi mi bilmek istiyorsunuz? Buğday istiyoruz.'


Böylece ABD ile Mısır arasındaki buğday anlaşması yapıldı ve Büyükelçi Hare'nin tanımıyla iki ülke arasındaki ilişkilerde bir balayı yaşandı.

Küçük bir ülkenin müsteşarlık görevini yürüten Lübnanlı bir yetkili, Cemal Abdunnasır Mısırı ile ABD adlı süper güç arasında uzlaştırıcı bir rol üstleniyor.

Bu, temelleri Bişara Huri, Kamil Şamun ve Fuat Şihab ile Riyad el-Sulh ve Hüseyin el-Uveyni, onların ardından gelen Charles Malik, Philippe Takla, Selim Lahud gibi büyük isimlerin dayanaklarını oluşturduğu Lübnan'ın konumu sayesinde gerçekleşti.

Lübnan, Filistin davası başta olmak üzere haklı insani davaları savunmada gerçeği dillendirmekten kaçınmadan, birbiri ile çatışan eksenlerden kendisini uzak tutan bir ülkeydi.

Bu şekilde dünyanın güvenini ve saygısını kazandı, kendisine açık kapılar, kendisini dikkatle dinleyen kulaklar buldu, başarılı arabuluculuklarda bulundu.

Charles Malik, 1956 yılında CBS'de kendisine yöneltilen bir soruya şu yanıtı vermişti:

Kendisine hem hakem hem de arabulucu olma imkânı veren eşsiz yapısı nedeniyle, Lübnan'ın rolünün etkisi sadece Yakın Doğu bölgesinde değil, dünyada da görülüyor.
 


Lübnan'ın kuruluşundan itibaren birçokları, ülkenin kırılgan mezhepsel yapısını kullanarak ülkeyi bölgedeki çatışmaların içine çekmeye çalıştılar.

Ülkeyi yıkıcı maceralara sürüklediler ve her seferinde komplonun ve komplocuların kaderi başarısızlık ve yenilgi oldu.

Bir dönem Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ülkeyi kontrol altına aldı, bu da onu arabulucu rolünden çıkarıp kendisine karşı çıkılan bir tarafa dönüştürdü.

Bir gün Yaser Arafat kendini Lübnan'ın fiili yöneticisi ilan etti, ancak sonunda o ve güçleri gemilere binerek ayrılırken, Lübnan kaldı.

Lübnan'ı baskı, işkence ve suikastlarla yöneten Suriye, bakanları, cumhurbaşkanlarını ve güvenlik birimlerinin başkanlarını atıyor, görevden alıyor ve yeni görevlere getiriyordu.

Suriye istihbarat teşkilatı büyük ya da küçük kararlarda referans haline gelmişti. Lübnan, Hafız Esed için istediğini yapabileceği bir arenaya dönüşmüştü.

Onun aracılığıyla ve onu kullanarak müzakerelerde bulunuyor, emirler veriyor, yasaklıyor ve kendisine tabi gayrimeşru güçleri destekliyordu.

Sonra Refik Hariri suikastının ardından oğlu Beşşar döneminde aşağılayıcı bir geri çekilmeyle her şey sona erdi, bu da Esad-Suriye iktidarının sonunun başlangıcı oldu, Lübnan ise kaldı.


Suriye'nin yerini Lübnan'ı bölgesel ve uluslararası çevresinden soyutlamak ve devlet kurumlarını dağıtmak için kendi kolu Hizbullah ile Avn'cı Hareketi kullanan İran aldı.

Lübnan, başarısız, yoksul, umutsuz bir ülke, terörizm ve uyuşturucu ihracatçısı, Amerikalılarla müzakerelerde çıkarlarını gerçekleştirmek için İranlıların elindeki bir kart haline geldi.

Bu durum, geçen yıl Hizbullah'ın yenilgisi ve Suriye rejiminin devrilmesiyle İran büyük bir darbe alana kadar devam etti.

İran projesi bitti, geriye yine Lübnan kaldı. Neden?

Çünkü bu ülke hayatta kalmak ve yaşamak isteyen bir ülke ve halkının büyük çoğunluğu Charles Malik ve onun gibilerin çağrıda bulunduğu ve uğruna çalıştığı role geri dönmeyi arzuluyor.

Güzel Lübnan günlerinden birinde Lübnanlı bir müsteşarın yaşadıklarının aksine, kendisine ve kendisini temsil edenlere kapıları kapatan karar vericilerle ters düşen, dışlanmış, izole edilmiş bir ülke olmak yerine, yeniden dünyanın güvenini ve saygısını kazanmış tarafsız bir hakem ve arabulucu olmasını istiyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU