50 yıllık bir dostla "kuantumik tarz üzerine söyleşi" başka bir şey...

Celalettin Can, Independent Türkçe için Mehmet Biter ile konuştu

Mehmet Biter, Independent Türkçe için Celalettin Can'ın sorularını yanıtladı

Hoş geldin Mehmet Biter dostum, 1978 yılının yaz ortalarında Dersim'de halk önünde seninle saatler süren bir tartışmamız olmuştu.

Tartışma konusu mensup olduğumuz siyasi hareketteki kopma gündeme gelmiş ve ilişkileri çok iyi iki arkadaş, karşı karşıya gelmiştik.

Birçok sorunun ve sıkıntının yaşandığı, örgütsel kopuşların ciddi karşı karşıya gelişleri yarattığı sert bir siyasi ortamda arkadaşlık ve dostluk duygularımıza halel getirmeyen bir şekilde tartışmamız bitmiş, gülerek ayrılmıştık…

Aradan 47 yıl geçti, bu zaman zarfında içeride ve dışarıda dostluğumuz derinleşerek sürdü.

Şimdi de çalıştığım gazete adına PKK lideri Abdullah Öcalan'ın merkezinde olduğu yeni süreci konuşacağız.

İyi ki geldin, hoş geldin sefa geldin kıymetli dostum...
 


Şöyle başlayalım istersen... Yazdığın anı kitabında1 "kuantumik tarz" üzerine kaleme alınmış bir bölüm bulunuyor. Bu bölümde yazılanlar çoğu okuyucu tarafından haklı olarak karmaşık ve anlaşılmaz bulunuyor. Bu konuyu yazma gereğini duymanızın nedenlerini sorsam ne dersin?

Bu konunun birçok okuyucu tarafından karmaşık ve anlaşılmaz bulunduğu doğrudur. Kuantumun kendisi zaten bir karmaşıklık teorisidir. Dolayısıyla Kuantumu doğrusal mantık ölçüleriyle anlamak kolay değil. Ayrıca, Türkiye'de sol kesimin pek üzerinde durmadığı, kafa yormadığı ve adeta yok saydığı bir konu olduğundan ilk etapta anlamakta kolay olmuyor.

Bu konuya değinmemin birkaç nedeni var. Bunlardan biri solu ideolojik-teorik olarak besleyen modern döneme ait bilgi kaynaklarında yaşanan tıkanıklığı aşmak için dikkatleri yeni bilgi kaynağına çekmek istiyorum. Bu kaynak, "kuantumik tarz"dan beslenen yeni sosyopolitik teorilerle ilgilidir.


Bu yeni olduğunu söylediğin sosyopolitik teorilerle ilgili Türkiye'de somut olarak yaşanan hiçbir gelişme olmadı mı?

Birtakım gelişmeler yaşandı ancak, yaşanan mevcut durumun yaslandığı teorik-felsefi alt yapısı konusunda kayda değer bir açıklama ve tartışmaya tanık olmadığımı söyleyebilirim. Örneğin, "siyasal çoğulculuk", kavram olarak 1990'lı yıllara kadar solumuzun literatüründe kendine yer bulamayan bir kavramdı.

İdeolojik birlik arayan monolitik siyasi yapılar içindeydik. İdeolojik düzlemde çeşitlilik bize oldukça uzak bir kavramdı. Örneğin ÖDP, siyasal çoğulculuk zemininde inşa edilen ilk önemli deneyimdi. Ancak bu deneyim yaslandığı felsefi-torik zemine dair herhangi bir tanımlama yapmaya gerek duymadan ihtiyaçtan kaynaklanan zorunlu bir araya gelişi ifade ediyordu.

Ancak bu ilk deneyim çoğulcu yapısını korumayı başaramadı. Geçmiş deneyimlerden beslenen zihinsel kodlar aşılamadı. Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) bileşenleri içinde en ehil ve dominant grup olarak tanımlanabilecek ve benim de dahil olduğum Devrimci Yol (DY) grubu bu süreci ilerletme başarısı gösteremedi.


Peki, benzer bir çoğulcu yapıya sahip olan Halkların Demokratik Kongresi (HDP) deneyimi nereye oturtulabilir?

HDP, tıpkı ÖDP deneyiminde olduğu gibi politik çoğulculuğu esas alan ikinci önemli deneyimdir. Bu parti ad değiştirerek ve çoğulcu yapısını koruyarak mücadele alanında yerini koruyor. Burada şu soru gündeme geliyor. Türkiye solunda Direniş Komiteleri gibi çoğulcu bir deneyime sahip ve ehil grup olarak tanımladığım DY'nin sürdüremediği çoğulcu bir yapıyı, hiyerarşik ve askeri disipline sahip Kürt hareketi HDP'de nasıl sürdürecekti? 


Göründüğü kadarıyla sürdürüyor, üstelik onca baskıya, tutuklamaya karşın sürdürüyor, ama bu noktada nasıl sürdürdüğünün teorik temellerinin bir açıklamasını da yapmak gerekir, değil mi? 

Evet, bu soruya yanıt ararken, bugün DEM parti olarak yoluna devam eden politik çoğulcu yapıyı bir arada tutan ana çimentonun Öcalan'ın İmralı'da geliştirdiği yeni politik paradigma olduğunu vurguladım. Öcalan, geliştirdiği bu yeni politik paradigmayı felsefi-teorik olarak "kuantumik tarz" olarak açıklıyor. Muhtemelen Öcalan'ın bu teorik sonuçlara ulaşmasında okuduğu kaynak kitapları ben de okumuş ve bilgilenmiş olduğum için konuyu anlamakta zorluk çekmemiştim.


Peki, bizim solun geçmişte denediği bu yeni çoğulcu politik yapıları başarıyla sürdürmek için gerekli olan en önemli şey nedir, diye sorsam?

Politik çoğulculuğa dayanan yapıları ayakta tutmak ve güçlendirerek sürdürmek içi gerekli olan şeylerden birincisi, bu yapılarda özgürlükçü demokrat zihniyetin güçlü bir şekilde varlığıdır. Bu zihniyetin zayıf olduğu oranda bu yapılar sorun yaşar. Bu da öncelikle geleneksel solun ayrıştırıcı, benmerkezci kodlarını terk etmesine bağlıdır.

Piramidal, hiyerarşik yapılanma çabaları bu zemine zarar verir. Politik çeşitlilik içeren özneleri yatay zeminde örülen ilişki ağlarıyla birbirine bağlayan yeni örgütlenme modellerini yaratmak gerekiyor. Birçok ülkede bu yönlü çabaların varlığı bilinmektedir.


Bu kuantumik tarz, bizim geçmişte savunduğumuz devrim teorileri üzerinde ne tür değişimlere neden oluyor?

Bizim geçmişte savunduğumuz devrim teorilerini bir bakıma baş aşağı tersine çevirmektedir. Geleneksel Marksizm'e hâkim olan devrim teorisi iki aşamalıdır. Birinci aşamada siyasal iktidarı ele geçirmek için mücadele, bu mücadelenin gerekli kıldığı parti ve diğer araçları yaratmak. İkinci aşamada ise, zor kullanma araçları da dahil iktidar manivelası ile toplumsal dönüşümü sağlamak. 


Peki, bu iki aşamalı devrim stratejisi başarılı oldu diyebilir miyiz?

Bu sorunun yanıtı hem evet hem de hayırdır. Bu devrim stratejisi birinci aşamada başarılı oldu. Birçok ülkede siyasal iktidar mücadelesi başarıyla sonuçlandı. Ancak ikinci aşamada iktidar manivelası ile toplumun dönüştürülmesi büyük bir hezimet ve stratejik yenilgiyle sonuçlandı.

Yaratılan sosyalist devletler içte oluşan bir karşı enerjiyle çökerek tarih oldular. Bu stratejik yenilgi, kapitalizmden sosyalizme geçiş sürecinde devlet merkezli değişim, dönüşüm stratejilerinin terk edilmesini ve yeni arayışları gündeme taşıdı.


Sosyalist devletler toplumsal dönüşüm aşamasında başarısız oldular, diyorsunuz, nedenlerini açsanız… 

Marks, kapitalizmden sosyalizme geçiş aşamasında devletin varlık halini ve de rolünü Proudhon ve Bakunin gibi devletsiz geçiş tezini savunan anarşizmin kurucu babalarıyla tartışırken; yarı devlet (Proletarya diktatörlüğü), süreç içinde sönümlenerek ortadan kalkan devlet tezini savunmuştu.

Ekim Devrimi ve sonrasında kurumsallık kazanan sosyalist devletler ise, bırakın sönümlenmeyi, ortadan kalkmayı; süreç içinde devasa bürokratik ve militarist diktatörlüklere dönüştüler. Topluma nefes alacakları demokratik hiçbir alan bırakmadılar. Toplum dinamizminden beslenmeyen, ondan güç devşiremeyen hiçbir zorba yapı uzun vadede ayakta kalamaz.

Dolayısıyla, 20'nci yüzyıl sosyalizm deneyimlerinin başarısızlıkla sonuçlanması, sosyalistleri toplumsal dönüşüm konusunda yeni yollar, yöntemler arayışına yöneltti.


Aranan yeni yollar konusunda gündemde ne gibi önermeler var?

Bu soruya dışarıyı bir yana koyarak ülkemizde açıklanan önermelerden başlayabilirim. Yukarıda sözünü ettiğim iki aşamalı devrim stratejisini ters yüz ederek, toplumun dönüştürülmesi mücadelesini stratejinin en başına yerleştirmek.

Var kılınan devrimci enerjiyi iktidar mücadelesinde tüketmek yerine demokratik toplum örgütlenmesine yöneltmek. Toplum gözeneklerinde özgürlükçü demokratik güç biriktirerek ilerlemek.

Bu yeni stratejinin teorik felsefi kaynaklarına inmek istersek Öcalan'ın "kuantumik tarz" dediği kuantum biliminin modern dönemin kimi "mutlak doğrular"ını sorgulayarak geçersiz kılan yeni önermeleri karşımıza çıkar. Öcalan'ın son günlerde yaptığı çağrının başlığında yer alan "Demokratik Toplum Çağrısı" ancak bu felsefi-teorik temel üzerinde kavranabilir ve tartışılabilir. 


Sosyalist devlet modelinin çökmesinin teorik kaynağı nerede aranmalı? Marks'ta mı takipçilerinde mi diye bir soru sorsam…

Bana göre, sosyalist mücadelede yaşanan stratejik başarısızlığın başlıca nedenini, Lenin'in volontarist devrim teorisinde ("Mahir Çayan'ın Kesintisiz Devrim 1" yazısına bakınız) Marksist teoriye yaptığı katkıda aramak gerekir. Marks, kapitalizmden komünizme geçiş aşamasını esas itibarıyla determinist bir süreç olarak ele alır ve bu aşamada toplumsal dönüşüm teorisinden bahseder.

Siyasal iktidar mücadelesi ve devleti merkezine koyan siyasal devrim teorisi Lenin tarafından teorize edilmiştir. Marks'ta siyasal devrime ilişkin herhangi bir teori göremiyoruz.


Yani, sosyalist deneyimlerin başarısızlıkla sonuçlanmasının nedenini Lenin'in volontarist devrim teorisinde mi aramak gerekiyor?...

Hayır, bunun tek sorumlusu Lenin değildir. Hem teorik hem de pratik boyutta birçok neden üzerinde durulabilir. Bunlar geniş ve derin konular. Sadece ana nedenlere vurgu yapabilirim. Bunlardan biri, Marks hayattayken yazdıklarının çoğunu yayımlama imkânı bulamamıştır. Bunların önemli bir bölümü ölümünden sonra Engels tarafından yayımlanmıştır.

Marks'ın tarihi determinizm anlayışının, insan iradesinin süreç içindeki rolünü gereksiz kılacak kadar aşırı bir yorumla ele almış olması, Lenin'in bu teoriyi revize etmesine neden olmuştur. Determinist boyuta volontarist boyutu eklemiştir. Engels'in formüle ettiği bu tanıma göre tarihin determinist ilerlemesi kapitalizmden komünizme doğrudur; bu süreç insan iradesinden bağımsız olarak ilerlemektedir.

Lenin ise tarihin determinist evrimi içinde, kapitalizmin komünizme evrilmesinin beklenemeyeceğini, insanlığa büyük acılar yaşatan bu sürecin politik devrimle sonlandırması gerektiğini gündeme taşımıştır. Lenin bu teorinin ilk aşamasını büyük bir başarıyla sonuçlandırmıştı.

İkinci aşamada ise "Devlet ve Devrim" kitabında ana çerçevesini koyduğu teorik yaklaşımı pratiğe geçirmeye zaman bulamadan hayatını kaybetmişti.

Ekim Devrimi sonrası kurumsallık kazanan yeni devlet yapısı iç ve dış dinamiklerin baskısı altında ordusu ve bürokrasisi ile güçlü  bir devlet yaratma ihtiyacına yönelmişti. Bu da Marks'ın geçiş döneminde sönümlenen devlet teorisinin tersine sonuçlar üretmiştir.

Lenin'in Marks'ın determinizmine yaptığı volontarist aşı, aşırı bir devletçi uygulama inşasına dönüşerek sosyalist dönüşümün özgürlükçü damarını felce uğratmış ve toplumsal devrim aşaması stratejik başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 


"Kuantumik" düşünce tarzı bu geçiş teorilerine onay veriyor mu? 

"Kuantumik" düşünce tarzı bu determinist gelişmeyi onaylar, ancak bu gelişmenin "Newtonik" teorinin belirttiği gibi her durumda lineer (doğrusal) bir ilerleme olmayabileceğini; sürecin her türden gelişmeye açık olduğunu, bir kesinlik ileri sürülemeyeceğini söyler.

Tarihi bir bütün olarak değerlendirecek kapsayıcı bir standartlaşma yoktur. Doğal işleyişin çoğulculuğu gereği, insanlık tarihinde birbirinden farklı bir dizi ilerleme mevcuttur. Bu ilerlemeler her zaman doğrusal değildir; önceden bilinebilir, hesaplanabilir, sabit ve değişmez kategoriler değildir.


Anlatılan bu çerçevede, bugün yaşanmakta olan ideolojik açmazı aşmak için sizce sosyalistler ne yapmalı, nereden başlamalı?

Başta Marks olmak üzere sosyalist teorinin kurucu babalarının ürettiği teorileri, içinde yaşamakta olduğumuz bilgi çağının gerçekliğinde, gerekli revizyonlar yaparak yeniden üretmek gerekmektedir. Bu kolay bir iş değildir. Modern dönem bilgisiyle formatlanan zihin konforuyla yolumuza devam edemeyeceğimiz açıktır.

Siyasal olmaktan çok toplumsal bir karakteri olan Marks'ın sosyalist devrim teorisiyle tartışmaya başlayabiliriz. Devrimin siyasal karakterinden çok toplumsal karakterine öncelik tanıyan yeni devrim teorilerini gündemimize alabiliriz.


Öcalan'ın "demokratik toplumun inşası" fikri, bu önerdiğin tartışmanın neresine oturuyor?

Tam göbeğine oturuyor.


Biraz açsanız…

Demokratik toplum önermesi, bana göre Marks'ın sosyalist devrimin toplumsal karakteri hakkındaki teorisiyle uyumlu bir önermedir. Bu önermeyi ete kemiğe büründürecek fikirleri ve tartışmaları önemsemek gerekiyor. Öcalan'ın İmralı'da ele aldığı yeni teorik paradigmayı bu bakımdan tartışmaya değer bulanlardanım.

Öcalan'ın önceki döneme ait fikirlerine muhalif olduğum, birçok politik pratiğine karşı olduğum bilinmektedir. Bu hareketin geçmiş bagajını gerekçe yaparak, yeni teorik paradigmayı görmezden gelmek doğru bir tutum olamaz.


Kürt hareketi tarafından ulus devlet talebinden vazgeçilmesinin "kuantumik" düşünce ile bir ilgisi, bir bağlantısı var mı?

Vardır. Ulus devletler, modernleşmenin ortaya çıkardığı tarihsel, sosyolojik bir kategoridir. İktidar yapısında merkezileşmeyi, kültürde standartlaşmayı, şiddet araçlarını kontrol tekelini ifade eder. Toplumu homojenize eder, önceden var olan kimlikleri ulusa dönüştürür, bazı kimlikleri ise yok eder. Ulus devletin ideolojik birleştirici unsuru milliyetçiliktir. Irkçılık milliyetçiliğe bir ektir, ulus projesini tamamlar.

Ulus devlete yaklaşım konusunda sosyalist hareketler içinde farklı fikirler olagelmiştir. Leninist çizgide ilerleyen hareketler, özellikle Stalin tarafından ulusalcı hareketler devrimci bir kategori olarak ele alınmıştır. Stalin'e göre ulusçuluk tarihsel gelişme içinde kaçınılmaz, doğrudan devrimci bir kategoridir. Ulusların kaderlerini tayin hakkının savunulması bu bağlama dayanmaktadır.

Roza Luxemburg ise bu görüşü reddeder. Modernleşmenin temel unsuru olan ulus fikrine karşı çıkar: "Ulus demek diktatörlük demektir; hiçbir demokratik örgütlenme ile bağdaşmaz" demiştir. Ulus yerine halkların kaderlerini tayin hakkını savunmuştur.

Bu tartışma, geleneksel Marksizm'in üzerine çöken milliyetçi gölgenin kaynağına ve Marksizm'in milliyetçi yorumuna işaret etmektedir. Ulusalcı hareketlere karşı tavır konusunda sosyalist hareketlerdeki bölünmenin ana kaynağını burada aramak gerekir. Devletçi sosyalistler ile özgürlükçü sosyalistler arasındaki temel ayırım noktasıdır.

Diğer bir boyut ise modernleşme sonrası ilerleyen "kuantumik" bilgi kaynaklarıyla ilgilidir. Ulus devletler homojen yapılardır. Hayatın her alanında homojenite esastır.

Bunun felsefi temeli ise, "Newtonik tarz" düşüncedir. Bu düşünceye göre doğanın temel işleyişinde homojenlik esastır; çeşitlilik görüntüdedir. Homojen bir yapı, zorunlu olarak hiyerarşik dizilişlere yol açar; hiyerarşik yapıyı ayakta tutmak için ise disiplin gerektirir.

Homojenlik, hiyerarşi ve disiplin. Bu üç unsuru modern dönemin bütün toplumsal, siyasal örgütlenmelerinde görmekteyiz. Aşırı sağdan aşırı sola kadar bütün politik yapılar bu temel üzerinde inşa edilmiştir.

"Kuantumik tarz"da ise, modern döneme damgasını vuran bu fikirler ve yapıların tersi geçerlidir. Doğada homojenlik değil, çeşitlilik esastır. Hiyerarşi demek eşitsizlik demektir, disiplin demek özgürlük yokluğu demektir.

Özgürlükçü bir toplumsal model inşası için mücadele ediyorsak her durumda bizi diktatörlüğe taşıyan bu kavram setinin dışına çıkmak durumundayız. Modern dönemin bu temel kavramlarını esas alarak özgürlükçü sosyalizme ilerleyemeyiz; bu kavramların bizi götüreceği yer kurumsal diktatörlüğün zeminidir.  


Sonuç olarak sözün özü, gündeme taşımaya gayret edilmesi gereken konular, devlet odaklı devrim stratejileri ile toplum odaklı devrim. Bir diğeri ise, Marks'tan ilham alan, toplum odaklı dönüşümü merkezine koyan toplumsal devrim teorisi oluyor ki, size göre bu teori özgürlükçü sosyalizm mücadelesine yönlendirir.  

Teşekkürler Mehmet dostum…

 

 

1. Dünden Sonra Yarından Önce BİR DEVRİM YOLCUSU, Mehmet Biter, Dipnot Yayınları, 1. Baskı, 2025, Ankara.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU