Çanakkale: Ölümün bile yenemediği bir milletin destanı

Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

1914 yılının 12 Ağustos'unda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun Sırbistan'a saldırmasıyla başlayan I. Dünya Savaşı, insanlık tarihinin en yıkıcı ve en geniş çaplı çatışmalarından biri olarak kayıtlara geçmiştir.

Savaşın ilk ayları, cephelerin hızla şekillendiği ve devletlerin askeri kapasitelerinin sınandığı kritik bir dönem olmuştur.

Avusturya orduları, Bosna üzerinden harekete geçerek Belgrad'ı ele geçirmeyi hedeflemiş, ancak bu stratejik hamle beklenenden uzun sürmüştür.

Sırp ordusu, olağanüstü bir direnç göstererek kısa sürede toparlanmış ve Avusturya kuvvetlerini geri püskürtmüştür.

Belgrad'ın geri alınmasıyla birlikte, Sırplar yalnızca kendi topraklarını savunmakla kalmamış, aynı zamanda Avusturya ordularını Tuna Nehri'nin kuzeyine kadar iterek büyük bir karşı saldırı gerçekleştirmiştir.

Bu gelişme, Avusturya'nın askeri gücüne dair ciddi şüpheler doğurmuş, müttefiki Almanya için ise savaşın seyrini değiştirecek kritik bir kırılma noktası olmuştur.

Almanya, hem Batı'da Fransa'ya karşı yoğun bir mücadele içindeydi hem de doğu cephesinde Rus ilerleyişini durdurmayı hedefliyordu.

Ancak Avusturya'nın zayıf performansı, Berlin'in savaş stratejisini yeniden gözden geçirmesine yol açmıştır.

Bu esnada Rusya, seferberliğini beklenenden hızlı bir şekilde tamamladı ve 17 Ağustos 1914'te Doğu Prusya'ya girdi.

Bu hamle, Alman ordusunu büyük bir baskı altına almışsa da Alman komuta kademesinin stratejik dehası devreye girmiş ve Rus ordusu, Tannenberg Muharebesi'nde ustalıkla kurulan bir pusuya düşürülerek ağır bir yenilgiye uğratılmıştır.

Bu zafer, Almanya'nın doğu cephesindeki moralini yükseltmiş olsa da Avusturya-Macaristan'ın Galiçya Cephesi'nde Rus kuvvetlerine karşı başarısız olması, müttefikler arasında derin kaygılar yaratmıştır.

Uzun süren çarpışmalara rağmen taraflardan hiçbiri belirleyici bir üstünlük sağlayamamış ve savaşın ne denli yıpratıcı bir mücadeleye dönüşeceği giderek daha belirgin hale gelmiştir.

Bu süreçte İngiltere, Avrupa'daki güç dengelerini kendi lehine çevirmek adına stratejik hamleler yapmaya yönelmiştir.

Almanya karşısında zorlanan Fransa'ya destek vermek isteyen Londra hükümeti, Rusya'yı bu mücadeleye daha aktif bir şekilde dahil etmeyi amaçlamış ve bunun için büyük miktarda askeri yardım sağlamıştır.

Plan, Rusya'nın Almanya'ya karşı daha agresif bir saldırıya geçmesini hedeflemekteydi.

Ancak bu planın bir sonucu olarak Osmanlı Devleti'nin savaşa dahil edilmesi ve 1915 yılında Çanakkale Savaşı'nın patlak vermesi, küresel çapta savaşın boyutlarını genişleten önemli bir gelişme olmuştur.

Savaşın ilk yılında hiçbir taraf kesin bir zafer elde edememiş, tarafların büyük stratejik hedeflerine ulaşamadığı görülmüştür.

Ancak zaman, özellikle hammaddeye dayalı bir yıpratma savaşı haline dönüşen bu mücadelenin İtilaf Devletleri lehine ilerlemesine sebep olmuştur.

İngiltere ve Fransa'nın sanayi gücü ve sömürgelerden sağladıkları kaynaklar, uzun vadede onlara büyük bir avantaj sağlamıştır.

Buna karşılık Almanya ve Avusturya-Macaristan, uzun sürecek bir savaşın ekonomik ve askeri yükünü taşıyıp taşıyamayacakları konusunda endişelenmeye başlamıştır.

Tam da bu noktada Osmanlı Devleti'nin jeopolitik önemi giderek artmış ve İstanbul, hem Berlin hem de Londra için büyük stratejik hesapların yapıldığı bir merkez haline gelmiştir.

Osmanlı toprakları, savaşın gidişatını belirleyecek kilit bir unsur olarak değerlendirilirken, taraflar bu bölgenin nasıl bir savaş sahnesine dönüşeceğini öngörmeye çalışmıştır.

Tarih sahnesine kan ve ateşle kazınan bu savaş, yalnızca devletlerin askeri kapasitelerini değil, insanlığın dayanma gücünü ve stratejik zekâsını da sınamış; dünya düzenini derinden sarsarak yeni bir çağın kapısını aralamıştır.
 

aa 1
Fotoğraf: AA

 

Osmanlı Devleti neden savaşa girdi?

1915 yılı, I. Dünya Savaşı'nın kaderini belirleyecek gelişmelere sahne olmuş ve küresel ölçekte güç dengelerini değiştirecek kritik kararların alındığı bir dönem olmuştur.

Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun Rusya'ya karşı başlattığı ortak harekât, iki hafta içinde 120 kilometre kadar ilerleme sağlayarak Rus topraklarının derinliklerine nüfuz etmeyi başarmıştır.

Bu durum, Rus hükümetinde büyük bir endişeye yol açmış ve Çarlık yönetimi, üzerlerindeki bu baskının hafifletilmesi için İngiltere'den yeni bir cephe açılmasını talep etmiştir.

Açılması düşünülen bu yeni cephe, stratejik konumu nedeniyle Osmanlı topraklarında, özellikle de Boğazlar bölgesinde planlanmıştır.

Bu kararın temelinde bir dizi stratejik gerekçe yatmaktaydı:

  1. Boğazların kontrolü ve Rusya'nın desteklenmesi
    Eğer bu harekât başarıyla sonuçlanmış olsaydı, İstanbul ve Çanakkale Boğazları İtilaf Devletleri'nin eline geçecek, böylece Rusya ile doğrudan bir bağlantı sağlanmış olacaktı. Bu bağlantı, Rus ordusunun en büyük ihtiyaçlarından biri olan silah ve mühimmat tedarikini kolaylaştıracak ve Almanya'nın doğu cephesinde daha büyük bir baskıyla karşılaşmasına neden olacaktı. Bu durum, Fransa'nın batı cephesindeki yükünü hafifletecek ve savaşın genel seyrini İtilaf Devletleri lehine çevirebilecekti.
     
  2. Balkanlarda dengenin değiştirilmesi
    Trakya'nın işgal edilmesiyle birlikte İtilaf Devletleri, Balkanlar'daki üstünlüğü ele geçirebilir ve Almanya'nın güneyden kuşatılmasını sağlayabilirdi. Bu hamle, Fransa'nın Almanya korkusunu azaltacak ve savaşın seyrini Müttefikler lehine hızlandıracaktı.
     
  3. Tarafsız devletlerin savaşa dahil edilmesi
    Balkanlarda İtilaf Devletleri'nin üstünlüğü ele geçirmesi, o dönemde henüz savaşa katılmamış olan İtalya ve Romanya gibi devletlerin Almanya'dan duyduğu endişeyi azaltacak ve bu devletleri İtilaf kuvvetleri safına çekme olasılığını artıracaktı.
     
  4. Osmanlı'nın Kafkas cephesinde zayıflatılması
    Osmanlı Devleti'nin Kafkas Cephesi'nde Rusya'ya karşı yürüttüğü askerî harekât, Çanakkale'ye yönelik saldırılar nedeniyle büyük bir sekteye uğrayacaktı. Osmanlı ordusunun önemli bir kısmı savunmaya yönelmek zorunda kalacak, bu da doğu cephesinde Rusya üzerindeki baskının azalmasına yol açacaktı.

Bu stratejik hesapların merkezinde Osmanlı Devleti'nin askeri ve ekonomik zayıflığı olduğu düşünülüyordu.

İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti'nin Boğazlar bölgesindeki direncinin kolayca kırılacağını ve İstanbul'un hızla ele geçirilebileceğini varsayarak büyük bir hata yapmıştı.

Ancak gözden kaçırılan en önemli unsur, Osmanlı halkının kendi vatanını savunmadaki sarsılmaz kararlılığıydı.

Çanakkale'de, vatan toprağına olan bağlılıklarıyla savaşan askerler, yalnızca bir cepheyi değil, bir milletin onurunu, bağımsızlığını ve varoluş mücadelesini de savunuyorlardı.

Bu savaş, yalnızca toprak kazanma ya da kaybetme mücadelesi değildi; bir milletin kaderini belirleyen, direnişin ve fedakârlığın destansı bir şekilde yazıldığı bir dönemin simgesiydi.
 

aa 4
Fotoğraf: AA

 

Zoraki müttefiklik: Osmanlı'yı savaşa sürükleyen karanlık plan

1914 yılında, dünya büyük bir savaşın eşiğindeyken Osmanlı Devleti, tarafsız kalacağını ilan etti.

Bu karar, dönemin şartları göz önüne alındığında mantıklı ve stratejik bir hamle olarak değerlendiriliyordu.

Zira Osmanlı Devleti, yıllardır süregelen savaşlar ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle büyük bir çatışmanın yükünü taşıyacak güçte değildi.

Üstelik, Boğazlar üzerinden serbest geçişin sağlanması, İtilaf Devletleri'nin çıkarlarına da uygundu.

Ancak bu dengeli tutum, Osmanlı'nın savaş dışında kalmasını garanti etmeyecekti.

Almanya'nın Osmanlı Devleti'ne olan ilgisi açıktı: Osmanlı'yı müttefik olarak kazanmak.

Almanya, Osmanlı'yı savaşa sürüklemek için çeşitli bahaneler yaratmaya hazırdı.

Bu bahanelerden en önemlisi, Osmanlı Devleti'nin İngiltere'den satın aldığı ancak teslim edilmeyen savaş gemileri meselesiydi.

Osmanlı Devleti, halktan toplanan bağışlarla İngiltere tersanelerinde "Reşadiye" ve "Sultan Osman" isimli iki savaş gemisi yaptırmıştı.

Bu gemilerin teslim alınması için görevlendirilen Osmanlı tayfası, büyük bir heyecanla gemilere çıkmaya hazırlanırken, İngiltere son derece küçümseyici bir tavırla bu gemilere el koydu.

Osmanlı hükümetinin ısrarlı diplomatik girişimlerine rağmen İngiltere, çeşitli bahaneler öne sürerek gemileri teslim etmeyi reddetti.

Halk arasında bu olay büyük bir öfkeye yol açtı ve Osmanlı yönetimi, İngiltere'ye duyulan güvenin sarsılmasına neden olan bu hareketin sonuçlarını değerlendirmek zorunda kaldı.

Bu sırada Almanya, Osmanlı Devleti'ni kendi safına çekmek için farklı bir planı devreye sokuyordu.

4 Ağustos 1914'te, Berlin'den Akdeniz'de görev yapan Alman donanmasına Osmanlı topraklarına sığınmaları emri verildi.

Amiral Wilhelm Souchon yönetimindeki Goeben ve Breslau adlı savaş gemileri, Osmanlı hükümetinin rızası olmadan Boğazlar'a girdi.

İngiliz donanması gemileri takip ederken, Osmanlı kuvvetlerine ateş açmaları halinde karşılık verilmesi emredildi.

Bu gelişmeler, Osmanlı Devleti'ni fiilen Almanya'nın yanında savaşa sürükleyen önemli bir dönüm noktası oldu.

İngiltere'nin Osmanlı'ya vermediği gemilere misilleme olarak Osmanlı Devleti, Almanya'dan Goeben ve Breslau gemilerini "satın aldı" ve bu gemilere sırasıyla "Yavuz" ve "Midilli" adları verildi.

Fakat bu sözde satın alma, gerçekte Osmanlı'nın Almanya'nın etkisi altına girmesi anlamına geliyordu.

Alman subayları Osmanlı deniz kuvvetlerinde önemli mevkilere getirildi ve Osmanlı donanması fiilen Almanya'nın kontrolüne geçmiş oldu.

Bu durumun sonuçları ağır olacaktı. 29 Ekim 1914 tarihinde, Osmanlı Devleti'nin resmen savaş ilan etmediği bir ortamda, Alman Amirali Wilhelm Souchon'un emriyle Osmanlı sancakları altındaki Yavuz ve Midilli gemileri, Karadeniz'deki Odessa ve Sivastopol limanlarını top ateşine tuttu.

Osmanlı yönetimi, büyük ölçüde Enver Paşa dışında, bu saldırıdan habersizdi, ancak sonuçları kaçınılmazdı. Rusya, Osmanlı Devleti'ne karşı hemen harekete geçerek resmen savaş ilan etti. 

Tarihin dönüm noktalarından biri olan bu süreç, Osmanlı Devleti'ni yalnızca büyük bir savaşa değil, aynı zamanda çöküş sürecine sürüklemişti.

Osmanlı'nın kendi iradesi dışında bir savaşın içine çekilmesi, devletin siyasi ve askeri bağımsızlığını nasıl yitirdiğinin açık bir göstergesiydi.

Goeben ve Breslau olmasaydı bile Osmanlı büyük ihtimalle savaşa girecekti, ancak kendi şartlarına göre ve kendi öncelikleri doğrultusunda hareket edebilirdi.

Fakat Alman etkisi altında alınan kararlar, Osmanlı'yı hem savaşın ağır yüküyle karşı karşıya bırakmış hem de gelecekte yaşanacak büyük kayıpların temelini atmıştı.

Ve ne yazık ki bu daha başlangıçtı... Yalnızca 3 ay sonra, Osmanlı ordusu, Almanların stratejik yönlendirmesiyle yüz binlerce askeri Kafkas Cephesi'ne gönderdi.

Hayatlarında kar bile görmemiş genç askerler, Sarıkamış'ın dondurucu soğuğunda şehit oldu.

Ardından, İngiliz ve Fransız orduları Şam, Gazze ve Kudüs'ü işgal ederken, Almanya'nın zafer kutlamaları arasında Osmanlı Devleti bir felakete sürükleniyordu.

Bu olaylar, devletlerin bağımsız karar alma yetisinin ne denli önemli olduğunu gösteren tarihi dersler olarak hafızalara kazındı.
 

aa 5
Fotoğraf: AA

 

Çanakkale: Türklerin destanının yazıldığı topraklar

1915 yılının şubat ayında, Çanakkale Boğazı'nda yankılanan ilk top sesleri, yalnızca bir savaşın değil, tarihe altın harflerle kazınacak bir destanın başlangıcını işaret ediyordu.

İngiliz ve Fransız ortak donanmasının 19 Şubat'ta başlattığı bombardıman, Çanakkale'yi geçilmez kılacak inancın ve direnişin karşısında etkisiz kaldı.

Winston Churchill ve Herbert Kitchener gibi isimlerin öncülüğünde başlatılan saldırılar, 18 Mart 1915'te Boğaz'ı aşmak için yapılan büyük deniz harekâtıyla doruğa ulaştı.

Ancak Türk topçusunun ve mayın hatlarının üstün stratejisi, dev armadayı ağır kayıplarla geri püskürttü.

Denizden geçemeyen İtilaf Devletleri, bu kez Gelibolu Yarımadası'na asker çıkararak Osmanlı savunmasını arkadan çökertmeyi planladı.

Ancak, hesaba katmadıkları bir gerçek vardı: Vatan topraklarını son neferine kadar savunmaya ant içmiş bir milletin azmi.

General Hamilton'un komutasındaki çıkarma harekâtı, 25 Nisan 1915'te Seddülbahir ve Arıburnu sahillerine yapıldı.

Ancak bu topraklarda, ilerleyişlerini durduracak, tarihin seyrini değiştirecek bir isim vardı: Yarbay Mustafa Kemal.

Mustafa Kemal'in "Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum" sözleriyle başlayan Anafartalar ve Conkbayırı savunması, düşmanı Gelibolu'nun sarp yamaçlarında ve derin siperlerinde ağır kayıplara uğrattı.

Düşman askerleri, korkusuzca savaşan Türk birliklerinin sarsılmaz iradesi karşısında büyük bir çıkmazın içine sürüklendi.

Aylar süren kanlı çarpışmalardan sonra, İtilaf Devletleri 1915 yılı sonunda, büyük bir yenilgiyle Gelibolu'yu terk etmek zorunda kaldı.

Çanakkale Savaşları, yalnızca bir cephe mücadelesi değil, aynı zamanda Türk milletinin yeniden doğuşunun habercisiydi.

Vatanı uğruna şehadete yürüyen binlerce Mehmetçik, bir milletin kaderini değiştirdi.

Bu zafer, Osmanlı Devleti'nin savaşın seyrini bir süreliğine lehine çevirmesine katkı sağlarken, aynı zamanda İtilaf Devletleri'nin planlarını altüst etti.

Tarihçilerin değerlendirmelerine göre, Çanakkale'de kazanılan bu zafer, 1917'de gerçekleşen Bolşevik Devrimi'ni de tetikleyen önemli bir gelişmeydi.

Boğazlardan geçemeyen İngiltere ve Fransa, Rusya'ya yardım ulaştıramamış ve Çarlık yönetimi zayıf düşerek devrimin önünü açmıştı.

Savaşın daha erken bitmesi mümkünken, Çanakkale'nin geçilememesi nedeniyle I. Dünya Savaşı 4 yıl süren bir yıkıma dönüştü.

Öte yandan, Çanakkale yalnızca Osmanlı ordusunun kahraman askerleriyle değil, Osmanlı coğrafyasından gelen farklı halkların dayanışmasıyla da kazanıldı.

Kût'ül-Amâre Zaferi'nde olduğu gibi, Arap, Kürt, Çerkes ve daha birçok halk, Osmanlı sancağı altında birleşerek emperyalist güçlere karşı koydu.

Ancak savaşın gölgesinde, gelecekteki büyük değişimlerin ayak sesleri de duyuluyordu.

İngilizler tarafından desteklenen Yahudi Katır Birliği'nin Çanakkale'de Osmanlı'ya karşı savaşması, 1917'de Balfour Deklarasyonu ile İsrail'in kurulma sürecinin başladığı bir dönemin habercisi oldu.

Çanakkale'de yazılan destan, yalnızca Osmanlı için değil, tüm dünya tarihini etkileyen bir kırılma noktasıydı.

Türk milletinin direnişi, bağımsızlık meşalesinin yanmasına öncülük etmiş ve ilerleyen yıllarda Millî Mücadele'nin temel taşlarından biri olmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk'ün Çanakkale'de kazandığı tecrübe, onu İstiklal Harbi'nin başkomutanı yapacak ve 30 Ağustos 1922'de Dumlupınar'da Türk milletine büyük zaferi kazandıracaktı.
 

aa 3
Fotoğraf: AA

 

Çanakkale geçilmedi, Çanakkale unutulmadı!

Çanakkale: Dünyanın ve Türklerin kaderini değiştiren zafer

18 Mart 1915, Türk tarihine altın harflerle kazınmış, yalnızca askeri bir başarıdan öte, milletin azmini, fedakârlığını ve bağımsızlık tutkusunu tüm dünyaya ilan ettiği bir zaferin tarihidir.

I. Dünya Savaşı'nın en zorlu savaş cephelerinden olan Çanakkale'de, İtilaf Devletleri'nin devasa donanmalarına karşı, Türk askeri kısıtlı imkânlarla destansı bir direniş sergilemiş, vatan toprağını canı pahasına savunmuştur.

Bu zafer, Osmanlı Devleti'nin varlığını sürdürme mücadelesinin bir nişanesi olmakla kalmamış, Türk milletinin birlik ve beraberlik ruhunu perçinleyen bir dönüm noktası olmuştur.

Çanakkale Zaferi, yalnızca savaş meydanında kazanılmış bir zafer değildir; aynı zamanda Türk milletinin varoluş mücadelesinin ve milli kimliğinin inşasında kritik bir rol oynamıştır.

Türk halkı, Çanakkale'de yekvücut olmuş, vatanı için tek bir yürek gibi çarpan binlerce nefer, düşmana karşı sarsılmaz bir irade sergilemiştir.

Bu mücadelede görev alan birçok komutan ve asker, ilerleyen yıllarda Millî Mücadele'nin öncü kadrolarında yer alarak Türkiye Cumhuriyeti'nin temelini atan isimler arasında olmuştur.

Coğrafi ve stratejik açıdan bakıldığında, Çanakkale Boğazı'nın kontrol altında tutulması, Osmanlı Devleti'nin başkenti İstanbul'un ve dolayısıyla Anadolu'nun savunulması için hayati önem taşımaktaydı.

İtilaf Devletleri'nin boğazları aşarak Osmanlı'yı saf dışı bırakma girişimi, Türk askerinin kahramanca direnişi sayesinde başarısızlığa uğratılmış, İstanbul'un işgal edilmesi önlenmiştir.

Bu zafer, yalnızca Türk milletinin kaderini değil, dünya siyasetinin seyrini de değiştirmiştir.

Çanakkale'de sergilenen direniş, İtilaf Devletleri'nin savaş planlarını altüst etmiş, savaşın gidişatına büyük bir darbe vurmuştur.

Türk ordusunun sahada gösterdiği üstün askeri strateji, cesaret ve fedakârlık, dünya kamuoyunda büyük yankı uyandırmış, Türk milletinin kahramanlığı uluslararası arenada takdir edilmiştir.

Çanakkale Zaferi, Türk milletinin ruhunda silinmez izler bırakan bir kahramanlık destanıdır.

Siperlerden yükselen cesaret, vatan için gözünü kırpmadan şehadete yürüyen Mehmetçiklerin fedakârlıkları, bu toprakları "şehitler diyarı" haline getirmiştir.

Çanakkale, yalnızca bir zafer değil, bir milletin hürriyet ve istiklal aşkının timsalidir.
 

aa
Fotoğraf: AA

 

Sonuç olarak, Çanakkale Zaferi, Türk milletinin cesaret ve kahramanlık özellikleriyle bir ve beraber olarak gösterdiği eşsiz direnişi, azmi ve fedakârlığı simgeleyen tarihi bir dönüm noktasıdır.

Bu zafer, yalnızca geçmişin bir hatırası değil, bugünün ve yarının Türk nesillerine ilham veren bir mirastır.

Çanakkale, "geçilmez" oluşuyla değil, bir milletin ruhuna kazınan destansı mücadelesiyle daima hatırlanacaktır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU