Napolyon ve Osmanlı arasındaki ilişkiler her daim çok özel olmuştu.
Üçüncü Selim tahta çıktığında Osmanlı modernizasyonuna hız vermiş ve başta ordu olmak üzere kurumlarını Batılı bir şekilde yenilemeye başlamıştı.
Bu süreçte Osmanlı'ya mühendis ve teçhizat anlamında en büyük yardımı Fransız Devleti yapıyordu.
Heyecanlı bir subay olan Napolyon Bonapart, bu ilişkiyi dikkatle gözlemliyor ve neredeyse Türk muhibbi denecek düzeyde Osmanlı tarafgirliği ile ordu içerisinde öne çıkıyordu.
Napolyon, Türk tarafgirliğini sözlü olarak bırakmamış yazdığı raporlarla da bu ittifakın resmen güçlendirilmesini talep etmişti, ta ki İtalya ordularına başkomutan olarak atanana kadar.
Bu atama sonrası Napolyon, Osmanlı'yı bir dosttan çok önce Fransızların yağmalaması gereken büyük bir hazine olarak görmüştü.
Elçiler ve Napolyon
Napolyon kâğıda kaleme sığan bir adam değildi.
Bırakın Türk elçilerini kendi elçileri dahi bu çılgın adamın ne yapacağını kestiremezdi.
Öyle ki Mısır işgal edildiğinde dahi elçimizin hâlâ bu durumdan habersiz olması üzerine Üçüncü Selim tarihte eşine az rastlanır bir hareketle resmi evraka Paris Elçimiz Seyyid Ali Efendi için "eşek herif" yazar.
Elbette tek "eşek herif" Seyyid Ali Efendi değildir; çünkü tutuklanarak apar topar sorguya getirilen Fransız Maslahatgüzarı Ruffin de Napolyon'un bu harekâtından haberdar değildir.
Elçilik vazifesine getirilen çok özel isimler vardı ki bunlardan birisi Napolyon Bonapart'ı dahi kendisine hayran bırakmıştı.
O isim Fransa'ya giden ilk elçilerimizden Emin Vahîd Efendi idi.
Napolyon ile görüşmenin en zor olduğu günlerde bir araya gelmeyi başaran Vahid Efendi görüp yaşadıklarını "Paris Sefaretnamesi" eseriyle bizlere miras olarak da bırakacaktı.
Farsça, Arapça gibi lisanlara hâkim iyi bir aydın olan Vahid Efendi görevini ifa ettikten sonra Kütahya'ya çekilecek ve talebe yetiştirecekti.
Napolyon ile Vahid Efendi arasında geçen ilginç diyaloğu birinci kaynak olarak Sefaretname'den öğreniyor olmamız ikili arasındaki konuşmayı efsane olmaktan çıkartarak hakikatin kendisine dönüştürmektedir.
Napolyon, iktidarı ele geçirdiğinde israfa, şatafata, iltimasa ve gösterişe adeta savaş açar.
Kısa süre içerisinde Paris aristokrasi onun sayesinde sadeliği bir moda haline getirir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Napolyon bu konudaki katı tutumunu en çok yabancı ülkelerin sefirleri karşısında göstermek konusunda heveslidir.
Hele tabir-i caiz ise büyük hazinesi ve mükafatı olarak gördüğü Osmanlı topraklarının elçisinin karşısında böylesi bir şov belki hepsinden daha anlamlıdır.
Napolyon, Osmanlı elçisi huzuruna geldiğinde diğer komutanlarla toplantı halindedir.
Kendisi de bir asker kıyafeti içinde ve mağrurdur.
Yanındaki edipler Osmanlı elçisi Vahid Efendi'nin hadiseyi iyice idrak etmesi adına Napolyon'un sadeliğini öven şiirler okur ve iltifatlarda bulunur.
Şimdi herkes susmuş ve Osmanlı elçisinin bu durum karşısındaki sözlerini merak etmektedir.
Vahid Efendi samimi bir tebessümden sonra Farsça bir beyi okur.
Beytin Türkçesi şöyledir;
Elbisenin pahası insana değer biçmez,
Cevherden anlarsan kınından çıkana (Bıçağa) bak.
Napolyon sözleri çevirttikten sonra mağrur duruşunu bir kenara bırakmış ve Türk elçisini eski bir dostunu misafir edercesine samimiyetle ağırlamış.
Günün hatırası olarak Vahid Efendi'ye son derece pahalı bir kaftan hediye ederken Fransız General ve İmparator Napolyon, Türk elçisi ile arasındaki bu diyaloğu sayısız kere sofralarında anlatmaktan büyük keyif alacaktı.
Vahid Efendi Paris ve Prusya'daki vazifelerini tamamladıktan sonra ülkeye dönmüş ve birkaç kritik anlaşmada görevlendirilmişti.
İlerleyen yıllarda çok üst düzey mevkilere yükselebilecekken Kütahya'ya çekilerek kendisini öğrenci yetiştirmeye adayacak ve ilimle meşgul olacaktı.
*Daha ayrıntılı bir okuma için Vahid Efendi'nin Paris Sefaretnamesi incelenebilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish