27 Aralık 1919, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Ankara'ya geliş tarihidir.
Atatürk'ün Ankara'ya gelişinin 105. yıldönümünde, son günlerini yaşadığımız 2024 yılında yaşananların değerlendirilmesinden ziyade, artık önümüze bakıp Türkiye için 2025 yılında, özellikle küresel ekonomideki olası fırsatlara biraz değinmek isterim.
Bu yazımda, 2025 yılına iyimser bakmak istiyorum; çünkü son birkaç yıl, Türkiye'de yaşayan birçok aile için hayat, ekonomik açıdan zor geçti.
ABD'de yeniden Donald Trump'ın başkan olmasının, iyimser bir yaklaşımla, küresel anlamda çatışmaları azaltabileceği senaryosunu değerlendirmek isterim.
Bu bağlamda, Ukrayna ve Ortadoğu'da ateşkes olasılıkları da göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye için bu durum fırsatlara dönüşebilir.
Tabii ki bu fırsatların gerçekleşmeme riskleri de her zaman vardır.
Ancak Türkiye için en büyük risklerin başı, ekonominin kırılganlığıdır.
Bu yazıda, özellikle yabancı sermayeli bankalar ve finans kuruluşlarının Türk firmalarının Suriye gibi bölgelerde iş yapmalarına potansiyel olarak oluşturabilecekleri olası engellere değineceğim.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Yine de 2025 yılına dair iyimser başlamak istiyorum.
Yaklaşık 22 ay sonra Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın faiz indirimine gitmiş olmasının da bu iyimser bakış için vesile olmasını umuyorum.
Bu vesileyle Türkiye'nin önündeki bazı olası fırsatlara değinmek istiyorum.
Bu fırsatlar Türkiye'nin Avrupa ile yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda kurumsal olarak birçok anlamda uyumlu olmasından kaynaklanan yatırım ve üretim olanakları ile eşsiz jeostratejik konumundan da doğuyor.
Türkiye, yalnızca Doğu ile Batı arasındaki ticarette değil, aynı zamanda Kuzey ile Küresel Güney arasında da stratejik bir köprüdür, daha doğrusu bir merkezdir.
Ancak coğrafi avantajlarının yanı sıra, Türkiye'nin kurumları da esas gücünü oluşturan önemli unsurlardandır.
Sürekli kriz bölgeleriyle çevrili bir ülke olmanın risklerine rağmen, Türkiye, görece istikrarlı yapısıyla güvenli bir liman olma özelliğini sürdürüyor.
1980'lerden itibaren Türkiye'nin yakın çevresinde birçok kriz yaşandı: İran-Irak Savaşı, Irak'ın Kuveyt'i işgali, Arap-İsrail savaşları, Filistin trajedisi, Lübnan'daki krizler, Balkanlar'daki krizler, Bosna Hersek 'deki kıyımlar ve Kosova'daki yaşananlar, Karadeniz'de Rusya-Ukrayna çatışmaları ve Kafkaslar'da Gürcistan-Rusya'nın yanı sıra Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Karabağ meselesi.
Tüm bu krizlerin ortasında, bölgesel istikrarı teşvik eden başlıca ülke Türkiye oldu.
NATO, Avrupa Konseyi ve AGİT gibi önemli Avrupa kurumlarına üye olan ve hâlen AB'ye aday ülke statüsünde bulunan Türkiye'nin güçlü kurumsal yapıları ile devlet aklı geleneği sayesinde güvenli liman olma avantajına sahip olduğunu hatırlamak gerekir.
Türkiye, Avrupa kurumlarıyla uyumlu olmakla birlikte, uluslararası platformlarda birçok insan hakları hususunda diplomasi yürütüyor.
Gazze konusuna ayrıntılı değinemeyeceğimden, ilgilenen okuyucular için Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu'nun (TİHEK) Filistin'de İnsan Hakları İhlalleri Raporu'na dikkat çekmek isterim.
Geçen haftalarda yazdığım bir makalede, küresel zorlukların üstesinden gelmek için etkin yönetişimin gerekliliğine değinmiştim.
Bu bağlamda, Türk Devletleri Teşkilatı'nın (TDT) Orta Koridor rotasında güçlü bir kurumsal yapı oluşturabileceğini yeniden vurgulamak isterim.
Türkiye'nin geliştirmek istediği Orta Koridor ticaret rotaları, Çin'in Yol ve Kuşak Projesi ile çelişmek yerine, tamamlayıcı bir nitelikte olma potansiyeline sahip.
Türkiye ekonomisinin olumlu bir seyir izlemesi hâlinde, Türkiye'nin bölgede merkez ülke olma potansiyeli güçlenecektir.
Bu da hem Türkiye'nin istikrarına hem refahına hem de yeni istihdam olanaklarıyla toplumsal kalkınmasına katkı sağlayacaktır.
Türkiye, yalnızca bir enerji ticaret merkezi değil, aynı zamanda üretim ve ticaret merkezi olma potansiyeline sahip.
Özellikle Ukrayna ve Suriye'deki ateşkes senaryolarında, yeniden imar ve yapılandırma süreçlerinde Türk firmaları önemli roller üstlenebilir.
Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken, yabancı sermayeli finans kuruluşlarının Türk firmalarına yönelik tavırlarıdır. Türkiye'de bankacılık sektöründe yabancı sermayeli özel bankaların yoğunluğu, Suriye gibi bölgelerdeki projeler için finansman sağlamada potansiyel bir engel oluşturabilir.
Potansiyel olarak diyorum, çünkü bazı araştırmalarda, örneğin Polonya örneğinde1, her ne kadar yabancı sermayeli bankaların riskleri olduğu kabul edilse de Polonya için risk olmadığı iddia ediliyor.
Ayrıca, Ukrayna'ya neredeyse koşulsuz destek olan AB'nin finans kurumları, AB üyesi Polonya'nın firmalarının, komşusu Ukrayna'nın yeniden imar çalışmalarına yer almalarına destek olmaları bekleniyor.
Buna mukabil, bilhassa Batılı finans ve sigorta firmalarının, Türkiye'nin komşusu Suriye konusunda daha ihtiyatlı davranıp riskten kaçınarak zorluk çıkartmalarından endişeliyim.
Türkiye'deki hane halklarının ve KOBİ'lerin yüksek faizden kaynaklanan finansal sorunları göz önünde tutulursa, bu endişeler yersiz değil.
Yabancı sermayeli finans kuruluşları hem sigorta maliyetlerini hem de bölgede iş yapabilmek için gerekli bazı kredi ve akreditifler gibi finansal hizmetlerde, istekli olup olmamaları, Suriye'de ve Ortadoğu'daki güvenlik ve istikrar ortamına da bağlı olacaktır.
Fakat en başta, bu bankalar, finans ve sigorta kuruluşları, Türkiye'deki faizleri daha adil ve uygun seviyelere getirmeleri gerekir.
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu'nun ifade ettiği gibi:
Merkez Bankası, yaklaşık iki yıl aradan sonra politika faizini 250 baz puan düşürerek %47,50'ye çekti. Şimdi sıra bankalarda. Bu indirimi öncelikli olarak KOBİ kredi faizlerine yansıtmalarını, üretime ve istihdama destek olmalarını bekliyoruz.
Bütün vatandaşlar, bankaların faizleri indirmelerini ve daha adil koşullar sunmalarını bekliyorlar.
Sigorta ve Finans sektörünün destekleriyle sadece yurt dışında iş yapma kolaylaşmayacak, ülke ekonomisi canlanacaktır.
Üretim ve hizmet kapasitelerini arttırmak isteyen işletmeler, üreticiler ve ihracatçılar, yeni yatırımları yapmak için yeni imkânlar bulabilecekler.
Örneğin, enerji yatırımları, çevre dostu sürdürülebilir dönüşüm, ulaşım ve altyapı projeleri, yapay zeka (Artificial Intelligence - AI) gibi, birçok üretim ve iş süreçlerinin daha iyi ve daha verimli olmaları için fırsatlardan istifade edilebilir.
Bu bağlamda, destek ve iş birliği gerekli.
2025 yılında Türkiye'nin bölgesel ve küresel fırsatlardan yararlanabilmesi için adil finansman ve sigortacılık hizmetlerinin sağlanması şart.
Kamu bankalarına ek olarak, özel bankaların da daha rekabetçi ve erişilebilir finansman imkânları sunması gerekir.
Bu adımlar, Türkiye'nin bölgesel istikrarı destekleyen bir merkez ülke olma hedefini güçlendirecektir.
Böylece, Türk dış politikası Yeniden Asya Girişimi'ne uygun olarak Orta Asya Devletleri, Çin, Hindistan, Güneydoğu Asya (ASEAN) ülkeleri ile Asya-Pasifik bölgesiyle de daha dengeli karşılıklı ekonomik ilişkiler geliştirilebilir.
Avrupa'ya ilaveten, hızla büyüyen bölgelerle daha dengeli ticaret ile ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi, Türkiye ekonomisine olumlu yansıyacaktır.
Tabii ki yerli ve yabancı yatırımcılara, yerli ve yabancı sermayeye güven vermek için kurallara bağlı adil ekonomi yönetimi ile kamu kaynaklarının verimli kullanımı önem arz ediyor.
2024'ün son yazısını noktalarken, 2025 yılında Independent Türkçe'ye katkı sunmaya devam etmeyi arzu ederim.
Ülkemize ve tüm okuyucularımıza sağlık, mutluluk ve huzur dolu bir yıl dilerim. Saygılar sunarım.
1. Koleśnik, Jan. "Foreign Capital in Polish Banks–Its Contribution to Systemic Risk and Level of Concentration." Annales Universitatis Mariae Curie-Skłodowska, Sectio H Oeconomia 57, no. 3 (2023): 157-175. https://journals.umcs.pl/h/article/download/15650/11093
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish