1980'lerden bu yana Türk okurunun askeri hatıratlara yönelik talebi artarak devam ediyor. Öyle ki başlığında "savaş", "askerlik" ve "hatıra" (anı) geçen her kitap yazarı, konusu, dönemi ve muhteviyatı ne olursa olsun, çok satıyor. Doğal olarak bu yoğun ve daimî talep arzı da tetikledi.
Yayınevleri telif hakkı düşmüş eski matbu hatıratları birbirleriyle yarış içinde yayımlarken, tarihçiler de arşiv ve kütüphanelerde yayımlanmamış hatırat arayışına girdi.
Bu yoğun hatırat yayın faaliyetleri aileleri de harekete geçirdi. Dedelerinin evrakı metrukesi içinde buldukları günlük ve hatıratları çoğu zaman bir tarihçiyle ortaklaşa yayına hazırlıyorlar.
Böylelikle sanılanın aksine, Osmanlı son dönemde günlük tutma ve hatırat yazma alışkanlığının olduğu ortaya çıktığı gibi, tarihçi ve okurlara zengin kaynaklar sunuluyor.
Ne yazık ki bu oldukça önemli ve faydalı yayın faaliyeti, aç gözlülük, şöhret sevdası, siyasi ve akademik çıkar hesapları, tembellik, kifayetsizlik ve okuyucuyu hakir görme yüzünden ciddi sorunlara yol açıyor.
Bu yazıda bu sorunları sıralayıp kısaca yorumlamak istiyorum.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Öncelikle hatıratlar, arşiv belgeleri gibi birincil kaynak değildir.
Hatırat yazarının penceresinden yaşadıkları, gördükleri ve duyduklarının subjektif bir şekilde aktarılmasıdır.
Yazar ne kadar objektif davranarak şahit olduklarını gerçekleştiği gibi aktarmaya çabalasa da zihin sürecinden geçerken bilerek veya bilmeyerek sansür uygular, taraflı aktarır, duygu ve düşüncelerinin etkisinde kalır.
Özellikle zamanında günlük veya not tutmayıp yıllar sonra hafızasında kalanları yazıya dökmüş ise ortaya çıkan metin tarihi açıdan oldukça sorunludur.
Ancak ülkemizde arşivler, zamanında tasnif edilip araştırmacılara açılmadığı için hatıratlar birincil kaynak muamelesi görüyor.
Okuyucuların yoğun ilgisinin bir sebebi de bu. Yakın geçmişte meydana gelen olayların arka planını öğrenebilmek. Dolayısıyla hatıratları yayına hazırlayanların ve yayınevlerinin sorumluluğu artıyor.
Ne yazık ki bu sorumluluğun bilincinde olmayanlar, çoğu zaman bilerek ve isteyerek fahiş hatalar yapıyor; okuyucuların güvenini kötüye kullanıyor, siyasi, akademik ve mali haksız kazanç elde ediyorlar.
Temel sorun, hatıratı yayına hazırlayanın görevini yapmaması ve yayınevlerinin buna göz yumması ve hatta desteklemeleridir.
Hatırat bireyin belli bir tarihi dönem ve toplumun parçası olarak yaşadıklarının yazıya dökülmesidir.
Dolayısıyla hazırlayan hem hatırat yazarının biyografisini ve bu hatıratın metin incelemesini hem de tarihi bütün içindeki yerini okuyucuya aktarmalı.
Aksi takdirde okuyucu, neyin, niye yazıldığını, nelerin yazılmadığını ve yazarın bakış açısını anlayamaz.
Çoğu zaman hatırat bir nevi savunmadır. Yazar kendi yaptıkları ve yapmadıklarını tarih ve toplum önünde aklamaya çalışır.
Kendisine yönelik suçlamaları cevaplandırır. Başarılarını açıklar ve hak ettiğini düşündüğü mükâfatı toplumun vermesini bekler.
Yani hatırat yalıtılmış bir ortamda yazılmaz. Bir bütünün parçasıdır. Hazırlayan kapsamlı bir araştırma yaparak hatırat yazarının açık ve gizli amaç ve endişelerini ortaya koymalıdır.
İyi bir örnek Cevat Rifat Atilhan'ın farklı isimler altında basılan hatıratlarıdır.
Cevat Rifat müfrit bir Atatürk ve İsmet İnönü düşmanıydı. Onları I. Dünya Savaşı esnasında Suriye Cephesi'nin çökmesinden ve nihayetinde Osmanlı İmparatorluğu'nun çökmesinden sorumlu tutuyordu.
Şimdiye kadar onun hatırat ve kitaplarını yayımlayanlar temel görevlerini bile yapmadıkları gibi, sanki büyük sırları ortaya çıkarıyorlarmış gibi davrandılar.
Oysa Cevat Rifat'ın kişisel ve askeri safahatını araştırıp hatıratın önünde paylaşmış olsalar, okurlar hatıratlarda ciddi tahrifat yapıldığını, iddia ettiklerinin çoğunun asılsız olduğunu anlayabilirlerdi.
Sultan Abdülhamit'e atfedilen hatıratın sahte olduğu defalarca ifade edilmesine rağmen, hâlâ yayımlandığı ve hatta her baskısında kalınlığının artığı bir ülkede Cevat Rifat'ın tahrifatlarının görülmemesi aslında şaşırtıcı değildir.
Yani hatıratı yayına hazırlayan hatırat yazarının bilerek veya bilmeyerek yaptığı hata, çarpıtma ve tahrifatları ortaya çıkarmalıdır.
Neyi niye yazdığı, neleri bilerek atladığı veya çarpıttığı hatırat yayınının önemli bir parçasıdır.
Yayına hazırlayanların bir kısmı gerekli tarihi ve bilimsel altyapıya sahip olmadığı için görevlerini yapamıyorlar.
Ama bazıları kendi siyasi ve mali çıkarları için hatırata doğrudan müdahale edip, işine gelmeyen kısımları çıkarıyor ve kendi yazdıklarını eklemekte sorun görmüyorlar.
Bilerek ve isteyerek yayına hazırladıkları hatıratları tahrif edenlere en iyi örnekler Cemal Kutay ve Kadir Mısıroğlu'dur.
Örneğin Kutay, Ali Fethi Okyar'ın kısa hatıratına yaptığı eklemeler 3 kalın cilt halinde yayımlama başarısını göstermişken, Mısıroğlu ise Tarık Mümtaz Göktepe'nin kalın hatıratını iyice kısaltarak yepyeni bir metin çıkarmıştır.
Yayına hazırlayanların bazı kabahatleri masum gözükebilir. Örneğin "günümüz okuru anlamaz" diyerek Osmanlıca metni aşırı sadeleştirerek yayımlayanlar, aslında iyilik yaptıklarını düşünürler.
Evet, bazı metinlerde yazar çok ağdalı bir Osmanlıca kullandığı için uzmanlar bile zorluk çeker.
Ama bu metinleri sadeleştirmenin bilimsel usul ve ölçüsü var. Bu ölçü aşılırsa ortaya yepyeni hatırat yazarı ile ilgisiz bir metin çıkar.
Edebiyatımıza yaptıkları kötülüğün yanı sıra, bilinçsiz sadeleştirerek metni bile ciddi ölçüde değiştirdiklerini söyleyebiliriz.
Hatta bazı hatıratların İngilizce çevirileri Türkçe sadeleştirilmiş baskılarından çok daha doğru ve anlaşılırdır.
Son dönemde yaygınlaşan bir sorun ise, zamanında basılmış bir hatıratı yepyeni bir isimle yeniden yayımlamaktır.
"Yeni bir hatırat çıktı" diye alan okurların aldatılması dışında, tarihçi ve kütüphaneciler de zor durumda bırakılıyor.
Tabii bunun daha kötüsü var. İsim değiştirmekle yetinmeyip, hatıratı parçalara ayırıp birden fazla kitap çıkaranlar da mevcut.
Hatırat isimleriyle ilgili bir başka sorun ise, hatırat yazarının ismini kitap ismine taşıyıp hazırlayanın sanki asıl yazarmış gibi kitap kapağına konulmasıdır.
Hangi gerekçe ile yapılırsa yapılsın bu ciddi bir etik meseledir. Hatırat yazarına büyük bir kötülük yapılır.
1950'lerde Şevket Süreyya Aydemir gibi bazı gazeteciler geçmişin meşhur komutanlarıyla uzun mülâkatlar yaparak tefrikalar halinde bunları gazetelerinde yayımlamıştı.
Bu tefrikalarda kendisine haksızlık yapıldığını düşünen veya ilave bilgi vermek isteyenler mektup yazarak sürece dahil oldukları için, gazete okurlarının çok ilgisini çekmişti.
Sonradan bunlar hatıratmış gibi kitap haline getirildi. Hatta aynı tefrikalar farklı hazırlayanlar tarafından muhtelif müdahalelerle tekrar tekrar yayımlandı.
Son dönemde ortaya çıkan ilginç bir başka hazırlayan grubu ise derlemecilerdir.
Belli bir savaş veya coğrafya esas alınarak basılmış anıların, o savaşla ilgili bölümleri alınıp yapıştırılarak yayın dünyasına yeni hatıratlar kazandırılıyor.
Aslında Turgut Özakman'ın "Çılgın Türkler" kitabında yaptığı da bir hatırat derlemesidir.
Bu kitap çok satınca Özakman ve başkaları yeni derlemeler yapma cesaretini kendilerinde bulmuşlardır.
Oysa Özakman'ın eserini yazmakta kullandığı aynı hatıratlar kullanılarak tamamen zıt görüş ve içerikte bir kitap yazmanın mümkün olduğu gözden kaçıyor.
Hatıratları yayına hazırlayanların yarattığı bu sorunlar aynı zamanda yayınevlerinin de suçudur.
Çünkü çoğu zaman yayınevleri bu sorunlu süreci kendileri istiyor ve başlatıyorlar.
Eğer yayınevlerinin bastıkları eserlere ve okurlara saygıları olsa bu sorunlar ortaya çıkmazdı.
Hatırat bir bütün olarak anlamlıdır. Hazırlayan kafasına göre metni uzatıp kısaltacak olursa, metni değiştirecek aşırı sadeleştirme dahil müdahaleler yapacak olursa, parçalara ayırıp başka isimler altında veya başka metinlerle birleştirip yayımlayacak olursa artık orijinal bir hatırattan bahsetmemiz mümkün değildir.
Hem okura hem hatırat yazarına hem de Türk tarihine büyük kötülük yapılmış olur.
Yazımı akademik hayatının önemli bir kısmını bu sorunlara vakfetmiş Profesör Ali Birinci'nin ifadesiyle bitirmek istiyorum:
Hatırat türünden eserler edebiyatın ve tarihin mühim ve hassas kaynakları arasındadır. Hem yazanların hem de baskıya hazırlayanların ve basanların da bu türün eserlerine gereken değeri vermeleri gerekir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish