Bihter bu kez gerçekten öldü!

Prof. Dr. Uğur Batı Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Amazon Prime

Ben Profesör Doktor Uğur Batı. Karar Bilimi Uzmanı ve After Parti En Genel Başkanıyım. 

Daha sorulurken cevaplanamayan soruların köşesine hoş geldiniz.


Bu yazıda Bihter'i yazacağım. İzledim. Yazacağım. Bihter geçen günlerde Amazon Prime'da yayımlandı.

Bu yazıyı bir önyargı olmaksızın kaleme alma derdinde olduğumu söyleyeyim. Kabul de ediyorum, öncülü olan, kitabı olan, fragmanı pek yayılan, reklamı basılan tüm filmler, 1-0 yenik başlar.

Bu unsurlar filme tarafsız bakmayı da zorlaştırır. İzlerken de yazarken de. Bundan sıyrılmaya çalıştığımı ifade edeceğim.

Bir de kitap uyarlaması, "ölümsüz eserinden" filan diye sunulunca bu filmler, mantıkta, evrende, semantikte, alanında sınır parçalamak, ufuk açmak veya kendine yer bulmak zorundadır.

Bu da bu tür filmlerin zorluğudur. Bihter "gözümüzde ve zihnimizde" işe böyle başladı söyleyelim. Bu açıklamayı yaptım çünkü yazarken ve okurken "acaba fazla mı sert oldu" diye düşünmeden edemedim.

Neyse neticede uzun metrajlı Bihter dünyamıza indi. Kanal D'deki o özel yapımda ölmüştü ve şimdi adeta işin arka planında aslında ne var bize anlatacak gibiydi.

Aslında kitapta yazıyordu okursak ama 122 yıl bekleyelim dedik, kitap orada dursun biz izleriz diye. Bihter'i dinlemeye, anlamaya hazırdı herkes!

Halid Ziya Uşaklıgil'in realist-naturalist bu romanı ilk olarak 1899-1900 yıllarında Servet-i Fünûn dergisinde tefrika edildikten sonra 1901'de kitap olarak yayımlanmıştı, sonraki yıllarda defalarca sadeleştirildi ama biz "Modern Çağ Türkleri" romanı okumaktan ziyade yıllar içinde izlemeyi tercih ettik.

Neyse geçelim filme. Farah Zeynep Abdullah, Hande Ataizi, Osman Sonant, Boran Kuzum gibi oyuncuların rol aldığı Bihter filmi, büyük ışıklı şehir tabelaları, tanıtımındaki şaşa ile doğrusu Büyük Maksim zamanlarına götürdü bizi.

Şehrin her yeri eğlenceye gark oluyor gibiydi. Büyük bir pazarlama bütçesi olduğunu göz rahatlıkla seçiyor.

Bunda problem yok hatta harika. Ekonominin motoru dönsün maksat. Önce yapısal bir konudan girelim ve bu yapımların global platformlarındaki öneminden başlayalım.
 

 

Global platformlardaki her yapımımız önemli, dikkat etmeliyiz!

Gel gör ki bence Bihter filmi, Bihter'den daha önemli! Dünyaya açılan bu platformlarda çekilen her yapım önemli. Bizi anlatıyor. Bir şans. O nedenle her yapım irdelenmeli.

Platform ve Türk televizyon yapımlarına ilişkin ciddi bir soruyu gündeme getiriyor bu. Böyle mi devam edecek bu iş? Hangisi olursa olsun, bu platformlar ayrı bir zevke hitap etmiyor mu?

Ayrı bir sosyo-ekonomi, ayrı bir psikografi değil mi konu? İnteraktif bir deneyim yaşatan ve bu sayede farklı bir zamanı mekanı tanımlayan bu platformdaki yapımlar, kurgu, tema, yönetim, oyunculuk vs. açısından bir başka iddiada değil miydi?

Eğer öyleyse hedef, çok açıkça platformlardaki Türk yapımları, hızla ulusal TV'lere dönüşüyor. O zaman niye var bu platformlar? Tamam, reklamsız filmler, ödüllü diziler, hep tamam ama ya orijinal yapımlar?

Benim derdim, şu platformlar, ulusal TV'lere dönmesin. Mantığı farklı ya! Zekâsı süresi, kurgusu... Epistemolojisi, yani bilgi felsefesi farklı ya!

Fox TV, Kanal D filan yapmayalım oraları tâbi bunun yolu "yatak odası takımları" koymak değil, zeka koymak, estetik, ergonomik filmler yapmak!


Filmin kitabını yapmışlar meselesi!

Neyse bu yapısal meseleyi ve bence sorunu bir kenara bırakıp diziye dönelim.  

Bir kitaptan uyarlanan her yapım tartışma konusudur. Bunu ben tartışmayacağım. Lakin bu neyin filmi olmuş? Hangi kitabın?

Hilal Saral'ın yönettiği Kanal D'deki dizi uyarlamasının oldukça başarılı bir ana akım dizisi olduğunu düşünüyorum, önce bunu söyleyeyim.

Türk dizi ansiklopedisi için çok önemli bir yapıt. İz bırakmış, özenli, kendi katarsisisne sadık bir zincirdi o dizi. Hilal Saral titizlikle, özenli ve eşsiz bir "işleme" yapmıştı. Örmüştü her şeyi, duyguları, durumları.

Bihter filmine geçince başlangıçta söyleyeyim. Bence kitabın filmi olmamış Bihter. Hilal Saral'ın Aşk-ı Memnu dizisinin Bihter'ini işlemiş film. Karakter oradan doğmuş.

Hatta kitaba pek uğramamış. Bu diziye göndermeler, diziyi kastetmeler, öne çıkarmalar, söz düzeninden bile alıntılar var ki, bu doğrudan bağlantılar "yaratıcı endüstrilerde bu işi böyle yapabiliyor muyuz" sorusunu da gündeme getirmiyor mu merak etmedim değil. Bu konu bence çok tartışılır söyleyeyim.

Halit Ziya Uşaklıgil, Aşk-ı Memnu'nun tekrar tekrar çekilip farklı farklı uyarlanacağını biliyor mudur dersek zannetmem ama gel gör ki bu son uyarlamayla kendisi bir yerlerden bakıp şaşkın gözlerle "niye, nasıl" diyor olabilir.

İzlese çok şaşırırdı eminim. Eğer bu onun "Bihter"i değilse sorun yok ama o zaman niye onun ölümsüz karakteri diye sunuluyor, resmediliyor?

Semantik bir ikirciklik bu doğrusu. Ana tartışma da buradan kaynaklanıyor sanki.
 

 

Genel olarak film semantiği

Eklektík, skeç tadında, geçişlerde seyircinin kaybolduğu, oyunculuklar abartılı, büyük oranda da inandırıcılıktan uzak...  

Film, yönetmenlik ve kurgu anlamında daha olgunlaşmalıymış doğrusu. Ham görüntüleri izliyormuşuz gibi hissettiğim, ilk montajdan öylece çıkmış gibi dediğim sekanslar oldu.

Piyes havası hoşuma gidebilirdi ama doğallıktan uzak diyaloglardan her şeyi mahvediyordu belki de.

Başı olmayan, sonu da olmayan, aslında bítmeyen (yönetmenler son 10 dakikada öylesine bitirmiş filmi. Adeta, nasılsa biliyorsunuz hikâyeyi boşlukları siz kendiniz doldurun demiş sanki yönetmen Caner Alper ve Mehmet Binay.

Adeta iki saatlik teatral bir uyarlama ortaya açıkmış bu senaryoyla. Bihter filmi, Türk edebiyatının bu derinlikli eserinin bir parodisi gibi olmuş.

Maalesef biraz aceleye getirilmiş/yapımcı baskısına uğramış/diziden dolayı beklenti oluşturmuş/yönetmeni tarafından böyle işlenmiş (bu 3 şey ya da daha fazla neden olabilir).

Neden ne olursa olsun her şeyin başlangıcı olan senaryo problemli maalesef. Dramatik yapıyı keserek sürekli Bihter'in konuşması (ilerideki paragraflarda detaylı inceleyeceğim bunu) hikayeyi bölmüş ve akmasını engellemiş görünüyor.

Film bizi Bihter'in iç dünyasına davet etmesine rağmen o dünyayı görmek yerine karikatür bir form ortaya çıkmış. Ortada bir duygu bulmak ya da Bihter ile bağ kurmak imkansızlaşıyor.

Hatta doğrusu filmin geneline haiz olan böylesi bir "duygusuzluk" takdire şayan! Mesela ben Arı Maya izlerken bile duygulanan bir insanım. Bu filmde ise mümkün olamadı. 

Film estetiği ise genelde başarılı. Filmdeki sanat yönetimi kabul edilebilir (o ham görüntüler izliyoruz itirazıma rağmen).

Dönemin ruhunu yansıtan mekanlar, o yılları özümseten kıyafetler için bir özen yaratılmış. Bir yalının içerisindeki tasarıma, gösterilen dönem saçları ve makyajlarına dikkat edilmiş.

Bu, seyir zevkine bir davet denebilir. Cumhuriyet öncesi Türkiye'sinde, özgün atmosferi ile bir anlatış ortaya koyuluyor. Firdevs Hanım (Hande Ataizi) niçin "kantocu" hissi veren kıyafetle dolaşıyor filmde o kısmını ise anlayamadım, bunu belirtmeden geçmeyeyim.

Durun bence aklıma bir fikir geldi. Bir gün Gülriz Sururi filmi yapılırsa size en tecrübelisinden birini, Hande Ataizi'ni önereceğim, tüm filmde öyleymiş gibi dolaştı çünkü!
 

 

Bu karakterler kim, tanımıyor muyuz?

Filmde her kulvarda göze çarpan anlaşılmazlıklar var diye düşünüyorum. Karakterler de bunların başında. Aşk-ı Memnu ve Halit Ziya'yı çalışmış bir göstergebilimci olarak Bihter'i, Adnan Bey'i, Firdevs Hanım'ı, Behlül'ü bir yere konumlandıramadım.

Mesela Bihter bildiğimiz Bihter değil. O tamam. Ama kim olmalıydı? Bihter, Beren Saat'in canlandırdığı Bihter mi olmalıydı? Müjde Ar'ın mı canlandırdığı? Halit Ziya'nın mı yazdığı? Kim olmalıydı? Hiçbiri mi?

O zaman Bihter değil de Ayşegül filan diye sıfırdan bir şey yazılıp çekilseydi değil mi? Karışık bu mesele.

"Bildiğimiz Bihter"in rüzgarından faydalanmak isteyen postmodern, belki post-truth bir şey çıkmış ortaya. Karakter "anlaşılmaz" mı desem, "karışık" mı desem, değişik bir şey olunca karakter üzerinden karmaşalar çıkmış ortaya.

Eserin de başkahramanı Bihter sonuçta. Kitabın da. Yazar kitapta her ne kadar 'bireysel ilişkilerden beslense de, belki de karakterleri yargılamak arzulamasa da eserin sonunda Bihter'i sadece yargılamamış, bir de asmıştır! Ölümü makul bir son görmüştür onun için. 

Bihter üzerinden ikili ilişkilerde bir gerilim kurulmaya çalışılmış ama gerilmedim doğrusu. Zihnimde bir gizem, bir gerilim aradım ama ilişkiler çok parodik.

Her olay önemsiz görünüyor. Kişiler önemsiz. Biraz "yasak aşk"tan ötürü Behlül'ün canı sıkılacak oluyor onun da tam sıkılmıyor! Bihter ve Behlül aşkı gerçekçi demeyeceğim, yok. Biraz Bihter dertleniyor o kadar!

Behlül, romanda Nihal ile "nikahlanarak" temizleniyor sözde. Burada ona bile ihtiyaç duymuyor. Belirgin bir Behlül-Nihal çatışması hiç yok. Daha çok Bihter'in Nihal'in düğün kıyafetiyle bir çatışması var!

Bihter ve annesi arasında bir tansiyon var. Adnan'ın pasif agresif hallerini hiç anlamadım. Derdim çokça yazılan o pornografik haller değil, olsun yapılsın. Adnan Bey'i Bihter, Behlül hatta Matmazel bile yaşadığı/yazıldığı dönemde sevişiyordur eminim.

Lakin Adnan Bey'in o seksüel "ezik" halleri ne? Adamı niye bitirdik? Hele ki Bihter'in o sürekli peçeteci uzatması? Uzay boşluğuna bakan, aşağılayan gözlerle sürekli bir "peçete işte sil canım" modu! Değişik doğrusu.

Ne diyeceğiz, hayata, kadına, erkeğe filan isyan mı? Kim doğrudur bu geleceği? Evlenirken, hemen kabul ederken iyiydi ama! Aaa bi dakika, kitapta bunun arka planı var ama film ne diyor bize, ben anlatamam, sen git oku kitaptan, bir önceki dizileri izle filan mı diyor? Bu iş böyle mi olur?

Soruyu soruyorum: Bihter, sadece kitabı okumuş ya da daha önceden dizileri izlemiş insanlar için mi çekilmiş? Hayli problemli bir bakış açısı olurdu bu.

Bihter karakteri üzerinden "mesaj vereyim, çağdaş mesajlar olsun" çabası ve bütününde film, "hipergerçek", "bükülmüş" bir katarsise sahip olmuş.

Bu katarsiste hikayenin özü ne o da belli değil. Halit Ziya'daki yasak aşk da burada merkezde değil. Olmasın bakın sorun değil ama merkezde ne vardı? 
 

 

Breaking the Fourth Wall: Dördüncü duvarı yıkmak nedir, bir duvar nasıl yıkılmaz?

Hemen söyleyeyim: Filmin temel sorunlarından biri, "anlatma göster" ilkesi yerine "gösterme anlat" ilkesini destur edinmesi olabilir.

Filmde önemli bir teknik kullanılmış. Bu tekniği kullanmak çok büyük bir karar. O nedenle önce kısaca tekniği anlatalım.

Bir film, dizi veya tiyatroda karakterlerin kurmacanın farkında olduklarını seyirci hissettirdikleri bir tekniğin ifadesidir.

Dördüncü duvar, hayali bir duvardır, bu hayali duvar, en temelde oyuncuları seyirciden ayıran görünmez bir bariyer görevi görür.

Seyirciler, sahnede veya ekranda olup bitenleri görebilirken bunun aksi mümkün değildir ve oyuncular bu "duvarın" öteki tarafını göremezler.

Bihter filminde bu duvar yıkılmış. Bihter filmde seyirciye dönerek durumu veya duygularını açıklıyor. Seyirci ile iletişime geçerek arada var olduğu sayılan görünmez duvarın yıkıyor.

Ne pahasına? Bence hiç. Bu anlayışla, ortaya Bihter'in sürekli izleyiciyle konuştuğu, sürekli durumu anlattığı bir film çıkmış.

Farah Zeynep Abdullah'ın kameraya baktığı bu anlarda sadece anlatıcı dinamiğine suç bulmak fazla abartılı olabilir.

Sorun yalnızca teknikte değil, oyunculukta da. "Hap tekniği" diyelim. Tekinsiz bir tekniktir, iyi kullanılmazsa parodik bir senaryo ortaya çıkarır. Bihter'de bu böyle olmuş.

Yerli yersiz konuya giren Bihter, duyguyu kırmış, akışı bozmuş, yapımın vasati bir tiyatro oyununa dönüşmesine neden olmuş.

Aslında fikir kötü değil bence. Bihter, "bir de hikayeyi benden dinleyin dercesine" konuşturulmuş. Bir dışavurum. Bir fırsat bu. Tabi daha iyi kullanılsaydı!

Bu tekniğin iyi kullanıldığı pek çok yapım var. Mesela çok iyi bildiğiniz House of Cards dizisinde politik bir figür olan Frank Underwood'un kameraya konuşması, 1999 yapımı David Fincher filmi Fight Club'ta filmdeki ana karakterin seyirciyle direkt konuşması ya da Tyler karakterinin sahne aralarında bir görünüp bir kaybolması iyi birer uygulamadır. 
 

 

Oyunculuklar ne durumda?

Bihter'i izlerken bir "Fleabag" havası seziyorsunuz. Karakter öyle çizilmeye çalışılmış. Belli ki senaryo ve prodüksiyon toplantılarında bunun üstünde durulmuş.

Fleabag, Phoebe Waller-Bridge tarafından yaratılan İngiliz komedi-drama televizyon dizisi. Waller-Bridge, Londra'da özgür ruhlu ve cinsel açıdan aktif ama öfkeli ve kafası karışmış genç bir kadın olan baş karakter olarak rol alıyor.  

Dizideki karakteri tasvir eden bir sıfat olarak kullanılan 'fleabag', bir kadın portresi olarak Bihter'e yapıştırılmış. Bunun yeni dönem yorumu diye geçmek mümkün mü bilmiyorum ama madem uyarlama bu film, o zaman bu durum Halit Ziya ve Bihter'e haksızlık olurdu. 

Bir kere şu tespiti yapmak lazım. Filmde tüm oyunculuklar, Farah Zeynep Abdullah (Bihter) etrafında toplanmış. Sanki diğerleri onun için oynuyor!

Bu, merkezi perspektif değil, adeta tapınma gibi olmuş. Oyuncunun verdiği hissiyat ise diğer bütün oyuncuları "saydamlaştırayım", tek kişilik tiyatro olsun gibi olmuş.

Dediğim gibi, "kanıtlayamam ama yemin edebilirim bunun böyle olduğuna" deriz ya, işte öyle bir şey olmuş! Oyuncu her sahneyi domine ediyor ama alaycılığı, boş verin dünyayı havasıyla domine ediyor.

Diğer oyunculara hiç yaşama şansı tanımamış. Lakin böyle olunca yönetmenlere de tanımamış bence! Bunu düşünmek gerekir. İddiam var, yalnızca Farah Zeynep Abdullah'ı değiştir yerine filmi okuyan, uygun atmosfer yaratan bir oyuncu koy, film bu haliyle bile değişir. 

Filmde hiçbir karakterin karakter gelişimini göremiyoruz. Özellikle başrollerde kanımca sorunlu bir oyunculukla da karşı karşıyayız.

Başrol Farah Hanım, oldukça tek düze, basit ve karikatür bir Bihter çizmiş. Bir de devasa bir aşırılık, limitsiz bir yükseklik… Bir ara Bihter'den Joker çıkacak diye korktum!

Bihter'in sürekli hınzır hınzır gülüşleri, hiçbir şeyi ciddiye almayan K-Pop kız duruşu, hiçbir aşama kaydetmeden, hiçbir değişim geçirmeden, hiçbir şey olmadan öylece filmi bitirmesi (istesen yapamazsın) ilginç kanımca.
 

 

Merak ettiğim, Farah Abdullah'ın diksiyonundaki aksaklıkları kimse mi görmemiş, pek çok zaman ne dediği anlaşılmıyordu maalesef.

Bir duyguyu geçirme kaygısı olabilir, kelimeler ağzından çıkamıyor, bazen de bir bir dolanıyor. Tonlama, vurgu, diksiyon üçlemesinde çok çalışmak gerekiyormuş.

Filmde diyalog aksamaları var ve doğal durmuyor. Nerede Firdevs Hanım'ın keskin zekası? Jartiyerler, popişler, ellerdeki o sigaralarla sevişme şeysi hayli ilginç, hayli sorunsal.

Behlül'ü canlandıran Boran Kuzum'un ise acemi/zoraki çapkın halleri ise cidden ne desem, iyi olur inşallah!

Matmazeli harcayacaklar, Matmazeli harcadılar! Buna ilişkin yorumum bu kadar anlaşılmıştır sanırım.

Bir de belirtmek lazım gelir ki, Nihal karakteri filme o kadar uyumsuz olmuş ki birçok izleyicinin onu gözünde bir yere oturtamadığına eminim.

Nihal'de özellikle bir şeyler ters gitmiş. "Çok ani bir insan" olmuş kendisi, ani değişen, yükselen, meşrulaştırmanın zor olduğu dönüşlerin insanı olmuş.

Sevgiden nefrete anlık, serin sulardan kızgın çöllere… "Misyoner" Ednan Bey ise adeta bir BDSM havuzunda yüzüp durdu film boyunca.

Öyle ki, Behlül ile Bihter'in durumunu yakalasa sanki kızmayacak, işler daha karışacak gibi hissetmedim değil! (O nedenle iyi ki yakalamadı diyorum)


Sonuç itibarıyla,

Diyelim ki ben yanmak istiyorum. Peki sen? Tekrar yanar mısın benimle?

Aslında ağlasak, haykırsak, gülsek, alaycı olsak… Hepsi olurdu. Kafamız karışmasaydı keşke… Şöyle ki;

Bu haliyle film bana hep Instagram'daki Aşk-ı Memnu parodilerini hatırlatacak. Bütün söylediklerime bakınca bakın "remake" yapıyoruz diyorsak problem değil, aslına sadık kalmasın.

Tam parodik olsun, "Scream" serisi gibi olsun korku filmlerini ti'ye alsın. Ama o zaman da tam parodik olsun ya da yarım parodik!

Bihter finalde gitsin Behlül'ü vursun mesela. Ona da tamam! Konu o değil, konu yapımın "kafa karışıklığı".

Bir önerim olurdu film penetre etmeden; hikaye "esinlendik" denilerek farklı karakter isimleriyle ve farklı bir film ismiyle vizyona girmiş olsa "daha elle tutulabilir" olurdu.

Neticede hem kitap olmaya çalışmış hem Hilal Saral'ın Bihter'i. Ama ikisi de olamamış. Bir göz terbiyemiz var, bir edebiyat zihnimiz. Behlül'ümsü, Bihter'imsi, Adnan'ınmsı, Nihal'imsi herkes "mış gibi" olmuş.

Kült bir eserin doğasındaki derinliği, dramı, trajedisi buharlaşmış, filme kitap iliştirtilmiş (embedded film yapmışlar) filmin içi boşaltılmış, aşırı hafifletilmiş bir parodisi olmuş yapım.

Bunun adı "remake" ya da cesaret göstermekse, filmin sonunda ikonik bir romanı öylesine bükülmesi gibi olmuş.

Öyle bir bükülmüş ki, filmde hikayenin sonu, Bihter'in kendisini Behlül'ün aşkı yüzünden öldürmesiymiş gibi değiştirilmiş.

Eserde bu böyle değil ama, o zaman koskoca eseri bir hiç gibi görerek, sonunu değiştirebiliyorsak roman nasıl "ölümsüz" oluyor ki, ölmüş işte. Değişmiş!

Bakın bu iyi bir tartışma, düşünün üzerine. Bir de kitap uyarlaması deyince bekliyorsun Anna Karenina ve Emma Bovary gibi farklı zamanlarda aynı acıları, sevgisizliği, trajediyi yaşayıp intihar eden kadınların sonunu, ağlamayı, dünyaya kahretmeyi!

Bu karakterlerin edebiyat dünyasındaki ve zihinlerdeki yeri ayrıdır. Onları "bükmemeliyiz." Büküyorsak da tam bükmeliyiz.

Oysaki "en modern Bihter'imizde" Aşk-ı Memnu'nun ana çatışmaları hiç yok, kurgu yok, gerilim yok. Kitabın taşıyıcı duyguları; suçluluk duygusu, pişmanlık, aldatma nedeniyle yaşanan vicdan azabı, kimlik krizi, dönem sosyolojisi, Servet-í Fünun ruh hâli… Hiçbiri yok.

Parodi ve pastiş var. Kafa karışıklığı var. Pek çok sahne gitmiyor, bitmiyor, yarım yarım parçalar, biraz da yamalar! Adeta "ha şu da vardı yeaa" diyerek çekilmiş gibi.


O zaman şöyle diyelim. Belki de bir tur daha Aşk-ı Memnu, Behlül, Adnan Bey gibi devam filmleri, dizileri yapılamayacak kadar ihtimal azaldı.

Ya da sanırım yazdıklarımla açıkladım sanırım "Bihter bu kez gerçekten öldü". Ya da birçoğumuz için 1901'de ya da 24 Haziran 2010 tarihinde ölmüştü.


Neyse. Bitiriyorum. Bitiyorum!

Başlarken demiştim. Ben Profesör Doktor Uğur Batı.

Davranış Bilimleri Uzmanı ve 3 boyutlu düşünce ahtapotuyum!

Ve hepinize şöyle sesleniyorum:

Biz size düşünmeyin demiyoruz, hobi olarak yine düşünün.

Ve büyük düşünün ki seneye de düşünürsünüz!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU