Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçen hafta TBMM'deki grup toplantısında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun "gidici" olduğunu söyledi.
Cumhurbaşkanının açıklamalarından hemen sonra ise Netanyahu'nun kendi partisi Likud'dan bazı bakan ve milletvekillerinin başbakanın görevden alınmasını istedikleri, bu çerçevede güvenoylarını çekecekleri yönünde basında bazı iddialar yer aldı.
Yargı reformu yasası nedeniyle aylardır İsrail'de protesto edilen ve istifası istenilen Netanyahu için 7 Ekim gerçekten sonun başlangıcı mı oldu?
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Netanyahu'nun stratejisinin çöküşü
1996 yılında ilk kez başbakan seçilen ve halihazırda İsrail'de "en uzun dönem başbakanlık yapan siyasetçi" unvanına sahip Netanyahu, kariyerinin başından itibaren İsrail'in güvenliğini önceleyen bir söylemle hareket etti.
Bir mülakatında "Beni sevebilirsiniz de sevmeyedebilirsiniz de ancak İsrail'in güvenliğini tek sağlayacak kişi benim" demişti. Ve yıllarca bu fikri savunmaya devam etti.
Netanyahu ayrıca, başbakanlık dönemlerinde Filistinlilerle müzakerelere hiçbir zaman sıcak bakmadı ve Hamas'ın Gazze'de hakimiyet sağlamasını avantajına kullanmaya çalıştı.
Netanyahu'ya göre bölünmüş bir Filistin daha rahat yok edilebilirdi. Birleşik bir Filistin ise iki devletli çözüm için müzakereler anlamına geliyordu.
Nitekim ABD bugün Gazze'de Filistin Yönetimi'nin yeniden kontrolü devralması gerektiğini savunurken, Netanyahu bu hususa karşı çıkmaktadır.
Netanyahu "Filistin sorunu çözülmeden Arap ülkeleriyle barış olmaz" anlayışını da yıkarak İbrahim Anlaşmaları'yla birlikte Arap ülkeleriyle İsrail'in ilişkilerini düzeltme ve Filistinlileri daha da izole etme yoluna gitti.
7 Ekim günü Netanyahu'nun tüm stratejisi çöktü. Artık Netanyahu İsrail'in güvenliğini sağlayabilen bir liderden ziyade İsrail'in güvenliğini tehlikeye atan, Hamas'ın Gazze'de güçlenmesini izin vererek İsrail'e doğrudan tehdit teşkil etmesine olanak sağlayan bir siyasetçi olarak görülmeye başladı.
Filistinlilere reğmen barışın mümkün olamayacağı da bir kez daha anlaşıldı.
Toplum ve siyasilerden yükselen eleştiriler
7 Ekim'den bu yana İsrail'de Haaretz, Yediot Ahronot ve Maariv gazeteleri tarafından yayımlanan anketlerde Netanyahu'ya desteğin giderek eridiği ve tek haneli rakamlara kadar gerilediği görülüyor.
Aksa Tufanı operasyonundan bir hafta sonra yapılan anketlerde çatışmaların sona ermesinin akabinde Netanyahu'nun istifa etmesini isteyenlerin oranı yüzde 56 iken şu anda bu oran yüzde 90'ın üstünde.
Artık halkın ezici çoğunluğu 7 Ekim olayları esnasında yaşanan güvenlik ve istihbarat zafiyetinden Netanyahu'yu sorumlu tutuyor ve adıgeçenin başbakanlık görevini yerine getiremeyecek durumda olduğunu düşünüyor.
Rehineler konusunu ön planda tutan ve kaçırılanların serbest bırakılmadan ateşkesin olmayacağını ısrarla belirten Netanyahu'nun rehinelerin yakınlarıyla savaşın başlangıcından 10 gün sonra biraraya gelmesi, ayrıca hayatını kaybedenlerin ailelerine taziye ziyaretlerinde bulunmakta gecikmesi halk nezdinde Netanyahu'nun gerçek niyetleri konusunda şüphe uyandırıyor.
Bu bağlamda, rehinelerin yakınlarının kendi liderlerinden medet umamayacaklarını anlayarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a mektup göndermeleri ve yakınlarının serbest bırakılması amacıyla yardım istemeleri esasında Netanyahu'ya yönelik hissiyatı çok net bir şekilde özetliyor.
Benzer şekilde siyasiler de Netanyahu'nun siyasi kariyerinin bittiği görüşünü dile getiriyor.
Sadece eski siyasetçiler değil, halihazırda görevde olan bazı bakan ve milletvekilleri ile Netanyahu'ya çok yakın olan teknokratlar da İsrail başbakanının görevini bırakması gerektiğini savunuyor.
Bazı siyasiler Netanyahu'nun hemen görevinden ayrılması gerektiğini vurgularken, diğerleri de savaş esnasında bunun doğru olmayacağını, ancak savaş bittikten sonra erken seçimlere gidilmesinin elzem olduğu görüşünü dile getiriyor.
Son olarak Netanyahu'nun sırdaşı olarak bilinen İsrail'in eski Ulusal Güvenlik Danışmanı ve Türkiye ile Mavi Marmara müzakereleri esnasında İsrail'in başmüzakerecisi olan Yaakov Amidror'un Netanyahu'nun saldırılar bittikten sonra seçim kararı alması gerektiği yönündeki açıklamaları ile İsrail Çalışma Bakanı Yaov Ben Tzur'un "Netanyahu, savaşın sonunda 90 gün içinde seçime gitmek zorunda kalacak… Edepli olmak, bu kadar korkunç bir olaydan sonra halkın söz sahibi olmasını gerektirir. Mevcut durumda hükümetin işlevini sürdürmesi mümkün olmayacaktır" şeklindeki ifadeleri, Netanyahu'nun içeride giderek yalnızlaştığına işaret ediyor.
Netanyahu ise tüm bu gelişmeler karşısında geri adım atmak yerine kendi bildiğini okumaya devam ediyor.
Netanyahu Hubris Sendromu'na yakalanmış olabilir mi?
Netanyahu'nun gün geçtikçe daha da agresifleştiği, tutarsızlaştığı, bu bağlamda Gazze'ye yönelik operasyonun askeri ve siyasi hedefi konusunda çelişkili açıklamalarda bulunduğu ve uluslararası toplumdan gelen baskılar karşısında daha fazla şiddete başvurduğu görülüyor.
Eski Başbakan Ehud Barak ile Dışişleri Bakanı Eli Cohen'in uluslararası toplumdan gelen baskılar nedeniyle İsrail'in operasyonları sürdürmek için zamanının daraldığı ve en fazla 2-3 haftalık bir meşruiyeti kaldığı yönündeki açıklamaları İsrail'in giderek izole olduğu gerçeğinin farkında olduklarına işaret ederken, Netanyahu'nun geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilen ve "acil ve uzatılmış ara verilmesi" çağrısında bulunulan kararı "gerçeklikten uzak" diyerek reddetmesi, davranışlarının bir meydan okumanın da ötesine geçerek irrasyonel bir hale büründüğünü ortaya koyuyor.
Netanyahu'nun bu davranışları siyasi kariyerinin sonunun geldiğinin farkında olduğu bu nedenle artık kaybedecek birşeyi kalmadığı için ya da tam aksi şekilde siyasi kariyerini kurtarmak için sergiliyor olması tabiatıyla mümkün.
Bir diğer ihtimal ise, 1976'da rehine kurtma operasyonunda kardeşi Yonathan'ın hayatını kaybetmesinin yarattığı travma.
Ancak Netanyahu'nun geçtiğmiz günlerde intihar eden psikiyatristi Moshe Yatom'un arkasında bıraktığı notta yeralan ifadeler İsrail başbakanının çok farklı bir ruh halinde olabileceği ihtimalini gündeme getiriyor.
Umutsuzluğunun kaynağının Netanyahu olduğunu yazan Yatom, intihar notunda 9 yıl boyunca Netanyahu'nun "esrarengiz" zihnine girmeye çalıştığı, ancak "yalan şelalesi" olarak nitelendirdiği İsrail Başbakanı tarafından mağlup edildiği, Netanyahu'yu tedavi ederken yenilmez olan kişiliğinin parçalandığı ifadelerine yer vermişti.
Peki acaba Netanyahu uzun yıllar iktidarda kalan siyasilerde görülen hubris sendromuna mu yakanlandı?
Uzmanlara göre, kişiden kişiye farklılık arz etmekle birlikte, gerçeklikle aradaki bağın kopması neticesinde, sahip olunan gücün ortaya çıkardığı dengesizlikler kişinin karakterinin değişmesine neden olur.
Hubris sendromuna yakalanan kişilerin; empati yapmaktan yoksun, bencil, kibirli, aşırı şüpheci, eleştiriye kapalı, her durumda kendini haklı gördükleri ve kendisine kutsallık atfetme temayülüne sahip oldukları belirtilmektedir.
Bu konu hakkında uzman görüşü esas olmakla birlikte, Netanyahu'nun mevcut öngörülemez ve meyan okuyan tavırlarını, kendi siyasi geleceği için ülkesini tehliye atacak şekilde hareket etmesini başka türlü açıklamak pek mümkün görünmemektedir.
Ancak kesin olan bir şey Netanyahu'nun siyasi kariyerinin sonuna geldiğidir. Birkaç yıl önce CNN International'a verdiği röportajda "İleride nasıl hatırlanmak istersiniz" sorusuna "İsrail'in koruyucusu olarak hatırlanmak isterim" cevabını veren Netanyahu'nun bu istediğinin gerçekleşmeyeceği açıktır.
Netanyahu'nun dediği gibi 7 Ekim sonrasında Ortadoğu eskisi gibi olmayacak.
Gazze'de dünyanın gözleri önünde gerçekleşen katliam İsrail'de siyasilerin yıllardır Filistinlilere yönelik uyguladıkları zulümün görülmesine ve üçüncü ülkelerde hem siyasilerin hem de halkların korkmadan İsrail'e yönelik eleştirel bir tutum benimsemelerine yol açmıştır.
Artık Filistin davası tüm dünyada yeniden canlanmış ve iki devletli çözümden başka bir alternatifin olmadığı açıkça tekrar ortaya çıkmıştır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish