6-7 Eylül 1955, 6-8 Ekim 2014 Olayları ve Ortadoğu (1)

Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

6-7 Eylül 1955 yılında İstanbul ve 6-7 Ekim 2014 yılında Diyarbakır başta olmak üzere 34 il ve 96 ilçede meydana gelen olayların ilki, benim doktora tezimde bir bölüm iken diğerini bizatihi yaşadım.

Bu olayları tanımak ve onlardan ders çıkarıp, yeni olaylara karşı hazırlıklı olmak için bu yazıyı kaleme aldım.

II. Abdülhamid'in (1876-1908) 33 yıllık saltanatında, İstanbul'dan Şam-Bağdat ve Hicaz'a uzanan demiryolları ve bölgede bulunan petrol sayesinde, yıllardır beklenen Avrupalıların savaşından tam da istifade aşamasına geçen altı yüzyıllık Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere'nin desteğiyle darbeyle başa gelen ve on yıl dahi sürmeyen İttihat ve Terakki Fırkası iktidarında, Batılıların mezbahanesinde parçalanmış ve beş yılda çok ağır geçen bir Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Anadolu halkı, tam da kurtuldum derken; CHP iktidarında, bu kez 27 yıl süren siyasi kurtuluş savaşını verecekti. 

1912 sopalı ve 1946 yılında açık oy ve gizli sayımla yapılan seçimlerden sonra, DP sayesinde Türkiye demokrasisinin kilit taşı olan ve halen geçerli olan 5545 sayılı kanunla, 14 Mayıs 1950 yılında Türkiye tarihinde ilk kez, demokratik seçimler yapıldı.

Bu seçimlerin sonucunda 1908 yılında başlayan, 42 yıllık tek parti ve tek ideoloji yıkıldı. Böylece halk, ikinci zaferini de kazanmışsa da bunu önlemek için terör, darbe ve siyasi baskılar yaşanmıştır. Bu kanlı süreç maalesef Osmanlı'nın kaderi olarak Irak, Suriye, Mısır ve İran'da da yaşanacaktı.

6 Eylül 1955 yılı akşamında İstanbul'da meydana gelen olayların görünen sebebi, Kıbrıs'ta Rumların Türkleri, adadan 1821 Mora veya 1908 Girit gibi soykırıma uğratmak üzere konusunda haberler yayımlanmış ve Selanik'teki Atatürk'ün evine bombalı saldırı olduğu haberi yazılmıştır. Oysa bahçe duvarı bile yıkılmamıştı. Ancak olayın şüyuu, vukuundan beter olmuştu.

Kıbrıs meselesi Londra'da görüşülmekte iken; 6 Eylül 1955 akşamı ikinci baskı olarak 200 000 baskı yapan ve normalde pek de okunmayan Ekspres Gazetesi'nde çıkan bu haber üzerine, Kıbrıs'ta ve Türkiye'de iyi giden her şeyi alt üst etmiştir.

Söz konusu habere göre, Atatürk'ün Selanik'teki evine Yunanlılarca (?) bomba atılmıştı. Sonradan ortaya çıktı ki, olay mükemmel bir gladyo operasyonu imiş.

Türkiye, bu olaydan sonra haklı ve üstün bir konumda iken birden haksız bir duruma düşmüştür. Çünkü 1876 yılında Ruslarla yapılan 93 Harbi'nde, İngilizler tarafından İmparatorluk Yolu'nda önemli bir boğaz olan Süveyş kanalı sebebiyle yutulan ve II. Abdülhamid'in siyasi zekâsıyla, "Kıbrıs, İngiltere elinde olduğu müddetçe….aksine bize iade edilecektir" maddesiyle, hukuken kazanılabilir hale gelmişti. Çünkü 12 Adalar ve Girit, pisi pisine Yunanlılara verilmişti. 
 

 

Anadolu için batmayan uçak gemisi olan Kıbrıs bu nedenle asla verilemezdi. Bu konuda Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa'nın torunu ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu sonradan hayatı bahasına bu olaya el koymuş ve tam da zafer aşamasında, İstiklal Caddesi ve Adalardaki Rumların malları, kamyonlardan elinde kazmalarla inen adamlar tarafından talan edilmişti.

İstanbul'da 300 milyon doları aşan bu zarara sebebiyle Türkiye'nin mozaiği bir kez daha kırılmıştı. Zaferin tadı kaçmış ve olaylar, 27 Mayıs 1960 darbesine, tıpkı 1915 Ermeni olayları gibi malzeme olarak kullanılmıştı. 

Zorlu ve Polatkan'ın idamından bir gün sonra Menderes de idam edilecekti. Bunun başlıca sebebi Türkiye'nin Ortadoğu'ya dönüşü ve Ortadoğu'nun sömürgeciliğe karşı durulmasında görülmektedir.

Çünkü benzeri defalarca daha yaşanacaktır. Gezi Parkı olayları, 6-8 Ekim Olaylar, Çukur Savaşı ve 15 Temmuz 2016 darbesi burada başta gelen olaylardır.
 

 

Mart 2011 yılında Suriye'de kanlı bir dış destekli iç savaş yaşanmaktaydı. Milyonlarca kişi Türkiye sınırından içeri girmekteydi. Ülke, hücrelerine kadar savaşıyordu.

Ve bu vahşi savaş, 12 yıldır halen de devam etmektedir ve ne zaman biteceği de belli değildir. Bugüne kadar yüzbinlerce kişi ölmüş, milyonlarca kişi yaralanmış, Musul, Rakka, Deyrezor ve Halep gibi Ortadoğu'nun medeniyet merkezi olan şehirler harabe olmuştur. 

2014 yılı Eylül ayında ise, Suruç'ta içilen çayın piştiği Ayn-el Arap - Kobani'de DAİŞ terör örgütü Kürt bir komutanın emriyle, Bağdat demiryolunu yapan, Company-Kompani, Kobani yani şirketin şantiye yeri olan ve zamanla ilçeye dönüşen 50 bin kişilik Müştenur tepesine şiddetle saldırıyordu. Olayları bizzat yerinde gördüm. 
 

3.JPG
6-8 Ekim olaylarında yakılan Diyarbakır Ziraat Bankası Ofis Şubesi, Kilis-Halep Yolu ve Suruç-Kobani sınır hattında patlayan bomba / Fotoğraflar: Hüseyin Şeyhanlıoğlu [6-8 Ekim 2014]

 

2012 Temmuz ayında Özgür Suriye Ordusu tarafından zaafa uğratılan Esed güçleri, Rojava (Güneşin Battığı Yer) denilen bölgeden (Efrin, Cizre, Kobani) çekilirken buraları, Ali Memlük üzerinden hâkim olduğu PYD-YPG'ye teslim etmişti. 

DAİŞ'in yoğun saldırıları ile yüz yüze kalan PYD liderliği başta Salih Müslim olmak üzere uluslararası destek arayışına girerlerken ABD ile birlikte, DAİŞ ile mücadele eden uluslararası koalisyon güçlerinden silah yardımı talebinde bulunmuşlardır. Ancak PYD ve DAİŞ esasen ABD'nin sadece kavga eden iki oğluydu.

5 Ekim itibarıyla Kobani kırsalındaki 300 köyün tamamını ele geçiren DAİŞ, kentin dış mahallelerine ulaşmış ve kanlı çatışmalar yaşanmaya başlamış, Uluslararası koalisyon güçleri bölgedeki hava saldırılarını arttırsalar da IŞİD'in ilerleyişi ve kentin önemli bir kısmını ele geçirmelerinin önüne geçilememiştir.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 7 Ekim'de Gaziantep'te yaptığı konuşmasında, "Yerde, kara harekâtı ifa edenlerle işbirliği kurulmadıkça hava harekâtıyla bu iş bitmez. İşte aylar geçti, herhangi bir netice yok. Şu anda Ayn-el Arab da, diğer adıyla Kobani de, buyrun, düştü düşüyor" dedi. HDP tarafından, bu ifade tıpkı gezi parkı ağaçları gibi çatışma sebebi olarak kullanıldı.

Tüm olayların en ilginç tarafı ise ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, "Kobani'de durum hala belirsiz ve değişken. Kentin hala düşebileceğine inanıyoruz" demesine rağmen buna tepki vermeyen, HDP; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın İslâhiye Çadırkent'te halka hitaben, üzüntülü bir şekilde durumun kritikliğini ve batının iki yüzlü tavrını eleştirdiği:

…Şu anda Ayn-el Arab (Kobani) düştü, düşüyor…' şeklindeki konuşmasına HDP çok sert tepki göstermiş ve Merkez Yürütme Kurulu yazılı sosyal medya hesabında açıklaması ile (6 Ekim ) halkı sokağa çağırmıştır:

Kobani'de yaşanan katliam girişimine karşı 7'den 70'e bütün halklarımızı sokağa, alan tutmaya ve harekete geçmeye çağırıyoruz. Bütün uluslararası kurumlar, demokratik kitle örgütleri, emek ve meslek örgütleri, kadın ve gençlik örgütleri, demokratik güçler Kobani'de yaşanan vahşete karşı harekete geçmelidir. Bundan böyle her yer Kobani'dir. Kobani'deki kuşatma ve vahşi saldırganlık son bulana kadar süresiz direnişe çağırıyoruz.


DAİŞ'in saldırılarını artırmasından sonra, Türkiye sınırında Kobani'yle dayanışma için düzenlenen eylemler polis, asker ve jandarmanın gaz ve tazyikli sulu müdahalelerine maruz kaldı.

DAİŞ'in saldırılarının YPG'yle Sokak savaşına dökülmesinin ardından, eylemler Türkiye çapına yayıldı. 

KCK ve HDP'nin "süresiz eylem çağrısı" ile birlikte insanlar sokaklara döküldü. 40'a yakın ilde 50'yi aşkın vatandaşın ölümü ile sonuçlanan olaylar neticesinde birçok ilde sokağa çıkma yasağı ilan edilirken KCK ve HDP'nin "süresiz eylem çağrısı" ile birlikte insanlar sokağa çağrılmıştır.

Siyasi vizyon ve yönlendirmeden uzak olan eylemlerin mahiyeti farklı boyutlara ulaşmış ve birçok grup (doğuda HDP/HÜDA-PAR tabanı, batıda ise HDP tabanı ile MHP gibi milliyetçi gruplar) karşı karşıya geldi.

Kurban bayramına denk gelen sürede, tesadüfen bölgede kurban eti dağıtan Yasin Börü ve arkadaşları vahşice yakılarak öldürüldü.

Bunun üzerine başta Güneydoğu olmak üzere Türkiye'de olaylar 6 Ekim'de başlamış 7 ve 8 Ekim'de en üst noktaya ulaşmıştır. Şiddetin azalmasına rağmen aslında 9, 10 hatta 12 Ekim'de de yaşamını yitirenler olmuştur. 
 

 

İHD (İnsan Hakları Derneği)'nin Kobani Eylemleri Raporuna göre olaylarda 46 kişi öldü, 682 kişi yaralandı, 323 kişi tutuklandı.

Yüzlerce insanın da yaralandığı çatışmalarda şehir merkezlerinde bulunan birçok iş yeri, kamu binası, parti merkezleri ve belediye binaları ateşe verildi.

Eylemlerin ulaştığı boyut Kobani'yi unutturdu ve özellikle Bingöl Emniyet Müdürlüğü'ne yönelik saldırıda iki polisin şehit olması ve Tunceli'de bir karakola saldırı düzenlenmesi olayların sebep ve sonucunu sorgulamamıza yol açtı. 

5 Temmuz 2015'te, KCK Eş Başkanı Bese Hozat'ın Özgür Gündem Gazetesindeki yazısıyla resmen bitmiştir. Ve 35 il, 96 ilçe ve 131 yerleşim yerinde çukur savaşları yaşanmıştır.

Bu olaylardan iki yıl sonra yaşanan 15 Temmuz darbesi bize Türkiye'nin Suriyelileştirilmesi hedefi olduğunu da göstermektedir. 

Bu strateji, 1821 yılında yaşanan Tripoliçe katliamı ve 1915 yılında ya Ermeni isyanının devamıdır. Çünkü sivil Kürt halkını öldüren Ermeni çetecilere, Hamidiye Alayları ve Osmanlı Devleti müdahale edince, "Yetişin Avrupa, Hıristiyan kardeşleriniz katlediliyor" denilirdi.

Yunanlılar da aynı taktikle bu günlere gelmedi mi? Kıbrıs'ta da benzeri sürece giden Yunan hamuru tam ekmek yapılacakken Menderes ve Zorlu, hayatları pahasına onların suyunu kesmiştir.

Ancak diğer ülkelerde bu durum pek de başarılı olamadı. 
 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU