Kefen suyu

Tecelli Sercan Sırma Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Pixabay

NASA, 2021 yılının 11 Ocak günü yer çekimi kurtarma ve iklim deneyi izleme uydularınca kaydedilen kuraklık haritasının verilerine dayanarak, Türkiye'ye yeraltı su haritasına yönelik uyarıda bulundu.

Habere göre, yeraltı suları haritamızın rengi mavi değil, kahverengiydi.
 

nasa.jpg
Görsel: NASA

 

O günlerde uyarıya kulak asan pek olmadı. Yaklaşık iki yıl sonra, 18 Haziran 2023 tarihinde, BBC Türkçe tüm dünyayı endişelendiren daha geniş boyutlu bir haber geçti:

Yer altından çekilen su miktarı Dünya'nın dönüş eksenini 20 yılda yaklaşık 80 cm doğuya kaydırdı.

(NTV Haber merkezi, 2023)


Bu haber de bir ihtimal bilim insanları dışında kimseyi ilgilendirmedi.

Söz konusu kaymanın yalnızca çekilen su miktarına bağlı olup olmadığını bilim insanları tartışa dursun, ülkemizdeki yeraltı sularının da endişe verici bir oranda hem azaldığını hem de kirlendiğine tanık olduk.

Yer üstü su kaynaklarımız tükenme noktasına doğru azaldıkça yeraltı sularına yöneldik.

Teknoloji sayesinde bin metreden derine inebilen sondaj sistemleriyle bulabildiğimiz son damla suyu bile istimbad maharetiyle çektik.

Kuraklık ve aşırı sondajdan dolayı azalan yeraltı sularının seviyesi, yağışlarla desteklenmediğinden giderek daha aşağılara indi.

20-40 metrede ulaşılan su, 200-300 metre derinlere çekildi... Bazı kuyular ise ebediyen kurudu.

Bunun sonucu olarak, İskenderun'dan Yalova'ya kadar kıyı şeridi boyunca yeraltı sularına karışan deniz suyu, buradaki yeraltı su kaynaklarını tuzlu suya dönüştürdü.

Sahillerde yoğunlaşan turistik tesisler, yazlıklar ve özellikle seralar yer üstü kaynaklarından karşılayamadıkları suyu, daha ucuz hatta bedava olduğu için yeraltı ve taban suyundan bulmaya yöneldi.

Onlar "KUYULARINI KAZDIKÇA" sular daha da derinlere indi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Söz konusu kıyı şeridinde bulunan yeraltı su kaynaklarıyla ilgili ilk bilimsel çalışmada sorunun ne kadar büyük ve ciddi olduğu görüldü.

Yapılan açıklamaların en korkuncu, Samsun'dan geldi. Karadeniz tuzlu sularının, Bafra ve Alaçam ovalarına alttan girerek 5-6 kilometre ilerlediği tespit edildi ve taban suyu indikçe bu ilerlemenin devam edeceği öngörülüyor. 

Günümüzde dünyanın kullandığı suyun üçte birinden daha fazlası yeraltı kaynaklarından karşılanıyor.

Libya ve Suudi Arabistan çöl altında dinlenen milyon yıllık fosil sularının neredeyse yarısını çekmiş durumda.

Yer üstündeki sular yüzünden, devletler hatta bölgeler arası savaş beklenirken şimdi de yeraltı suları için savaş çanları çalıyor.

İlk kavga petrol zengini ülkelerden Suudi Arabistan ve Ürdün arasında oldu.

Ürdün, Arabistan'ı yeraltı sularını çalmakla suçladı. Bir dizi toplantıdan sonra şimdilik anlaşmaya vardılar.

Bu anlaşma fosil sularının paylaşımını ön gören, ilk öncü sözleşme oldu.

Bu örnekler çoğalırsa Dünya'nın değil ekseni, canlı yaşamının kendisi bile kayar!

Su savaşlarını kendi içlerinde kaybetmiş ülkelerin başında Hindistan, Bangladeş, Pakistan, Çin, Şili, Etiyopya ve Özbekistan geliyor.

Bu ülkelerde derin sondaj kuyularında zehirli sular çıkmaya başladı. Sulardaki flüorit ve arsenik gibi maddelerin miktarı insanları öldürecek kadar yoğunlaşmış.

Bangladeş ve Batı Hindistan'da bir milyondan fazla köyde yaşayan 10 milyonlarca insan sondaj kuyularından zehirlendi.

Zehirlenme bugün dahi devam ediyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) bu olayı "TARİHİN EN BÜYÜK KİTLESEL ZEHİRLENME OLGUSU" olarak nitelendiriyor.

Dünya'nın pek çok bölgesinde yeraltı suları sorunu artık geri dönülmez bir noktaya gelmişken, bu ülkelerden ders alıp bazı önlemler alabiliriz.

Ülkemizde özellikle tarım alanlarında bu felaketin işaretleri görülmeye başlandı.

1980-90'lı yıllarda Ege bölgesinde, bağlarda yaptığımız damla sulama borularının çoğunun birkaç yıl içerisinde demir çökeltilerinden dolayı tıkandığını gördüm.

Kuyularda su seviyesi düştükçe, demir oranı yükselmişti. Demirin yanında mangan, arsenik ve benzer maddelerin yoğunluğunun, zaman zaman meyve ağaçlarının bir arada kurumasına neden oluyordu.

Bir elementin diğerlerinin aleyhine yükselmesi, bitkilerde diğer gerekli ana maddelerin alınmasını önlüyordu.

Yer üstü sularıyla yapılan bilinçsiz, vahşi sulamalarda da buna benzer sonuçlar görülebiliyor.

GAP örneğinde olduğu gibi, toprakların tuzlanarak çoraklaşması karşılaştığımız başka bir tehlike.

Uzmanların bu konudaki uyarıları da yankı bulmuyor. Hatta 1998 de bir makale aracılığıyla GAP'tan sorumlu Devlet Bakanı Salih Yıldırım'a "GAP'ın sulama kısmının yanlış projelendirildiği, salma sulama yerine basınçlı sulama sistemlerine geçilmesi" konusunda bilgi vermeye çalıştım. (Sırma, 1998)

Maalesef, GAP'ın büyük bir alanı tuzlanarak, çoraklaşmış durumda.

Yani bu topraklar elden gitti. Bu konuda yetkililer mutlaka bir açıklama yapacaklardır(!)

Şimdi doğanın kendisi, Konya ve Aksaray'da oluşan 2 bin 500'den fazla obrukla yeraltı sularının kullanılmasının sınırlandırılması konusunda, bizi uyarıyor. Duyan var mı?

 

Devam edecek...

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU