Sana verilenle mi yaşamalı, yoksa ait olduklarımız ile hayal ettiklerimiz arasında köprü mü kurmalı?..
Uyuyan güzelin uyanması için prensi beklemeli mi, yoksa Prensin Külkedisini bulmak için ülkedeki tüm kadınların ayak ölçüsünü mü almalı?
Kurtarılmaya ve kurtarılan olmaya karşı, Sindirella gibi bir duruş mu sergilemeli?
Aşkı için özgür olmak adına saçlarını uzatan, Rapunzel mi olmalı?
Hatta prenses Tiana'nın kurbağayı öperken, kurbağanın prense dönüşme mucizesini mi beklemeli?
Hayır! Belki de Fiona gibi her şeyden vazgeçip Shrek'te aşkı tatmalı...
Peki, sen bu düzenin neresindesin Moana?
Mutlu bir sona ulaşmak için beyaz atlı prensi beklemek zorunda mıyız?
Günlük yaşamın trendleri ve deneyimlerimiz arasında kaybolurken derin bir memnuniyetsizlik, kabullenememe durumu ve çaresizce bekleyişlerimiz var.
Bu durumlar çalışma şartları, stres, kaygı bozukluğu, sosyalleşme, ekonomik özgürlük ve bilinçdışı davranışların kişiliğimize etkileriyle birleşerek depresif bir kişilik haline gelmemize yol açabilir.
Diğer yandan, fiziksel olmasa da psikolojik ve duygusal bir körlükle karşı karşıyayız. Sosyal ve duygusal körlük, anlamadığımızı anlamamız süreciyle başlar.
Bu durum aynı zamanda depresif körlüğü de tetikler.
"Görmek istemeyen kadar, kör olmak gibi"...
Toplumsal ve bireysel anlamda körlüğün en tehlikeli boyutu duygusal ve psikolojik körlüktür. Fiziksel körlüğün etkileri ve travmaları daha masumdur.
Mevcut durumu şikayet ederek bir devrimi beklemek, bir kurtarıcının "Ben geldim" demesini beklemek, sadece acziyetten başka bir şey olamaz.
Kişi, depresif körlükle başa çıkmak için kendiyle diyaloga açık hale gelmelidir.
Çocukluğumuzdaki tüm prens ve prenseslerin bir kurtarıcıyı beklemeleri, birinin olmadan diğerinin var olmayacağını, aslında küçüklüğümüzden beri bize dikte edilerek, sosyolojik ve psikolojik bir körlük ile özdeşleştirdiklerini görüyoruz, günümüzde de yaşıyoruz.
Bizler bu depresif körlüğün farkında mıyız peki?
Elbette bu kimlikleri ne cinsiyetçi ne de genelleme yaparak yorumlayabilirim. Ama günün sonunda gerçek yüzümüze çarparak depresif bir kör noktaya evrildiğimizi gösteriyor.
"Geleceği görebiliyorum" dediğimde şaşkınlıkla baktı yüzüme.
Akşama yapacağı yemek için yeşil biberi olmayan kadının telaşını gördünüz mü hiç?
"Merak etme" dedim kadına, "ileride kaygılanmayacaksın."
"Nereden biliyorsun?" diye sordu.
"Çünkü geleceği görebiliyorum" dedim.
"Nasıl yani? Yeşil bibere ihtiyacım olmayacak mı?" diye sorduğunda şaşırmadım.
"Evet, belki de. Ama bir noktayı kaçırıyorsun. O biber yeşil olmayacak ya da biber diye bir şey olmayacağından sen de ihtiyaç duymayacaksın."
"Biber olmayacak mı?"
"Biber hiç olmayacak. Olacaksa da senin için bir önemi kalmayacak."
"Hiçbir şey anlamıyorum."
"İşte bundan bahsediyorum, anlayamayacaksın."
"Biberi mi?"
"Hayır, anlamadığını anlamayacaksın..."
Sevgili Gözde Şahin'in "ANLAMADIĞINI ANLAMAMAK" ile ilgili anlattığı pasaj da durumu çok iyi özetlemekte aslında.
Bu perspektiften bakan ve hemen hemen herkesin bildiği bir eserin serüvenini anlatmadan geçmek olmaz diye düşünüyorum...
Edvard Munch'un "Çığlık" tablosunu bilmeyeniz yoktur sanırım. Hangi sanrılar içinde çizildiği, hangi depresif bir körlüğü yansıttığına baktığımızda:
Tablo, şüphesiz ki sanat tarihine ilgisi olmayan kişiler tarafından da oldukça bilinmektedir. Bunun en önemli nedeni ise tablonun özelinde başını iki elinin arasına almış ve ağzını açmış olan figürün pek çok yerde sergilenmesidir.
Çığlık tablosundan bihaber olanların bile tabloya baktıklarında sıradışı yorumlar yaptığına şahit oluyoruz.
Özellikle "Çığlık" tablosu, duyguların oldukça yoğun olduğu bir dönemde yapılmış olduğu şüphesiz.
Munch, hayatının en karmaşık ve depresif döneminde, sıkıntılarının yoğun olduğu bir zaman diliminde eseri ortaya çıkarmıştır.
Tablonun içerisindeki çığlık atan figürün cinsiyetsiz olduğunu ve bu cinsiyetsizliğin belirsizliğinin de bir sebebi olduğunu gözlemliyoruz.
Bunun nedeni, sıkıntıların, yaşanmışlıkların ve duyguların cinsiyetle ilgili olmadığını açık bir şekilde göstermektedir.
Özellikle körlüğe dem vuran tablo, gözlerin kapalı olmasına rağmen bilinçaltındaki düşüncelerin açığa çıkmış olmasıyla izleyiciyi düşündürmektedir.
Tabloda yer alan insanın yaşadıklarını içerisinde tutamayıp dışarıya yansıtması ve yoğun duygular yaşayarak elleriyle kulaklarını kapatması, "Çığlık" tablosunun anlamı üzerinde düşünmemizi sağlar.
Bu tablo sıradan olmayan ve bir döneme damgasını vuran bir eserdir, dolayısıyla gizem aramak doğal bir tepkidir.
Resmin sol üst tarafında yer alan "sadece bir deli tarafından çizilebilir" ifadesi dikkat çekicidir ve yazının sahibi olarak ressam Munch bilinmektedir.
Tablonun depresif bir körlüğü işaret ettiğini açıkça görüyoruz.
Yoğun duygularımızın olduğu bu süreçte umuyoruz ki zihnimiz ve kalbimiz körlüğe değil, ufkumuzun açıklığına, depresif ruhumuz ise dinginlik ve berraklığa yönelmesini umut ediyorum…
Sanatla, sağlıkla kalın.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish