Karadeniz bölgesinde yer aldığı halde, denize kıyısı olmayan kentlerden biri olan Tokat, daha çok Karadeniz iklimin etkisinde olsa da karasal iklimin de belirtilerini kısmen gösteren bir şehir.
Bu geçişken iklim yapısı birçok sebze ve meyvenin kolayca yetişmesine olanak sunuyor.
Yeşilırmak kıyısında kurulmasından kaynaklı olarak asırlar boyu değişik kavimlere ev sahipliği yapmış, değişik inanç ve kültürleri bünyesinde barındırmış, sayısız savaş ve istilaya sahne olmuş, tarihsel süreç içinde kendine has bir yapı oluşturmuştur.
Tokat Bizans dönemi adıyla Komana, Yunanca Τοκάτ, İran/Pers dönemi adıyla Kah-Cun, Selçuklu Devleti döneminde Dar Ün-Nusret, Moğollar döneminde Sobaru, Ermeniler ise Evdoxia diye adlandırır.
Tokat'a ilk defa 2005 yılında gitmiştim. O yıl sendikal faaliyetlerimden dolayı yürütülen soruşturma sonucu Yozgat Kadışehri'ne sürülmüştüm.
Her ne kadar yazımda, görülen lüzum üzerine denilse de iradem dışı tayinim çıktığı için olayı sürgün olarak nitelendiriyorum.
Göreve başlamak için Yozgat'a gitmiş, gün boyu başlama yazılarıyla uğraşmış, akşam olmadan da çalıştığım yere gitmeye hazırlanırken, Kadışehri'ne Yozgat üzerinden bir yol olmadığı, yolun Tokat üzerinden gerçekleştiğini öğrendiğimde ben de soğuk bir duş etkisi yapmıştı.
Şaka gibi geldi bana. Nasıl bir ilden kendi ilçesine yol olmazdı? Aklım almıyordu.
Biraz kurcaladığımda ise ilçeye giden özel bir yol olmadığı, köy yollarından özel araçlarla gidildiğini öğrenecektim.
Ya özel araç kiralayıp ilçeye gidecektim ya da şehirlerarası otobüsle önce Tokat'a, sonra Kadışahri'ne varacaktım.
Çaresiz daha ekonomik diye gece yarısı otobüsle Tokat yolunu tercih ettim.
İşte ilk defa o gün sabaha doğru saat 03.30 sularında Tokat otogarında indiğimde insanın içini ürperten bir sessizlikle karşılaşmış; zaten bozuk olan moralim iyice dibe vurmuştu.
Görevli bir iki kişi dışında kimseler yoktu ortalıkta. Normalde otogarlar gürültülü yerler olur. Tokat Otogarı ise oldukça hareketsiz, ışıklarının çoğunu kapatmış, loş bir ortam oluşmuş durumda idi.
Otogardaki sessizlik ve az ışık beni şaşırtmış, içimi daraltmıştı. Uyku saatiydi anlaşılan. Büyük kent otogarlarındaki kargaşa ve hareketlilik yerini derin bir sessizliğe bırakmıştı.
Otobüsler bile gecenin ağır havasına uygun olarak perona yavaşça yanaşıyor, yolcularını indirip, varsa yolcusunu alıp, Karadeniz'in engebeli ilçelerine doğru yoluna devam ediyordu.
Bu loş ortamın tadını çıkarmak, otogarın bölümlerini tanımak için birkaç tur atarak, sabahlayacak bir yer aradım. Kıyıda köşede yer alan sabahçı kahvesinde bile kimseler olmadığını görünce, yakın olduğunu önceden öğrendiğim kent merkezine yürümenin daha iyi olacağını düşündüm.
Hava karşı konulmayacak kadar güzeldi. Gece gece olumsuz bir olay yaşamamak için uyanık olan kafe görevlisinden bilgi aldıktan sonra ağır adımlarla kent merkezine doğru yol almıştım. Amacım hem zaman geçirmek, hem de gece olmasına rağmen Tokat'ı gezmekti.
Harika bir iklim, insanın içine işleyen bir dinginlik, eylül ayının tatlı bir serinliği vardı ortamda. Her şey uykudaydı sanki. Kentin ışıkları belli belirsiz. Yükseltiler, dağ siluetleri ve yeni yeni yükselen apartman karartıları göze çarpıyordu.
Kentin ortasından akan, binlerce yıldır Tokat ve çevresine can veren, daha çok sakin bir çayı andıran; sonbaharda suyu azalsa da güz yağmurları nehri canlandıracak diye düşündüğüm Yeşilırmak dikkatimi çekiyordu.
Selçuklular döneminde yapılan muazzam bir taş köprü kentin iki yakasını birbirine bağlıyor, şehre bir kadimlik katıyordu. Köprüden, bazalt taşlardan örülmüş yollardan kent merkezine varmam çok uzun sürmedi.
Yol boyunca nehir yatağından yükselen selvi ağaçlarının yapraklarına dokunarak ilerledim, kavak ağaçlarının hışırtılarını dinledim, zaman zaman suyun sesine daldım. Ama ne ilginçtir ki Yeşilırmak bile şaşılacak kadar sessizliğe gömülmüş, sanki hiç akmıyordu.
Belediye, valilik gibi resmi binaların bulunduğu meydana yaklaştığımda eski bir itfaiye arazörü ana yolları sulayarak Tokat sokaklarını güne hazırlıyordu. Bazı fırın ve lokantalar da kepenklerini açıyor, insan ve araç trafiği yavaş yavaş artıyordu.
Ana caddede yürürken, kaldırımlarda, park ve bahçelerde çok sayıda çınar ağacı dikkatimi çekmiş, kocaman gövdeleriyle belleğimde yer edinmişti.
Özellikle Sultan II. Selim zamanında yapılan Ali Paşa Cami'nin avlusunda bulunan ağaç tam anlamıyla olağanüstüydü.
Yanında başka bir yaşlı ağaç olsa da bu çınarın gövdesi kocaman bir kayayı andırıyordu. İtiraf etmeliyim ki o güne kadar gördüğüm en yaşlı ağaç o çınardı.
Kocaman gövdesiyle cami avlusunda bir anıt gibi duruyor, binlerce kuşa ev sahipliği yapıyordu. Bugün hala ayakta olan çınar ağacını 2017 yılında tekrar ziyaret ettiğimde yaşının 488 olduğunu öğreniyordum.
Sadece yaşlı çınar değil, nehir yatağında, sokak aralarında, park ve bahçelerde var olan yeşil doku karşısında hayran kalmıştım.
Bugün sanırım o yeşil doku ve eski mimarı yapının büyük kısmı yok oldu. Yeni binalar, yeni yollar ve beton bloklar yükseldi.
Ama buna rağmen Tokat komşusu olduğu İç Anadolu illerine göre çok yeşil bir bitki örtüsüne sahiptir...
2005 yılında sabaha doğru bir başıma dolaştığım Tokat eski ile yeninin sentezi gibiydi. Hem tarihi Tokat Evleri, hem de modern yeni çok katlı apartmanlar ara sokaklarda, cadde kıyılarında yükseliyordu.
O tarihte daha çok bahçeli ve üç dört katlı evler tercih edildiği göze çarpıyordu. Yani Tokat henüz betona teslim olmadığı yıllardı.
Kent çok büyük olmadığı için şehir merkezinde bulunan cadde ve sokaklarının yarısını sabahın ilk ışıklarıyla gezme fırsatı bulmuştum.
Kent merkezinde bulunan, tarihi Tokat Kalesi'nin hemen dibinde kurulan taş yapının önünde kendimi bulduğumda artık güneş doğmuş, gün aydınlanmıştı.
Taşhan'ın avlusuna girdiğimde görkemli taş işçiliği ve muazzam mimarisi beni etkilemiş, geçmişe götürmüştü.
Taşhan 1626-1632 yılları arasında inşa edilmiş, dikdörtgen planlı, açık avlulu, iki katlı bir yapıdır. İçeride dış dükkanların bulunduğu kuzey ve doğu yönünde revaksız işyerleri, güney ve batı yönünde ise önünde revak bulunan dükkanlar yer almaktadır.
Giriş koridorunun sonunda sağdan ve soldan ikinci kata çıkılmaktadır. İkinci katta bütün odalar revaka açılmaktadır. Girişin üstünde kubbeli bir mekan vardır ve bu mekan konsollar üzerinde dışa taşmaktadır.
Odalarda dışa açılan birer pencere, bir ocak ve niş bulunmaktadır. İçte 76 dışta toplam 103 mekan/dükkan vardır. Anadolu’daki en büyük şehir hanlarındandır. 2
Halen bütün görkemini koruyan Taşhan'da biraz dinlenmek, aynı zamanda simit ve çayla kahvaltı yapmak için ikinci katta bulunan küçük bir çay ocağında mola verdim.
Ben çayımı yudumlarken, hemen çaprazımda orta yaşlarında bir kadın, sabahın ilk ışıklarıyla yazma atölyesini hazırlamaya çalışıyordu.
Atölye olarak kullandığı dükkanın önünde yolu kapatmayacak şekilde kocaman bir ahşap masa ve baskı malzemeleri hazır bulunuyordu. Kalıp ve boyalar ise dükkanın içerisiydi.
Tokat dolaylarında yaklaşık 600 yıldır pamuklu kumaşlara baskı tekniği ile yazmalar yapılıyor. Bu yazmalar bazen bir sofra, bazen bir masa örtüsü, ince olanlar başörtü ya da şal olarak kullanılıyor.
Bu el baskısı yazmalar aslında bir tür resim desenlerin kumaşa transferi olarak da kabul edilebilir. Nakış ve desenler ıhlamur ağacından elde edilen değişik büyüklükteki tahtalara oyularak işleniyor.
Kalıplar genellikle kuru ıhlamur ağacından oyulur. Ihlamur ağacı, yumuşak, kolay oyulabilir, dayanaklı, iyi boya tutan bir ağaç cinsi olduğu için kalıp hazırlamaya çok uygundur. Ihlamur ağacının, budaklı, yarık ve yaş olmaması gereklidir. Kalıplar desenlemede kullanılır. 3
Düzeltilmiş yüzeyine istenilen desen çizildikten sonra, sivri bıçakla desenin çizgileri kazılarak ortaya çıkarılıp, baskıya hazır hale getiriliyor.
Her tahta kalıp, baskı yapan ustanın hayal gücüne ve estetik anlayışına göre şekilleniyor. Tarihi geçmişi antik çağlara kadar uzanan baskı tekniği, insanların kumaşı kullanmaya başlamasından sonra gelişmeye başlamış.
Tam olarak ne zaman ortaya çıktığı bilinmese de özellikle Mezopotamya ve Mısır'da kumaşın işlenmesi sırasında doğal kök boyalarla desteklendiği ve zamanla baskı kalıplarının ortaya çıktığı düşünülüyor.
Bugün başta Tokat çevresinde yaygın olan baskı kumaşlar, birçok kentte de aynı teknikler kullanılarak kullanıma sunuluyordu. İstanbul, Gaziantep, Diyarbakır'da benzer atölyelerin olduğu kayıtlarda görülüyor. Evliya Çelebi Tokat Yazmaları için şunları günlüğüne not düşmüş.
Evvelâ beyaz pembe bezi ve cam tasları Lahor diyarında yapılmaz. Sanki altın gibi parlaktır. Ve kalemkârî basma yorgan yüzleri, nakışlı perdeleri ve kazancı işinden sahan ve tencereleri Kastamonu, Belgrad ve Bosna'da işlemek ihtimali yoktur, zira bütün kap-kacağı kalemkâr işi savatlıdır. 3
15'inci yüzyıl öncesine dayanan kumaşa el baskısı bu gün teknoloji karşısında varlığını çok az sayıda ustayla sürdürüyor. El baskısı yerine günümüzde daha seri üretim yapan atölyeler almış.
Ancak son yıllarda eski baskı tekniklerini kullanan bazı atölyeler eskiyi canlandırma projeler kapsamında yeniden görülmeye başlanılmış. Eskiden kumaştan tutalım, boyaya, desene kadar her aşama bu işle uğraşan aile bireyleriyle yürütülür, her ev bir atölye gibi kullanılırdı.
Daha önceleri ipek kumaşa yapılan baskılar, ipek kumaşın maliyetinin yükselmesi ve pamuklu kumaş üretimin yaygınlaşmasıyla üretim nitelik değiştirmiş ve pamuklu kumaşa baskı yapılmaya başlanılmış. Kullanılan kök boyalar yerine sentetik kimyasallara bırakır.
Bugün artık ipek kumaşa baskı yapan atölyelere rastlamak mümkün değil. Bütün atölyeler pamuklu kumaşlara baskı yapıyor. Kök boya yerine ise, kimyasal boyalar kullanılıyor.
Buna rağmen pamuklu kumaşa yapılan baskıların en önemli özelliği birbirinin aynısı olmaması. Desen kalıpları aynı olsa da, her baskı ustanın el ve parmak becerisine göre özgün bir kompozisyon ortaya çıkarılıyor.
Desenler köy köy, belde belde, ilçe ilçe farklılık gösteriyor, kültür ve inanışa göre şekil alıyor. Kentin renkli ve çok kültürlü yapısı yazmalara yansırken, bu gün daha çok turistik amaçlı baskılar öne çıkıyor.
Tokat Hatırası adı verilen bu basmalara kentin tarihi ve turistik mekanlarının resimleri basılıyor.
Yazma, basma ya da el baskısı adı verilen kumaşı desenli hale getirme süreci tam olarak ne zaman başlanılmış bilinmiyor. Tarihi geçmişi asırlar öncesine dayanması olasıdır. İnsanların kumaşı kullanmaya başlamasından sonra baskı tekniğinin de geliştiği düşünülüyor.
İlk defa 2005 yılında gittiğim, sonradan değişik zamanlarda ziyaret ettiğim Tokat Taşhan’da eski baskı tekniği ile iş yapan atölyeler az da olsa varlığını sürdürüyor.
Tıpa tıp eskinin aynısı olmasa da varlıklarını sürdürme çabaları var. İşin özünde ticaret olsa da, sanatsal basmalar halen ilgi buluyor ama en çok seri üretimi yapılan ucuz basmalar alıcı buluyor.
Basmacılıkla özdeşleşen ve oldukça göz alıcı bir yapı olan Taşhan yıllara meydan okurcasına varlığını sürdürüyor. Bazı meslek dalları bitse de, el sanatları dükkanları halen revaçta. Kesme taşlardan yapılmış hanın orta yeri artık kafelere ayrılmış.
Buralara gelen kervanlardan hiçbir iz yok ve her şey modern hayatın dişleri arasında ticarileşerek yavaş yavaş kabuk değiştiriyor.
Tıpkı basma ya da yazmalar gibi...
1. kültür postalı
2. tekstilbilgi.net
3. ÇEKULVAKFI
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish