Özellikle 2020 yılı sonbaharında Kafkasya ve Ortadoğu'da startı verilmiş süreçlerin birçok taşı yerinden oynattığını, yakın geçmişe kadar dargınlık yaşayan ülkelerin hızla işbirliği anlaşmaları imzalayarak dengeleri kendi lehlerine çevirmeye çalıştıkları görünüyor (Türkiye-BAE anlaşması bunun en son örneklerinden biri oldu).
Sadece bölgenin değil, dünya gündeminin son on yıldaki değişmeyen maddelerinden biri ise İran'ın nükleer programı olup, taşıdığı çok boyutlu özellikleriyle karşımıza çıkmaktadır.
İşte gözlerin bir daha Viyana'ya çevrildiği bir zamanda İran'ın nükleer programı yeniden masaya yatırılmışken, müzakerelerin aralık ayı ortasına ertelenmesi, mevcut durumu değerlendirme gereksinimi de ortaya çıkardı.
Tahran'ın geliştirmeye çalıştığı nükleer program, İsrail'i çok yakından ilgilendirdiği için Independent Türkçe'nin soru yönelttiği ilk şahsiyet de İsrailli gazeteci, yazar Rafael Sadi oldu.
"İsrail, İran'ın ne denli tehlikeli bir oyunun içinde olduğunu anlatmaya çalışıyor"
Özellikle Suriye sahasında İran'ın çalışmalarına Türkiye'nin kayıtsız kalması bir yana Tahran rejimiyle ittifaka girmesini eleştiren Rafael Sadi, nükleer programa ilişkin ülkesinin pozisyonunu şu sözlerle özetledi:
İran'ın nükleer enerji diye yola çıktığı santrallerini nükleer bomba için hazırladığı artık kimse için sır değil; bunu kendileri de açıkladılar.
Eski İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu da yaptığı basın şovu ile İran'ın bütün nükleer arşivini İsrail'e getirdiğini ve bu konuda bütün bilgilerin MOSSAD tarafından ele geçirildiğini beyan etmişti.
Hatta bu hafta içinde de İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz, Genelkurmay Başkanı Avivi ve MOSSAD Başkanı David Barnea, İran'a bir saldırı planı geliştirildiğini ve İran nükleer santrallerini her an vurmaya hazır olduklarını dünya aleme İsrail televizyonlarında beyan ettiler.
Peki, bu savaş ilanı gibi açıklama, İsrail'in genel eylem planlarına uygun muydu ve hatta yakışıyor muydu?
Şimdiye kadar İsrail'i, sadece olay bittikten sonra olayı televizyonlardan izlemeye alışıktık. Ne oldu da İsrail haber vererek saldıracağını beyan ediyor?
Evet, olay farklı. Zira İsrail saldıracağını söylemiyor aslında. ABD ve dünya devletlerine 'Bakın, bu işin önünü almazsanız, saldırırım' diye mesaj veriyor ve gerek ABD gerekse Avrupa'ya, İran'ın ne denli tehlikeli bir oyunun içinde olduğunu anlatmaya çalışıyor.
Bölgede İran'ın hangi kumaştan yapıldığını en iyi anlayan ülkenin Azerbaycan olduğunu düşünüyorum. Bu konuda birçok okurumun da benimle aynı kanıda olduğuna inanıyorum.
"Bir sabah İran nükleer santrallerinin imha edildiğini televizyonlardan duyabiliriz"
"Bu arada, üçüncü dünya savaşı gibi milyonlarca insanın ölebileceği bir cehennemin yaşanmayacağını belirtmek isterim. Sebebi de gayet açıktır" diyen Rafael Sadi, "İsrail'de 500 bin kadar İran'dan göç etmiş İran Yahudisi mevcut ve bu insanları ve yapılarını gayet iyi tanıyoruz. İyi ve hesaplı tüccardırlar ve genel kanıya göre de İranlı demek 'cimri' demektir. İbraniceleri de 'Parsi' dediniz mi anlaşılmaktadır. Yahudilerin de hovarda oldukları söylenemez. Hal böyle iken milyarlarca dolara mal olabilecek bir savaşın iki tarafın da karakterine uygun olmadığını bilmemiz lazımdır" ifadelerini kullandı.
Rafael Sadi, sözlerini şöyle sürdürdü:
Ha, İsrail nükleer tesisleri vurabilir mi? Evet, vurabilir. Çünkü bu, olası bir saldırıyı önlemenin en uygun ve ucuz yoludur.
Peki İran, İsrail'i vurabilir mi? İyi de İran zaten dolaylı olarak her gün güneyde Hamas ve Hizbullah aracılığıyla İsrail'i vuruyor.
Vuruyor da neden aracı kullanıyor? Hem daha ucuz hem de elini kirletmeden yapabildiği için. Yani, savaş da olsa olay yine para ve matematik işidir.
ABD ve Avrupa, İran ile ekonomik ilişkilerini düzenlemeyi gözden geçirirse, işler az daha kolaylaşacaktır. Tabii ki bu, İranlıların milli karakterini değiştirmeyecektir; ancak terör ile iştigal etmelerinin az bir şey önü alınmış olur.
Yine de İsrail'e dikkat edilmesi gerekir. Bir sabah İran nükleer santrallerinin imha edildiğini televizyonlardan duyabiliriz.
İran'ın nükleer programı etrafındaki gelişmeleri çok yakından izleyen diğer bir ülke ise Azerbaycan Cumhuriyeti olup bunun da çeşitli sebepleri bulunmaktadır.
Zira nükleer programın geliştirilmesi birçok açıdan için tehdit oluşturabilir.
Independent Türkçe'ye konuşan Turan Haber ve Yorum Ajansı İmtiyaz sahibi ve genel müdürü Mehman Aliyev, şu açıklamalarda bulundu:
Avrupalı diplomatlar müzakereler sırasında İran'ın aldığı pozisyonun yapıcı olmadığına dikkat çekiyor ve son bir ayda elde edilmiş uzlaşmaların tamamını reddettiğini belirtiyorlar. Özellikle Fransa ve İngiltere'nin bu hususta hemfikir olduğunu görmekteyiz.
Durumdan endişe duyan AB Dış ilişkiler sorumlusu Joseph Borrel, İranlı meslektaşı Emir Abdullahiyan ile yaptığı telefon konuşmasından sonra, Tahran bu görüşmeyi 'Viyana'daki görüşmelerde ortaya çıkmış yüksek gerilimin dışavurumu' olarak nitelendirdi.
Yaptırımların kaldırılmasını talep eden İran'ın Baş müzakerecisi Ali Bağıri ise, 'gerilimin İran'ın taleplerine verilecek yanıtların beklenmesi sırasında ortaya çıktığına' işaret etmiştir.
Yani, geldiğimiz noktada Reisi hükümetinin işbaşına gelmesinden sonra yeniden şekillenen İran müzakere heyetinin başlıca talebinin 'başta ekonomi olmak üzere tüm diğer alanlardaki yaptırımların kaldırılması ve ardından nükleer müzakerelere geçilmesi' olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz.
"Esas amaç, nükleer program çalışmalarının sürdürülmesi"
"Batı'nın iddialarının kabul edilemez olduğunu bilen İran'ın bu talebi aslında bilinçli şekilde gündeme getirdiğini ve esas amacın nükleer program çalışmalarının sürdürülmesi olduğunu gözlüyoruz" şeklinde konuşan Mehman Aliyev, sözlerine şunları ekledi:
Müzakerelerde Tahran'ın kendine güveninin artmasını hem Rusya ve hem de Çin ile ilişkilerini geliştirmeye çalışması ve belirli ölçüde buna muvaffak olmasındadır.
Ülke içinde ekonomik istikrarın sağlanması için alınan tedbirlerin belirli ölçüde amacına ulaştığını görmekteyiz.
Resmi istatistiklerin de bunu onaylamasının yanında, ulusal paranın değil, aşırı devalüasyona maruz kalması, hatta son birkaç senede bir kez yaşanmış dalgalanma dışında istikrarını muhafaza etmesi, ithalata yönelme politikasının ortaya çıkardığı başarılı sonuçlardır.
Bu sayede ülke ekonomisinin kendi bağışıklık sistemini bir anlamda güçlendirdiğini görebilmekteyiz.
"Sonraki aşamalarda her şeyin hızla gelişeceğinin beklenmemesi gerekir"
Mehman Aliyev, "Nükleer santralinden vazgeçmesi; ABD ve müttefik ülkelerin yaptırımlarının bundan sonra amaca ulaşıp ulaşamayacağını görmek için öncelikle Viyana görüşmelerinin sonuçlanmasını beklememiz gerekecektir. Sonucun ne yönde çıkmasından asılı olmaksızın, ilişkilerin mülayimleşmesini veya daha kötü bir sürece girmesini görmek için şimdilik aralık ayı ortasına ertelenmiş görüşmelerin devamını beklememiz gerekse de daha sonraki aşamalarda her şeyin hızla gelişeceğinin beklenmemesi gerekir. Her halükarda İran gerek kendi komşuları, gerek uluslararası örgütler ve gerekse 3+3 gibi formatlarda kalmayı sürdürecektir" dedi.
Aliyev, son olarak şunları söyledi:
Kısa süre önce Türkiye ile Azerbaycan arasında yapılan ikili görüşmeler sonucunda varılan anlaşmalar da İran'ın kendini kuşatan çemberlere karşı kendi güvenlik şeridini güçlendirmeye çalışacağını söylememize imkan veriyor.
Bu sürecin ilginç yanlarından biri de 44 günlük Karabağ savaşı sırasında İran sınırları içerisinde yaşayan Türk kökenli (Azerbaycan Türkü) etnik yapının kendi soydaşlarına destek vermesinin yanı sıra, sayıları 35 milyon teşkil eden bir nüfusun varlığına artık Türkiye'den de en üst düzeylerde dikkat çekilmesi olup, bana göre Tahran rejimi için nükleer müzakerelerdeki anlaşmazlıklardan daha fazla sorun oluşturmaya adaydır.
Batı'nın, İran'a karşı aldığı her yaptırım kararı ülke içindeki baskıların daha da güçlenmesine neden oluyor.
Ülkede faaliyet göstermek için zemin bulamayan şahıs ve örgütler çalışmalarını yurt dışında sürdürmek zorunda kalsalar bile, içerideki gelişmeleri yakından izlemektedirler.
Merkezi Chicago'da bulunan Günaz TV İmtiyaz sahibi ve genel yayın yönetmeni Ahmad Obalı ise nükleer program süreçlerini ABD'nin içinden izleme fırsatına sahip bir siyasetçidir.
Viyana'da ertelenen müzakerelerin gidişatı ve muhtemel sonuçların ortaya çıkaracağı konjonktürlere ilişkin Independent Türkçe'nin sorularını Obalı, şu şekilde yanıtladı:
Anlaşmaya varılması için İran'ın istekleri var. Ona göre de yakın gelecekte İran ile Batı'nın anlaşabileceği o kadar da gerçekçi gözükmemektedir.
İran'ın isteklerinden bir tanesi ABD'nin bundan sonra gelecek devlet başkanının bu antlaşmadan çekilmeyeceğine ilişkin teminat vermesidir.
Bunun imkansız olduğunu söylemeliyim. Zira Amerikan yasalarına göre mevcut devlet başkanı yerine gelecek başkanın alacağı kararlara ilişkin tasarrufta bulunma yetkisine sahip değildir.
Tahran rejimi yaptırımların tamamının kalkmasını istemekte olup, bu yaptırım kararlarının bir kısmı Donald Trump döneminde, bazıları ise ondan daha öndeki dönemde alınmıştır.
"Ana hedef, İran'ın yerine oturtulmasıdır"
Yaptırım kararların bir kısmı teröre destek, insan hakları ve füze üretimine ilişkin; bu anlaşmalardan da geri adım atılması imkansızdır. Tüm bunlar mevcut aşamada Tahran-Batı anlaşmasının adeta imkansız derecede zor olduğunu ortaya koymaktadır" diye konuşan Obalı, şöyle devam etti:
Trump dönemindeki bir anlaşma Obama döneminde imzalanmış anlaşmadan dolayı bozulmuş oldu. Yani Trump o anlaşmayı Obama'nın yapmasından dolayı bozmuştu.
Şimdi ise Biden ve Demokratlar anlaşmayı Trump'ın bozduğunu gerekçe göstererek yeniden kabul etmeye çalışıyorlar. Bu ise yanlış bir yaklaşımdır; yetersiz maddelerin üzerinde durarak onların geliştirilmesi ve kabul edilmesi gerekir.
Bugünkü Cumhuriyetçiler ise Biden'ın bu anlaşmayı yeniden Kongre'den geçirmesi halinde iktidara gelince yeniden bozacaklarını söylüyorlar. Onun için üç yıl sonrasını hesaplayan Cumhuriyetçiler, şimdilik yeni bir anlaşmaya mesafeli duruyor.
İşte bundan dolayı ana hedef tabir caizse, İran'ın yerine oturtulmasıdır.
"Biz nükleer anlaşmanın olmamasından yanayız"
Anlaşma sağlanmasının ise hem Türkiye, hem Azerbaycan, hem de Güney Azerbaycan'ın yararına bir durum ortaya çıkarmayacağını savunan Ahmad Obalı, "İran'ın bu durumda; yani ensesinde hep tokatı hissetmesi gerekir ki, Türk düşmanlığından da geri adım atsın. İşte ondan dolayı bu anlaşmanın gerçekleşmemesi hepimizin yararınadır" ifadelerini kullandı.
Güney Azerbaycan'ın istiklali uğruna mücadele eden Azerbaycan Milli Harekatı hakkında da değerlendirmelerde bulunan Obalı, "Bu süreçte bizim karımızı veya zararımızı sürecin kendisi önemli ölçüde belirleyecektir. Şayet Harekatımız faallığını koruyacaksa, süreçten asılı olmaksızın biz karlı çıkacağız" dedi ve sözlerini şöyle sonlandırdı:
Harekatımızın pasifleşmesi durumunda uluslararası konjonktürü de lehimize çevirmek zorlaşacaktır. Bundan dolayı biz nükleer anlaşmanın olmamasından yanayız.
Stratejik açıdan değerlendirdiğimizde baskılar altında kalan Tahran rejiminin bizim üzerimize daha sert şekilde gelmesinin yararımıza olmayacağını değerlendiriyoruz.
Tüm bunların ötesindeki en önemli ve belirleyici faktör ise, Milli Harekatımızın kendi içinde birlik ve beraberlik sağlayarak güçlenmesi; adımlarımızı uyumlu şekilde atmamızdır. Uluslararası kamuoyunun desteğini de bu şekilde alacağız.
İran-Batı nükleer anlaşmasını veya anlaşmazlığını görmek için aralık ayı ortasını beklemek gerekecektir.
Ortaya çıkacak sonucun bölgeye neler vadedeceğini de ondan sonra daha kapsamlı şekilde değerlendirme fırsatı doğacaktır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish