And felsefesi "Sumak Kawsay" (Buen Vivir): "İyi yaşam" nasıl mümkün olur?

Özgür Uyanık Independent Türkçe için yazdı

And felsefesinde "iyi yaşam" insanın en yakın çevresinden başlayarak evrenle uyum içinde yaşaması için "iyi düşünmesi"yle "iyi hissetme"si arasındaki dengedir / Fotoğraf: Hablemos de Culturas

Son 60 senedir küçük-büyük her ülke-ulus "gelişmek" için çabalıyor. Son 30 yıldır bu çaba çılgın bir çalışma ve üretim temposuna dönüşmüş durumda. Sonu belirsiz bir gelişme hedefine ulaşmak için deli gibi çalışıp, insan ve doğaya dair ne varsa tüketiyoruz. 

Peki, gerçekten "tam olarak gelişmiş bir dünya" nasıl bir yer olurdu diye düşündünüz mü hiç?

Sanayi devriminden bu yana insanlığın "gelişmesi"nin olağanüstü bir çeşitlilik kaybına yol açtığı düşünülürse pek iyi bir yer olmayacak.

İnsanlık geliştikçe sadece doğa yok olmadı; mimariden giyime, konuşulan dillerden inanış ve kültürlere, insan toplumuna dair tarih boyunca birikmiş bilgi hazinesi de eridi.

İnsanlığın gelişmesi ya da ekonomik kalkınma gezegenin sıradanlaşmasına, basitleşmesine yol açtı. 

"Gelişme" ya da son asırda "kalkınma" denilen şey Batılı bir icattı. Bu yüzden iki kavram da "batılılaşma" ile eş tutuldu. 
 

2.jpg
İnsanlığın sınırsız "ilerleme" ve "kalkınma" arzusu gezegeni çöpe boğdu

 

Batılı tarzda devletler kurmak, üretimi taklit etmek ve bunları besleyen bir "piyasa" habitatı yaratmak ana evrensel prensipler haline geldi. 

Bu büyük kapitalizm dininin rahipleri olan uzmanlar, reklamcılar ve eğitimciler hepimizi geliştiğimize ve sonunda her şeye sahip olacağımız bir cennete doğru ilerlediğimize inandırdılar.

İnsanlara zenginlik vadeden bu yeni kapitalist fetihçiler, Aztek İmparatorluğu'nun İspanyollar tarafından yıkıldığı zamanlarda olduğu gibi sıcak biçimde karşılandılar.

Çünkü kendilerinden üstün olduğunu kabul ettikleri bu yeni türle birlikte olurlarsa gelişeceklerini ve ödülü olan zenginlikten pay alacaklarını düşündüler.

Ve o andan itibaren zihinleri Batılı imgeler tarafından işgal edildi.

Dünya ne kadar geliştiyse o kadar Batı'nın monoton ve kültürsüz sanayi kentlerine benzedi.

Bugün Kuzey Amerika, Avrupa'nın yanı sıra Asya'nın sanayileşmiş ülkeleri, her şeyin programlandığı ve denetlendiği dünyanın sürprizlerden uzak coğrafyalarıdır.

Bu yüzden 1492 tarihi sadece Latin Amerika için değil insanlığın geri kalanı için de kavşak noktasıdır.

Çünkü Amerika'nın fethi; sömürgeciliğin işgal, yağma, köle ticaretiyle yetinmeyip kendini sistematik biçimde kalıcılaştırma çabasıydı. 

Avrupalılar bu topraklardaki medeniyetleri taş üstünde taş kalmayana dek yıktı. Geriye kalan çıplak insanlar ya da cesetlerdi. Fakat fethedilenin canlı ya da ölü olması önemli değildi.

Önemli olan fetihçinin kılıçla sağladığı üstünlüktü. Çünkü fethedilen ölü ya da diri "ilkel"di. Fetihçi onu ileriye taşımaya gelmişti.

Sömürü için Avrupalının "medeni" "Abya Yala"nın (Amerika'nın Kolomb öncesi adı) "ilkel" olarak tanımlandığı bir tahakküm stratejisine ihtiyacı vardı. Gücün sömürgeciliği, bilginin sömürgeciliğiyle sürdürülebilirdi. İlerleme fikri bunu meşrulaştırmak için kullanıldı. 

Ancak beş asır önce zenginlik deyince insanların zihninde canlanan "hazine" imgesinin yerini 20.yüzyılda "kalkınma" aldı. Hatta bu kalkınma fikri hazineden çok daha etkili oldu.

O kadar ki kalkınma "sürekli kendini üreten zenginlik ile" eş tutuldu.

Batı'nın asırlar boyu kılıçla boyun eğdirdiği ülkeler bu defa gönüllü biçimde tabi oldu. Böylece onlar "geri" ya da "ilkel"likten "gelişmekte olan" düzeyine çıktılar. 

Bu artık her alanda geri olduklarını kabul etmeleri anlamı geliyordu: Spordan iletişime, sağlıktan piyasaya, eğitimden demokrasiye "uluslararası" kurumlar aracılığıyla onlara sürekli "geri" olduklarını kabul ettiren programlar dayatıldı.

İşte Kristof Kolomb'un "Yeni Dünya"ya ayak basışıyla 500 yıl önce verilen "ilerleme" sözü ve son 50 yıllık "gelişme" ya da "kalkınma" retoriğinin üstünlüğünü tüm dünyaya böyle kabul ettirildi. 

Batı tarafından dünyanın geri kalanına dayatılan bu "ilerleme" yolunu sadakatle on yıllar boyunca uygulayan ülkelerin çok azı gelişebildi.

İçlerinde en başarılıları Batı'nın denetiminden kurtulup onun ilerleme mantığını kopyalayan ve daha mükemmel bir "tahakküm ideolojisiyle" uygulayan Asyalı devletlerdi. 

Fakat bu dünyayı daha adil ve yaşanabilir bir yere değil daha büyük sorunlar ve risklerle dolu bir yere dönüştürdü.

Sonuçta "kalkınma silahı" üzerinde yaşadığımız dünyayı yok ederek kendi sınırlarına dayandı.

Şimdi insanlık hem ihtiyaçlarının karşılanacağı hem de üzerinde yaşadığı gezegenle barışık bir bakış açısı arıyor.  
 

8.jpg
Bir Pujllay seramonisinde Tarabuco dansı

 

Bugün gezegenin ve insanlığın içinde bulunduğu krizi öngören "Buen Vivir" 1990'ların başında ortaya atıldı.

Bin yıllara dayanan bir And felsefesi olan "Buen Vivir" Ekvador'da Kichwa dilinde "Sumak Kawsay"dan çevrildi. Tabi bu kadar zengin kültürleri barındıran bir coğrafyada tek bir adı yok:

Bolivya'da "Suma Qamaña" (Aymara), Paraguay'da "Ñande Reko" (Guarani), Şili'de ise "Kume Morgen" (Mapuche) deniyor.

Buen Vivir, Sumak Kawsay'ın İspanyolcada yaklaşık anlamı. Aslında Avrupalı dillere doğrudan bir çevirisi de olamaz. Çünkü buradaki yerli medeniyetleri, Avrupalıların paradigmasından tamamen farklı bir bakış açısına sahipler. Ayrıca koca bir yaşam felsefesini, çeviride iki kelimeye indirgemek neredeyse imkansız. 

Buen Vivir'i İspanyolca çevirisinden Türkçeleştirmeye kalktığımızda "iyi yaşam" gibi düz, tatsız bir anlam çıkıyor. 

Bir de "iyi yaşam" Batılı literatürde daha iyi yaşamak ya da konforlu bir hayat anlamına geliyor. 
 

3.jpg
Bir Kichwa ressamının "iyi yaşam" tasfiri And Dağlarının zengin yaşam kültürünü yansıtıyor

 

Oysa Sumak Kawsay (Buen Vivir) kapitalizmi ima eden hayat anlayışına temelden karşı.

Bolivyalı bir arkadaşıma bu konuyu sorduğumda bana "nasıl açıklasam ki" dedi:

Dağ deyince bir Aymara taştan; kayadan oluşmuş coğrafi bir yükseltiyi değil ruhu olan konuşabilen, atalarından haber getiren yüce bir varlığı anlar.


Bu açıklama bana "Sumak Kawsay"ın Altaylarda eski Türklerde ki "kut" inanışına daha yakın bir anlam taşıdığını düşündürttü.

Batıcı düşünme evrenin merkezine insanı koyuyor ve her şeyi ona göre düzenliyor. Oysa yerli halklarda düşünme biçimi "topluluk"tur. Ancak bu topluluk fikri içine sadece insanı değil dağı, ağacı, göğü, ateşi, suyu da alır. 

Bolivya'da Ağustos ayında gerçekleşen "Pachamama" (Toprak Ana) ritüellerinde bu öğelerin tümü birlikte yer alır. Buna halk "Challaco" yani "ödeme" derler. Toprağı beslemek, doyurmak anlamında kullanılır. 
 

4.jpg
Sumak Kawsay geniş And coğrafyasındaki tüm halkları ortaklaştıran bir felsefe

 

Aslında kelimenin kökeni Quechua dilinde "ch'allay"dır ve "-suyu-serpmek" anlamına gelir. Bu doğa ile iletişimin sürdürülme biçimidir. Mesela bir ev yaptıklarında, hasat aldıklarında, bir hayvanları doğurduğunda veya biri evlendiğinde doğal içecekleri yere serperler. 

Pachamama ritüellerinden önce "Tijtincha" denen et ve mısır karışımı bir yemek yerler. Toprağa su serperken seremoniye uygun şarkılar söylenir. Küçük bir ateş yakılır ya da bir bez tutuşturulup bezin dumanıyla şekiller çizilir.

Değişik biçimlerde ve herkesin kendi tarzında yaptığı bu ritüel sunağa yiyecek, içecek, koka yaprağı ve sigarası konmasıyla sona erer.
 

7.jpg
Bir Pachamama ritüeli

 

Batılı bir bakış açısıyla tüm bunlar folklorik gelenekler, geçmişin hatırası; turistik ya da sanatsal bir aktivitenin malzemesidir. Görünce durur saygı ile izlerler, hissederek değil. 

Batılı eğitimde teşekkür ya da rica etmek temeldir. Fakat gönülden şükran duyma öğretilemez. O sadece önceki kuşaklar tarafından hislerle aktarılabilir, kitaplarla değil.

Temiz, canlı bir sudan, havadan veya bereketli bir topraktan faydalanıp kalbi şükranla dolmayan birisi bu hayatı gerçekten sevebilir mi?

Üzerinde yaşadığı gezegene saygı duyabilir mi? 

Sömürgecilik gibi kalkınma fikri de; gezegenin sağladığı yeri doldurulamaz zenginlikleri ele geçirme ve ondan para kazanma anlayışı, yaşamı Batılılaştırdı. Artık Doğu da Batıdır. Hata ondan daha çok.

İlerleme fikri güce sahip olma gibi sınırsızdır. Oysa toprak, gök, su ve hava sınırlıdır.

Çin'deki fabrikalar Avrupa'nın havasını kirletmiyor mu?

Yahut da Antarktika'da eriyen buzullar Hollanda'yı sular altında bırakmıyor mu? 

"Sumak Kawsay" ise "öteki"ne değer verir ve saygı duyar. And felsefesi, insanın en yakın çevresinden başlayarak evrenle uyum içinde yaşaması için "iyi düşünmesi"ne vurgu yapar.

And paradigması beş hayat ilkesi üzerine kuruludur: 

Tucu Yachay: Bilgelik olmazsa hayat olmaz.

Pacha Mama: Hepimiz toprak anadan geliyoruz.

Hambi Kawsay: Hayat sağlıktır.

Sumak Kamaña: Hayat kolektiftir.

Hatun Muskuy: Herkesin bir ideali ya da rüyası vardır.
 

10.jpg
Sumak Kawsay'ın beş ilkesi: Bilgelik, toprak ana, sağlık, kolektivizm, ideal

 

Sumak Kawsay (iyi yaşam), iyi hissetmek - Allin Munay- ile iyi düşünmek - Allin Yachay- arasındaki dengedir. Ve bu uyum iyi yapmanın - Allin Ruay'ın-  sonucudur.  

Buradan Sumak Kawsay'ın insanla doğa, geçmişle gelecek, zaman ve mekana dair bir bütünün tüm öğeleri arasındaki bağlantıyı ifade eden ilişkisellik olduğu çıkar.

Yıllar önce Tiwanaku yakınlarında bir "ayllu" meclisine tanıklık etmiştim. Bolivya'da Titicaca Gölü yakınlarında kurulu gelişmiş bir tarım medeniyeti olan Tiwanaku, Güney Amerika'nın İnka öncesi en önemli yerleşimi sayılır.
 

5.jpg
Peru-Bolivya arasında kalan dünyanın en yüksek en büyük gölü Titicaca adasında bir şaman rahibi

 

Ayllu ise And yerli komünlerine verilen addır. Yerli dilinde konuşulur ve komüne dışarıdan biri katılamaz.

Ancak bu toplantıda hükümet temsilcileri de bulunduğundan İspanyolca konuşuldu. 

Ayllu meclisinde konuşan Evo Morales hükümetine yakın bazı gençler, yerli toplumunun gelişmesi için devlette daha etkin olmak gerektiğini savundular.

Doğal olarak, eğitim düzeyini yükseltmekten ve daha fazla öğretmen yetiştirmekten bahsettiler. Kültürel etkinlikler için hükümetten mekan talep etmek gibi bir çok isteği ortaya attılar. 
 

6.jpg
And yerli inanışları büyük oranda Hristiyanlığa da tesir etmiş. Bolivya Potosi'de müzede yer alan bu resimde yerlilerin kutsal gördükleri dağ "Azize Tepesi" olarak kilise tarafından da kutsanmış

 

Yaşlılar gençlerin heyecanlı konuşmalarını sabırla dinledi. Sonra içlerinden en birincisi çıkıp "yani" dedi; "Siz sadece sömürge yapısına mı dahil olmak istiyorsunuz?" 

Gençler karşı çıktı ve açıklamalarda bulundular. 

Yaşlı adam "Öyleyse bize bunları neden anlatıyorsunuz?" diye sorunca "Daha fazla kültürel hakka sahip olmak istiyoruz" cevabını verdiler.

Çünkü çağımızda ne kadar hakka sahip olursanız o kadar kültürel kimliği inşa etme olanağınız olur.

Yaşlılar gençlerin bu mantıklı açıklamalarına kafa salladılar. 

Fakat sonuçta "bu bizim yolumuz değil" dediler.

Yani bu ekonomik, sosyal, hukuki, politik yapıya katılmak bizim kültürel kimliğimizi onarmaz, demek istediler.
 

9.jpg
Tiwanaku antik kentinden bir görünüm​​​​​

 

Haklıydılar. 

Onlar "daha güçlü" olmak için sisteme katılmak yerine bin yıllardır sürdürdükleri yaşam felsefesine uygun yaşayarak var olmayı tercih ediyorlardı. 

Çünkü sistem içinde güçlenmek için verilen her çaba, onları yollarından uzaklaştıracaktı. İhtiyaçları olan şey güçlenmek değil, kültürlerini geliştirmek için bir alandı.

Yerliler sayesinde Bolivya'da "Toprak Ana Hakları" ve Ekvador'da "Doğa Hakları" yasalaştı. Doğanın ve toprağın hakkı ilk kez kanun haline geldi. 

Ama yerliler kanun yapmanın paradigmayı değiştirmeyeceğini bilecek kadar çok zamandır varlar. 

Onlar uzun bir yoldan geliyorlar ve hiç acele etmiyorlar.

Çünkü, acelecilik, çağımızın kalkınma stratejileri gibi bizi sadece daha kötüye daha kestirme bir yoldan götürüyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU